Yaşadığımız toplumu gözlediğimizde çarpık ilişkilerin sorunlu kişilik tiplerinden çıktığını görmekteyiz; Hepimizin aşina olduğu en göze çarpan bu ilişkilerde kendi hakkıyla bir yerlere gelen ile kendi hakkıyla değil de başkasına gebe kalarak bir yerlere gelen kişilerin varlığıdır, yani liyakatli ile torpilli ve iltimaslılar. Liyakatli çalışarak aldığını hak etmeye çalışırken, torpilli ve iltimaslı tembellik yapıp işten kaçar, en basitinden kamu dairelerinde görev ve sorumluluklarından kaçan tembel ve yılışık tiptekiler sırtlarını birilerine yaslar, yapması gereken işleri yapmadığından bu işlerin yükü başkası veya başkaları üzerinde kalır, böylece güçlüden yana çalışan sistem çalışana daha çok yük bindirir. Böyle bir duruma vücutta bir organın görevini yapamamasıyla ilgili olarak vücudun başka yerinde diğer organlara daha fazla iş yükü düşen hastalıklı patolojik vakalar örnek verilebilir.
Sosyalliği az olup içe dönük olanlar her şeye mantıksal açıdan yaklaşıp olumsuz tarafından bakarak beğenmez; bu kişilik tipindekiler imkanların ancak bu kadarın yetebileceğini düşünerek en azından yapılan işlere olumlu tarafından bakarak teşekkür etmesini bilmeli, nihayetinde insan olan herkesin eksik veya hatalı yanlarının olabileceğini unutmamalı. Katkı sunamayacaklarsa bile hoşgörülü ve anlayışlı davranabilmeli, kendileri gibi düşünmeyip farklı düşünenlere saygılı olabilmelidirler; küçük düşürücü ve onur kırıcı olmamalıdırlar. Bir işte detaylara fazla takılmadan işin geneli üzerinden konuşularak muhatabına karşı geliştirilen davranış tarzı ve üslûp biçimi de önemli olduğu hatırlanmalıdır. Fazla sosyal olup dışa dönük olanlar duygusal açıdan yaklaşıp egosunu tatmin etmek ister; bu kişilik tipindekiler istek ve beklentileri karşılanmadığı takdirde kin besleyip agresif davranabilirler, değer verilmeyip dışlandıklarını hissettikleri anda da kolay bir biçimde içine kapanırlar. İlişkileri bozulduğu zaman kaygı, panik atak ve depresyona girmeye meyillidirler. Kırıcı ve üzücüde olsa gerçekleri dinlemeyip kabul etmemekte ısrar etmemelidirler.
Peki bizim kişilik bozukluğu denebilecek tipte olan kişiliklerle ilişkilerimiz nasıl olmalıdır? Tabii ki, ilk etapta onların kişiliklerini düzeltmelerine yardımcı olmalıyız. Ancak baktık ki, bu aşamada yetersiz isek bu defa ikinci etapta düştükleri kuyuya bizi de çekebilirler. Böyle bir duruma düşmüşsek üçüncü etapta güneşten gelen ultraviyole ışınları veya radyasyona maruz kalanlar gibi kendimizi korumaya almalıyız. Zira sosyal hayatta bu kişilik tipleriyle içli dışlı olduğumuz için onların negatif ve olumsuz düşünce ve davranışlarına, algı ve manipülasyonlarına, yaşam enerjimizi aşağıya çekecek kadar frekansımızı düşüren etkilerine maruz kalıyoruz. Geçimsizlik, saldırganlık, anlayışsızlık gibi düzensiz ve uyumsuz ilişkilerin sonucunda oluşan olumsuz ve negatif durumların kökeninde aslında bu frekans düşüklüğü yatmaktadır.
