Vücuda dağılan sıvı salgıların çokluğuna ya da azlığına göre değişik fizyolojik rahatsızlıklar oluşabilir.
 

Örneğin demevi mizaçlılar akne, sivilce gibi cilt hastalıklarına, kalp-damar hastalıklarına; safravi mizaçlılar deri döküntüleri, egzema gibi cilt hastalıklarına, karaciğer hastalıklarına; balgami mizaçlılar romatizmal hastalıklara, nezle, grip, sinüzit gibi üst solunum yolu hastalıklarına, sevdavi mizaçlılar egzama sedef gibi cilt hastalıklarına, varis ve basur (hemoroid) gibi dalakla ilgili rahatsızlıklara, sindirim sistemi bozukluklarına yatkındırlar. Bunlara ilaveten soğuk mizaçlılar (balgami ve sevdavi) demans, alzheimer, parkinson gibi nörolojik rahatsızlıklara; sıcak mizaçlılar (demevi, safravi) saç dökülmelerine daha yatkındırlar. 
 

Mizaçlarla ilgili fizyolojik rahatsızlıklar yanında psikolojik durumlardan da bahsetmek yerinde olacaktır. Bununla ilgili olarak İbn-i Sina "öfke karaciğeri, keder akciğeri, üzüntü mideyi, stres kalp ve beyni, korku böbrekleri yorar. Bunlar vücutta artınca ve sürekli ise, o organ hasta olur" ifadesini kullanmıştır.  Normalde su elementi sakinliği ve yumuşaklığı yansıtır, bu elementle ilişkili balgami mizaçlılarda fizyolojik dengesizlikle oluşan korku ve stres, kalbi ve böbrekleri yorar. Korku ve stres durumunda böbreküstü adrenalin ve kortizol hormonları kan şekeri, kan basıncını arttırıp tansiyonu yükseltmeye çalışırlar. Aldosteron hormonuyla da böbreklerden geri emilimini arttırılan su ve sodyum kana verilip geri emilimini azaltılan potasyum idrarla dışarı atılır. Toprak elementi katılığı ve sabitliği yansıtır, sevdavi mizaçlı bu kişilerde oluşan fizyolojik dengesizlikle oluşan endişe ve gerginlik dalak ve mideyi yorar. Demevi mizaçla ilişkili hava elementi hareketliliği ve değişkenliği yansıtıp fizyolojik dengesizlikle keder ve üzüntü oluşur, bunlar akciğer ve kalın bağırsakları yorar. Safravi mizaçla ilişkili ateş elementi enerjik hali ve aktifliği yansıtıp fizyolojik dengesizlikle öfke ve kızgınlık oluşur, bunlar karaciğer ve safra kesesini yorar.
 

Ebu Zeyd El-Belhî, Mesâlihu’l-Ebdân ve’l-Enfüs / Beden ve Ruh Sağlığı adlı eserinde havanın sıcaklık-nemliliğinin hem kanda hem de çocukluk döneminde, ateşin sıcaklık-kuruluğunun hem sarı safrada hem de gençlik döneminde, toprağın soğukluk-kuruluğunun kara safrada hem de yetişkinlik döneminde,  suyun soğukluk-nemliliğinin hem balgamda hem de yaşlılık döneminde olduğunu beyan etmiştir.  Hatta Hz.Mevlana’ya atfedilen "Hamdım, piştim, yandım, kül oldum elhamdülillah"   bu sözde hamlığın çocukluk dönemine, pişmenin genlik dönemine, yanmanın yetişkinlik dönemine ve kül olmanın yaşlılık dönemine işaret ettiği söylenilir. Aslında insanın mayasında bu dört elementin nasıl işlendiği dikkate şayandır. İnsanın varoluş sürecinde toprak ve su karışımı olan çamur hali, hareketli ve enerjili hale gelmesi için ateşte balçık haline getirilir, sonra da canlılık halini kazanması için hava (ruh) üflenir; ölüm sürecinde ise tam tersi olur, önce bedenden hava (ruh) çekilerek ateşteki balçık hali kalır, sonra da hava ve ateşten daha ağır olan su çekilir ve geriye toprak kalır. Bunları bilip eşref-i mahlûkat olarak yaşamalı, imtihan dünyasında acıyla pişip sabırla yoğrulmalıyız, bizi ayakta tutan omurgamız, iskelet ve kas sistemimiz olmamalı, asıl bizi ayakta tutan taviz vermediğimiz inançlarımız, değerlerimiz ve ilkelerimiz olmalıdır.
 

