Hakları yenen namuslu ve dürüst vatan evlatlarının önünün kesildiği, cemiyette ceza alması gereken sahtekârların ödül aldığı ciddi ve önü alınmadığı takdirde patolojik vakaya dönüşen bir durumla karşı karşıyayız. Cemiyetin bozulmasının önüne geçmek için dürüst ve namuslu kimselerin kimi bedel öderken, kimi de bedel ödemeye hazır; ama dürüst ve namuslulara özenen kimseler bu bedelin ağır olmasından ötürü sorumluluk almaktan korkup kaçarlar. Sahtekârlığın önünün alınmadığı bir cemiyette caydırıcılıktan bahsedemezsiniz. Hiç kimsenin elini taşın altına koymamasından dolayı herkes kendini düşünür, cemiyette yenilen kamu hakkı ve kul hakları kimsenin umurunda olmaz. Ne dinle, ne ahlakla, ne adalet ne de vicdanla açıklanmayan bu ve benzeri kötü örneklerin önü alınmalıdır.
Devlet adaletle, millet ahlakla ayakta kalır; millet oluşturan fertlerin birbiriyle kaynaşıp dayanışması dini ve milli değerlere bağlanmakla olur. Ancak manevi değerlere bağlılıkta gevşeme olursa bu fertler maddi çıkar uğruna milli şahsiyetlerinden vazgeçerler. Bu yüzden fertlere din, vatan ve millet sevgisinin her şeyin üstünde olduğu, tarih ve kültür bilincinin yabancı hayranlığını uyandırmaması gerektiği, kul hakkına girmenin vebal altına girmek olduğu, alın terinin başkasını servetine göz dikmekten daha kıymetli olduğu, anlatılmalı. Geçici olan para, güç ve makamın yerine kalıcı olan dürüstlük, güven, namus, şeref ve itibara önem verilmesi gerektiği, sadece maddiyata değer verip haysiyetini kaybetmektense maneviyata ve ahlaka da değer verip saygınlığını korumanın önemi anlatılmalıdır. Fertlerin kişiliklerine empati kurma, fedakârlık ve yardımseverlik hasletleri binanın temelindeki demir ve çimento gibi işlenmelidir. İster akrabamız, ister komşumuz, ister dostumuz, isterse bir başkası olsun o acı içindeyken sevincimizi ertelememiz, o sıkıntıdayken rahatımızı bozmamız, o muhtaç durumdayken bizim umursamazlık etmememiz gerekir.
Cemiyette oldukça fazla işsiz diplomalı genç varken işe alımlarda mülakatla, sınavız şekilde torpil yapılması ve adam kayırılması, atama ve görevde yükselmede liyakat ve ehliyetin dikkat alınmadan kadrolaşmaya gidilmesi bu milletin evlatlarına yapılan büyük bir haksızlıktır. Yine Kamu kadrolarında istihdam, atama ve yükselmede herhangi bir siyasi, dini ve ideolojik görüşe mensubiyet ve tarafgirlik esas alınmamalıdır. Aksine bilgi ve beceriyi ölçen merkezi sınavlara ve yeteneklere göre değerlendirilmeli; bu konuda da etik değerler, ahlaki ilkeler ve adalet ölçüleri esas alınmalıdır. İbn-i Haldun’un asabiyet teorisine göre bir fikir, ideoloji, siyasi ve dini oluşum kendine aidiyet gösteren mensupları birbirlerine menfaat ortaklığıyla bağlıdır. Kendileri dışındaki toplumun genel maslahatını görmezden gelirler ve ahlaki ilkeleri yok sayarak çıkarları için savunmaya geçerler. Arkasını güce, makama ve paraya yaslayan ideolojik veya dini gruplar nüfuz alanları dar ve sınırlı, ulaştıkları güç de azsa serbest katılımlı; nüfuz alanları geniş ve sınırsız, ulaştıkları güç fazlaysa mecburi katılımlı biçimde başkalarını propagandayla kendilerine çekerler.
