Savaş-barış, ekonomik çıkarlar üzerine imzalanan anlaşmalardan Dünya’nın gidişatının vahimliği göz önüne alınarak iklimde nasibini aldı.
Son günlerde göz önünde olan Paris İklim Anlaşması 2015 yılında 195 ülkenin katılımı ile kabul edilmiş ve 2016 yılında yürürlüğe girmiştir. Anlaşmada amaçlanan küresel sıcaklık artışını sanayi devrimi öncesi seviyelere göre 2 derecenin altında tutmaktır. Sera gazı emisyonunu azaltmak, iklim değişikliğine karşı uyum sağlamak ve gelişmekte olan ülkelere bu konuda destek vermek de diğer hedefler arasındadır. Hedefler bu kadar masum ise karşı çıkanların düşüncesi ne peki?
Öncelikle ekonomik başlıklara bakalım.
Birincisi gelişmekte olan ülkeler için adil olmadığı düşüncesi. Örneğin ülkemiz uzun süre gelişmekte olan ülke statüsünde değerlendirildiği için finansal desteklerden yararlanamamıştı.
Sanayi ve enerji sektörüne ek mali güç oluşturacağından bunun enerji fiyatlarını arttırması dolayısı ile enflasyonu tetikleme riskinin oluşu. Özellikle ülkemizdeki sanayi sektörünün enerji yoğun bir yapıda olması, sanayicilerin rekabet gücünü etkileyeceğinden maliyetlerde artış oluşturabilir.
Bir diğer başlıkta gelişmekte olan ülkelere getirilen yükümlülüklerin gelişmiş ülkelerle eşit olması durumu.
Türkiye gelişmiş ülkelerin sanayileşmeye başladığı dönemde düşük emisyonlu bir yapıya sahipti. Bu nedenle gelişmiş ülkelerin hedeflerinde olan emisyon azaltım hedefine sahip olmasının adil olmadığı görüşü hakim. İklim değişikliğinde adil bir paya sahip olmak için öncelikle ülkelerin geçmişteki sorumluluklarını yerine getirmesi bekleniyor.
Bir diğer sorun başlığı anlaşmanın uygulanabilir oluşuyla ilgilidir. Anlaşmada ülkelerin emisyon hedeflerinin gönüllü olarak belirlenmesi esası vardır. Bununda yasal bir bağlayıcılığı bulunmamaktadır.
Çevreciler açısından bakıldığında ise anlaşma yetersiz ve uygulamada eksiklikler mevcut. Fosil yakıtların açıkça hedef alınmaması, büyük miktarda sera gazı salınımı yapan ülkelerin teknolojik ve finansal açıdan destekten kaçınması, şirketlerin ve hükümetlerin somut adımlar yerine yeşili destekler nitelikte PR çalışmalarına önem vermesi başlıca karşı çıkılan nedenler.
İklim değişikliğinden en çok zarar görecek ülke ve bölgeler ise Bangladeş, Pasifik Adaları, Nijer, Mali, Çad gibi Afrika ülkeleri, Amazon Havzası, Hindistan ve Pakistan, Arktik Bölge, Avustralya.
Ülkemizde iklim değişikliği haritalarında yüksek risk taşıyan bölgeler arasında yer alıyor. Kuraklık, su kaynaklarının azalması, orman yangınları, deniz seviyesindeki yükselme başlıca riskler olarak sıralanıyor.