Bir ülkenin gelişmesi ve kalkınması bilimden sanata, edebiyattan spora, ekonomiden siyasete her alanda kendini yetiştirmiş insan kalitesiyle ölçülür; o insan ki ahlakı, dürüstlüğü, çalışkanlığı, vicdanı ve tecrübesiyle kendini önce vatanına ve milletine, sonra da tüm insanlığa hizmete adamıştır. Yetişen insan ülkenin kalkınması ve gelişmesi için her alanda eğitimli, vizyon sahibi, donanımlı, üretken, yetenekli ve liyakatli kimsedir. Bunun için eğitim sisteminin sahip olduğu tüm imkân ve şartlar böyle insanların yetişmesine kanalize edilmelidir. Bir milletin içinde yetişen insan sayısı ne kadar fazlaysa o milletin sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik düzeyi o kadar yüksek olur.
 

Milleti birbiriyle kaynaştıran gelenek ve görenekler, kültürel değerler, tarihi ve dini değerler milli birlik ve beraberliği ayakta tutan, farklılıkları ortadan kaldıran ortak yaşam öğeleridir. Medeni ilerleyiş bahsedilen bu milli dinamiklere dayanılarak olmalıdır. Millete kimlik kazandıran bu milli dinamikler dışta düşman karşısında direniş, içte milli muhasebe ve yenilenme bilinci, hem içte hem dışta sıkıntı ve buhranlı zamanlarda hayat veren ruh vazifesi görür. Milli şahsiyetin temsil edebilecek milli şuurun idrakinde olan zihinsel, fikirsel ve ahlaki ve manevi tekâmülü ile şahsiyetleşen fertlere ihtiyaç vardır. Mehmed Akif Ersoy, Babanzade Ahmet Naim, Ömer Ferid Kam, İbnulemin Mahmud Keml İnal, Mükrimin Halil Yinanç, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ali Fuad Başgil, Remzi Oğuz Arık, Mehmed Fuad Köprülü, Nurettin Topçu, Hilmi Ziya Ülken, Süheyl Ünver, Ahmet Yüksel Özemre, Erol Güngör, Cahit Arf, Oktay Sinanoğlu, Aziz Sancar gibi din, felsefe, sosyoloji, tarih, sanat, kültür, edebiyat ve bilim şahsiyetleri bunlara örnek verilebilir.
 

Kendi kültür ve medeniyetini hazmetmiş biri olan Mehmed Akif Ersoy, Safahat adlı eserinin   Süleymâniye Kürsüsünde başlıklı şiirinde:
 

Başka yerlerde taharrîye heveslenmeyiniz.

Onu kendinde bulur yükselecek bir millet;

Çünkü her noktada taklîd ile sökmez hareket.

Alınız ilmini Garb’ın, alınız san’atini;  dizelerinde Batı medeniyetinin bilim ve teknolojisini almamızı; kültürünü, ahlakını ve yaşantısı tarzını taklit etmememizi söyler. Zira Batı Medeniyeti fertlerin bilgi, beceri yeteneklerini geliştirip sadece aklına yatırım yapar; ancak Doğu Medeniyeti fertlerin bilgi, beceri ve yeteneklerini geliştirmekle beraber vicdanını, merhametini, ahlakını, yardımseverliğini dikkate alarak kalbine de yatırım yapar. Bir sosyal psikolog olan merhum Erol Güngör 1972 tarihinde Töre Dergisi’nde yayımlanan Deniz Dağoğlu’na verdiği röportajda şu ifadeleri kullanmıştır: ''Batıda üniversiteler memleket meseleleriyle değil, bu meseleleri çözecek kalitede insan yetiştirmekle uğraşırlar.'' (Töre Dergisi, Eylül 1972, 16; 26-30). Aslında tam da meselemiz budur, cemiyette yetişen insan kalitesi düşük ayarda... Yetişen kimseler bilgi, beceri, yetenekten önce ahlak, etik, dürüstlük, merhamet, empati, adalet meziyetlerine sahip karakterde olmalıdır; yoksa çıkarcı, ilkesiz, bencil, güven vermeyen, aldatmaya meyilli, sözüne itibar edilmeyen kişilikler cemiyetin baş belası olurlar.
 

Türkiye’de yaşanan siyasi ve iktisadi buhran ve çöküşten ziyade sosyal buhran ve çöküş yaşamaktayız. Cemiyette ötekine hayat hakkı tanımama, tek tiplilik ve monotonluk hâkim unsur olduğundan ortak yaşama kültürü felce uğramış durumdadır. İmkânlar ve kaynaklar olabildiğince yeterli iken, yetersiz olan insan kaynakları bakımından kıtlık çekecek durumdayız. Türk Tarih Kurumu üyeliği ile birlikte Ankara Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü de yapmış, birçok üniversitede tarih ve sanat dersleri vermiş olan merhum Remzi Oğuz Arık yurtdışında yüksek tahsili görürken orada okuyan Türk öğrencilerine "Bugün Anadolu (Türkiye) için ne yaptın?" diyerek sorumluluklarını, dine, vatana ve millete hizmet için ifa borçlarını hatırlatırdı. Böylece gençlerde ferdi ve milli şahsiyet bütünlüğü peyda olacaktı.
 

