Sevgili;
 

Kimsenin bilmediği bir gerçeğin metnidir, gırtlağımdan akan mürekkep. Açık kapının yalnızlığı, karnımı yumruklayan dilin pasıdır.
 

Bezm-i alemdeyim, üst üste yığılan bir yalvarma; en basit sorulardan kaçan, naif cevap, kendini düşünmeye vakti olmayan az duyulan çığlığı ile akan ses.
 

Günlerden virgülle sus verilen bir gündü, kalın fırçalarla üzerinden geçilen kirletilmiş bir otel odasındaydım, tutkusunu güzün çiçeğinden alan balçığın kubbesi.
 

Kentin en iğdiş edilmiş kavgalı odasıydı. Kendi dükkanımdan aldığım ihracat fazlası defolu kavgalardı onlar. Günleri yumruğumla küçültsem de borçluydum hala içine göz yaşı dökülmüş otelin sahibesine.
 

O odada; yazılarımın en usturalı seslenişi üç noktayla biten belalı cümlelerdi. Dilim yitikti, dünyam sevgi dilencisi, onlar ki acı sızan odanın en dokunaklı fotoğraflarıydı.
 

Tanrı’ya emanet aynalara vuruyordu savaşlar, alemler onursuz yönetimlerle doluydu, mezarlar çiziliydi. Kimsenin ölüsü değildi, benim tırnakları kesili cesedimi yatırıyordu televizyonlar.
 

Giyiniktim, loş ışık bir zar gibi pencereden yüreğimin cevizine kuruluyordu. Kilidi bozuk kapının önü sisliydi, gözlerimi düğümlüyordu. Hayatın tüm irini karanlık katmanlarıyla yatağımın altına betonlanıyordu sanki.
 

Kurguluydu gündeliğin çalışmaları, tılsımlıydı gizlerimin halı altları. Yanıyordu fındık kabukları, çırılçıplak geçmişimin sobasında. 
 

Baba evini özlüyordum, tomurcuklu dünleri. Yine o kavga, kitabımın konaklama evinde, git gide büyüyen yanıtsız o düstursuz avuntusuzluklar.
 

Ah o açık kapının yalnızlığı, ah o inceliklere hasret yol sapakları. 
 

Kuytu yolculukların sahipsiz derkenarları. Ölü doğmuş bir güncenin silik sayıklaması.
 

Ve böylece bu metin senin ölümsüz sandığın, yaralarına kabuk bağlayan bir yazı olarak yazıldı sevgili…