Fizyolojik denge biraz da psikolojik dengeye bağlıdır. İnsanoğlunun huzurlu ve mutlu olabilmesi hem iç dünyasında ve hem de dış çevresinde bir düzen ve uyumun olması gerekir. Bu uyum ve düzen sağlanmadığı takdirde uyumsuzluk ve düzensizliğin belirtileri olan mutsuzluk, kargaşa ve huzursuzluk ortaya çıkar.  Mesela işte, ailede ya da çevremizde yaşadığımız problemler ilk başlarda çok fazla canımızı sıkmayabilir, ama küçük görünen bu problemlerin yumak halinde büyüyerek devam ettiğini görürsek altından kalkamayacak derecede olduğunu fark ederiz ve uykularımız kaçar, bunlarla baş etmenin yollarını ararız. Zihnimiz hep bunları düşünür, gittiğimiz her yere bu sorunları da beraberinde taşırız, yaşantımızdan bir türlü tad alamayız; vücut kimyamız ve fizyolojimiz bozulur, adeta hayat bize zindan olacakmış gibi stres ve bunalıma gireriz.
 

Çevre için ekolojik denge, toplum için sosyolojik denge ne kadar önemliyse insan sağlığı için de fizyolojik ve psikolojik denge o kadar önemlidir. Mesela fizyolojik dengeye kan şekeri ve tansiyon/kan basıncı örnek verebiliriz. Sağlıklı bir kişide açlık kan şekerinin normal değeri 70 ila 99 mg/dl arasında, tokluk kan şekeriyse 80 ila 140 mg/dl arasında olmalıdır. Eğer kan şekeri değerlerimiz bu normal değerlerin altında veya üstündeyse; kan şekeri düşüklüğüne veya yüksek kan şekerine bağlı olarak denge bozularak bir takım rahatsızlıklar meydana gelir. Benzer şekilde sağlıklı bir kişinin ortalama büyük tansiyon değeri 120 - 140 mm Hg arasında, küçük tansiyon değeriyse 70 - 90 mm Hg arasında olmalıdır. Eğer kan basıncı/tansiyon değerlerimiz bu normal değerlerin altında veya üstündeyse; düşük tansiyona veya yüksek tansiyon bağlı olarak denge bozularak bir takım rahatsızlıklar meydana gelir.
 

Stres, korku, agresiflik, yalnızlık, panik atak, depresyon, anksiyete, değersizlik ve suçluluk duygusu, kendine zarar verme düşüncesi, davranış bozuklukları psikolojik dengenin bozulduğuna işarettir. Stres, anksiyete ve depresyon en çok kalp ve beyine zarar verir. Fizyolojik denge ile psikolojik denge arasında ilişki vardır. Mesela stres kan basıncının artmasıyla beraber tansiyonu yükseltir ve kalp krizine neden olabilmektedir. Aynı zamanda korku ve stresin, kortizol ve adrenalin gibi stres hormonları salgılanmasını uyararak beyin hücrelerimizi ve hücreler arasındaki sinirsel iletişimi bozmaya, hatta beyin hacminin küçülmesine etkisi olabilmektedir.
 

Peyami Safa bu durumla ilgili olarak "Her hastalık evvela ruhta başlayıp sonra vücuda sirayet etmiş bir isyandır" der. Yaşadığımız fizyolojik veya psikolojik bir rahatsızlık davranışlarımıza akseder. Çabuk sinirlenen şeker hastalarının beynine giden kan akışı hızlanarak yüzleri sirke gibi olur, kontrolü kaybettikleri zaman çevresindekileri üzebilirler. Endişeli ve gergin olan kalp hastaları içine girdikleri depresyon haliyle istemeden de olsa yanındakilere farklı davranarak incitebilirler. Fizyolojik denge nasıl maddi/somut olan bedenimiz için geçerliyse psikolojik denge de manevi/soyut olan yürek, ruh ve aklımız için geçerlidir. Bunların düzenli ve dengeli biçimde çalışmaması durumunda sağlıklı bir hayattan bahsedemeyiz, bu yüzden de yaşadığımız sürece bu düzen ve dengeyi korumak zorundayız.