Nasıl ki akarsu havzasında biriken alüvyon içerisinde taşınan zengin inorganik (mineraller) ve organik maddeler aktığı toprakları tarıma elveriş ve verimli yapıyorsa, kendi ilim ve kültür havzasından beslenen nesiller de vatanına ve milletine hayırlı işler yapmaya, onlara hizmet etmeye verimli kıvama gelir. Alüvyonlu topraklar yapısında taşıdıkları malzemeden dolayı erozyona dayanıklıdırlar. Eğer topraktaki organik ve inorganik madde oranı azalırsa, verimsiz ve erozyona dayanıksız hale gelir. Bunun gibi cemiyette yaşayanları bir arada tutan, onların değerini belirleyen insani davranışlar, ahlaki faziletler ve erdemlerdir; bunların yokluğu durumunda yaşadığımız gibi siyasal,  iktisadi ve sosyal erozyon başlar. Bu erozyonlara dayanıklı nesiller yetiştirmemiz lazım.
 

Öyle bir nesil olmalı ki işinde, mesleğinde, sanatında, zanaatında ehil duruma gelip yetkinleşmeyi ve yerlileşip milli şahsiyet kazanmayı bünyesinde barındırmış olsun. Yetkinleşme derken kişiyi benzerlerinden ayıran bilgi, donanım, liyakat, yetenek, tecrübeyi; milli şahsiyet derken de kuşaktan kuşağa aktarılarak yaygınlaşan, milletimizin din, dil, tarih ve kültürü olan ortak mirası kastediyorum. Sadece kişisel birikimle yetkinlik sahibi olup milletin geleneğine, örfüne, dinine ve kültürüne tepeden bakanlarda yabancılaşma olur, bunlarda milli şahsiyet eksik kalacağından bilgi, donanım, liyakat, tecrübe ve yetenekleri millette karşılık bulmazlar. Yetkinlik sahibi olmayıp sadece yerlilik sahibi olanlar ise millete karşılık bulsalar da, bilgi, tecrübe ve yetenekleri olmadığından sığ kalır, ilerleme kaydedemezler ve monoton bir hayat yaşarlar. Bir edebiyat tarihçisi olan merhum Fuad Köprülü’nün "Maddi ve teknik güç, ancak manevi ahlak gücü ile beraber olduğu zaman gerçek bir üstünlük gösterir." İfade ettiği gibi hem yetkinliğin hem de yerliliğin bir arada kendilerinde toplandığı fertlerin yetişmesine ihtiyaç vardır.
 

Fikir, düşünce, edebiyat, sanat, bilim ve teknoloji hayatında liyakat, yetenek ve tecrübeye önem verilmezse derinlik sahibi kimseler yetişemez. İlim, bilim ve kültürel yönden fakirleşme, monotonluk ve sığlık hâkim olan cemiyette liyakat ve yeteneksiz olan azınlık grubun servet ve malında artış görülür. Milletin çoğunluğunun gelir dağılımı düşük seviyede kalır, iktisadi ve kültürel kalkınma ve gelişme sekteye uğrar. Liyakat, tecrübe ve yetenekleri olmayanlar din, tarih, kültür, gelenekle milleti oyalayıp eksiklerini unutturmaya/kapatmaya çalışırlar. Böylelerinde ne yetkinlik ne de yerlilik görülür. Hem liyakat, tecrübe ve yetenekten hem de dinden, tarihten, kültürden, uzaklaşıp ferdi ve milli şahsiyetini kaybeden fertler çoğalınca cemiyette bunlara özenme, bunları taklit etme arzusu giderek yayıldı. Öyle ki hakkı olmayana göz dikerek gayri meşru olarak servet sahibi olma, bilgi ve yeteneği olmayan iş veya göreve gayri ahlaki olarak liyakatsiz atanma, gayri vicdani olarak hiçbir emek ve çaba harcamadan iş veya görevde yükselme örnekleri çok fazla artmaktadır. Bu hususta Dünya Klasikleri yazarlarından Dostoyevski Delikanlı adlı romanın 92.sayfasında şunları söyler: "Şimdiki zaman, orta insanın parlak zamanı, duygusuzluğun, terbiyesizliğe saygının, tembelliğin, iş kabiliyetsizliğinin, armut piş ağzıma düş deyince her şeyin önüne gelmesini istemek ihtiyacını duyan bir neslin devridir. Kimse bir şeyin üzerine durup düşünmüyor; kendine bir ülkü edinen de çok az." (https://drive.google.com/file/d/16GPmGUdNDzLvJTVf746kZ-U_uzlVUEhQ/view?pli=1, Dostoyevski/Delikanlı (Çeviren: Erdener Tunalı)/Sonsuz, Yakamoz Yayınları)