Yukarıda bahsi geçen konuyla ilintili olan her duygu ve düşüncenin karşılık geldiği farklı bilinç hallerinin frekans düzeyleri de farklıdır. Bu frekanslar değerlendirilirken de hertz (Hz) ölçü birimi kullanılır. Psikiyatrist ve bilinç araştırmacısı olan Dr. David Hawkins, Güç Kuvvete Karşı – Bilincin Anatomisi adlı kitabında bunları detaylıca irdelemiştir. Dr. Hawkins'in Bilinç Haritası Tablosu' nda frekans düzeyi 200 skalasına denk gelen cesaret seviyesinin dönüm noktası olduğu, 200'den düşük duygu ve düşüncelerin bilinç hallerine karşılık gelen gurur, öfke, korku, suçluluk gibi hallerin insanları ve çevrelerini zayıf duruma sokup bitkinleştirdiği ve frekanslarını gittikçe düşürdüğü anlatılmıştır. Bilinç halleri zihinsel-duygusal ve fiziksel dengenin uyumu ile yakından ilişkilidir. Hatta hastalıkların bozulan bu uyum neticesinde ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Nitekim Dr. Bruce Tainio ve çalışma arkadaşları 1992 yılında geliştirdikleri biyolojik frekans monitörü ile insan vücudundaki farklı dokuların farklı frekansta olduklarını ölçtüler. Dr. Bruce Tainio ve arkadaşlarına göre sağlıklı olan bir insanın vücudu 62-72 MHz, beyni 72 MHz, kalbi 67-70 MHz, karaciğeri 55-60 MHz frekans aralığındadır. 1920 yıllarında frekans jeneratörü geliştiren Dr. Royal Rife ise Beden Elektriği yıllar adını taşıyan kitabında vücuttaki bu farklı dokuların hastalıkları durumlarında frekansların değişiklik gösterdiğini anlatmıştır. Sağlıklı durumda 62-72 MHz arasında olan vücut frekansı bağışıklığın azaldığı soğuk algınlığında 57-60 MHz'e kadar, bakterilerin sebep olduğu enfeksiyon hastalıklarında 50 MHz'e kadar düşebilmekte, kanser hastalığındaysa frekans 42 MHz'e kadar, ölüm anında ise 25 MHz ve altına inmektedir. Bu uyumun bozulduğu kişilerin bilinçaltındaki negatif duygular temizlenerek pozitif duygulara yer açılırsa frekanslarla birlikte enerjileri de yükseltilebilir.
Nasıl ki karaciğerde vücuttaki zararlı maddelerin zehirsizleştirilerek (detoksifikiye) atılmasını sağlayan sitokrom p450 sistemi mevcutsa öyle de hastalıklı bazı kişilik tiplerinin zararlarını etkisizleştirecek yapıcı ve eleştirel bakış açılarına sahip olmamız lazım, zira bu sitokrom p450 sistemiyle toksik maddeler, ilaçlar ve ağır metaller gibi zararlı atıklar zararsız hale getirildikten sonra böbreklerden idrar şeklinde, bağırsaklardan dışkı şeklinde ve deriden solunum ve ter şeklinde vücuttan atılırlar. Eğer bu zehirli ve toksik maddeler vücuttan tam olarak atılamadıkları zaman fizyolojik olarak halsizlik, yorgunluk, ağrılarla beraber olurken, psikolojik olarak da sinirlilik ve stres hali neden olurlar. Benzer şekilde hastalıklı bir sosyal çevrenin oluşmaması için hastalıklı kişilik tiplerinin düşünce, duygu ve davranışlarından neşet eden geçimsizlik, saldırganlık, anlayışsızlık gibi yıkıcı etkileri bertaraf edip sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir sosyal düzenin sağlanmasına katkıda bulunmalıyız. Böylelikle yaşadığımız muhitte sosyal enerji frekanslarının düşürülerek oluşmasını istemediğimiz bir kaos ortamının ve yaşam alanımızdan atılmasını istediğimiz anlaşmazlıkların, çıkar ilişkilerinin, suçluluk duygularının, öfke patlamalarının bir nebze de olsa önüne geçebilmiş oluruz.