Beğence yazmak, yazarın kaleminin ışığıdır. Duyarlılığının asil kumaşıdır ipeksi cümlelerle.
Bilinmezliğin tarihinde yerini alır. Ergin anlam verir, gaseyan eder ömründen…
Sevgili Nihai okur, dilimden kesip attıklarımı senin geçmiş çağlardan getirdiğin kadim duygudaşlığına bir kanıttır. Bu yazı; Hatice’nin, Ayşe’nin, Zeynep’in küsküsüdür.
Şafak söküyor. Her gün, kaygıdan buz kesen sevinç yerini sinirden doğma, sindirilmişten ölen gri sabahı bir başka şafağa paspaslıyor. Tüm dönemeçler solungaçlarıyla gözlere bağlanıyor. İlkellik, hanelere yaşam katsayısını arttırmışçasına yazılıyor.
Ülke başından tırnaklarına betonla yükseliyor. Ağzın burnun kapandığı bir tülbente sarılıyor bakışın prangaları.
Bizim illerde karası kömürdür suskunun, yüzü gözü yırtan pençedir. Balkıyıp durur.
Bir süstür mutluluk, kalbinden ziyade komşunun evinin barkından çalınmıştır.
Herifçioğluna gelirsek; onun için şiddet sayrılık olsa gerek kendisi için değil, erkin itibarına yeri göğü inletir. Baskı ve freni otomobillere değil kadınlara kullanır. Durmaksızın ayarlama yapar bedevi düzenine.
Ateşlerde yanacaksın diyen hep o yankılı ses, manavdan, kasaptan, pazardan seslenir, başını zonklatan bir lodos gibi eser de eser.
Ben Ayşe, Hatice, Zeynep; mahallemden bir gün olsun dışarı çıkmayan ama berzahı iyi bilen insanım.
Coğrafyam, ateşine odun yığınlarının taşındığı, külüne kederin bulaştığı cehennemden farksız bir yer.
Haydi el ver Sevgili nihai okur. Sükutun sesini akıt beni dinlerken, sandığından çıkar iki çift sözü de belini birlikte kıralım.
Gök suyunu aleve indirelim. Böğründen taş kusanlara bu bahar küsküyle direnelim.
Direnmek derin kelimelerinin kamusal alanıdır. Bir yudum sıcak sütüdür yaşamanın.