Merhametiyle düşeni kaldırıp garibi sevindiren, diğerkâmlığıyla zayıf ve muhtacın ihtiyacını gören, yardımseverliğiyle fakiri ve yoksulu doyuran, yiğitliğiyle mazlumun hakkını zalimden alan, doğruluk ve dürüstlükten taviz vermeyen, emanete riayet eden, varlıkta şımarmayan, yoklukta şikâyet etmeyen ecdadımız böyle faziletli meziyetlere sahiptiler. Bizler yardımlaşma ve dayanışma bağlarının kuvvetli olduğu kültürün çocuklarıyız; merhamet, cömertlik, cesaret, güven, dürüstlük ve adalet duygularının güçlü olduğu bir medeniyetin çocuklarıyız. Ama bugün ne yazık ki bu faziletli meziyetleri taşıyanları görmek artık mümkün değil, bunun yerine değersiz ve kötü huylara sahip insanları etrafımızda daha fazla görmekteyiz. Gözünü kırpmadan insanları harcayan sevgi ve merhametten yoksun, empati yapmayan, vicdanı olmayan kimseler ahtapot gibi cemiyeti esir almış durumdalar.
Osmanlı’da mesleği gereği hayvan kesen kasaplar, devamlı kan ve et ile haşir neşir olduklarından dolayı altı ayda bu ortamdan uzaklaştırılıp bahçıvanlık yaptırılırmış. Böylece kasapların hayvan keserek yitirdikleri merhamet duygularının çiçek yetiştirerek yeniden kazanılması sağlanırmış. Bunun gibi kendilerine layık gördüklerini başkalarına layık görmeyip acımazsız ve insafsız olanlar, içinde bulunduğu ortama alıştıkları için dışardan bakan birine anormal olan bir şey, onlara normal gibi gelir. Böylelerinin normalleşmesi, faklı ortama girerek farklı bakış açısıyla değerlendirme yapmalarıyla olur. İbrahim Tenekeci Uçuş Denemeleri adlı eserinde merhamet ve sevgi medeniyetimizle ilgili: "Eşyayı dahi incitme’ diyen medeniyetin mensuplarıyız. Su içtikleri bardağı öpen mevlevileri düşünün. Ormana girerken, genç ağaçları korkutmamak için baltanın sapını bezle saran tahtacıları. Şimdi ise; birbirlerinin küçük bir hatasını bekleyen, ne çok insan var…" şeklinde bahseder. Sahi nereye gitti insani duygularımız? Acaba bir daha cemiyette bu insani duyguları görebilecek miyiz? Eşyaya dahi hürmet eden bir ecdadın torunları nasıl olur da insanlıkta eşi dinde kardeşi olanlara, gayri insani ve gayri ahlaki davranarak hürmetsizlik ve insafsızlık yapabilir? Hem de hürmetsizlik ve insafsızlık yaptıkları yabancı değil, bizzat aynı dinden, aynı milletten oldukları, aynı bayrak altında, aynı vatan üzerinde beraber yaşadıkları kimseler…
Sözlerimi noktalarken, Süleyman Çobanoğlu ağabey’in özet mahiyetindeki : ''Hocanı kayırma, partini kayırma, kabileni kayırma, yandaşını kayırma, riyayı kayırma, yalakanı kayırma. Türkiye namustur; Türkiye'yi kayır! '' ifadelerine kulak kesilerek yürekte katılıyorum. Bindiğimiz geminin batmaması, güvenilir şekilde sahile ulaşması için gemideki herkesin kürek çekmesi, çaba göstermesi gerektiğine inanıyorum. Ey bu milletin evlatlarıyla aynı vatanı paylaşan ve aynı bayrak altında yaşayanlar! Niçin partilerinizin bağlılarını ya da cemaatlerinizin mensuplarını ya da sendikalarınızın üyelerini kayırıp sizlerden olmayan öteki Türkiye’yi ıskalıyorsunuz? Neden Türkiye’de yaşayan berikileri kadar ötekilere de değer vermiyorsunuz? Neden bu ülkenin kaynaklarını ve makamlarını milletin sıradan evlatlarıyla partilerinizin bağlıları, cemaatlerinizin mensupları ve sendikalarınızın üyeleri arasında eşit şekilde, hakça ve adil bir paylaşım yapmıyorsunuz?