Türkiye'deki eğitimin gençleri geleceğe hazırlamakta yetersiz olduğuna ilişkin çok şey yazıldı, çizildi. Yalnızca geleceğe hazırlamada mı? Çağa uygun kültür, sanat donanımına sahip bireyler yetiştirmede ve bilimsel duyarlılığı kazandırmada da elbet!

Peki yüksek medeniyetin göstergeleri de olan bu unsurlarda hedeflerin geride kalınmasının temelinde yatan ana sebep nedir? Kovid, aşı, ekonomi, işsizlik, para, savaş derken gündemin en gerilerine düşen ve aslında tüm bu sorunların da çaresi olan şey: 'Düşünmeyi öğretmek'tir.

Ülkemiz çağdaş ülkelerle yarışabilmek adına düşünebilen, olaylara bilimsel bakış açısı ile bakabilen, sorunları analiz ederek çözebilen bireyleri yetiştirmek için istenilen noktaya erişmekte zorlanıyor. Bununla birlikte günümüzde düşünen ve yaratıcılıklarını kullanarak hayallerinin peşinden koşan insanların ve bu insanlara kucak açan kurumların varlığı da bir gerçek. Tüm dünyada olduğu gibi bizde de bir grup cengaverin düşünmek ve üretmek adına çatısı altında toplandıkları kurumlardan biri teknoparklar ve burada görev yapan akademisyenlerdir. Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Derneği'nin bildirdiğine göre ülkemizdeki 84 teknoloji geliştirme bölgesinde Haziran 2020 itibariyle başta AR-GE çalışmaları olmak üzere değişik proje faaliyetlerini icra eden firmaların sayısı 5.846'ya ulaşmış.

Üniversite-sanayi işbirliğinin iyi bir örneği de olan teknoparklarda çalışan sayısı 60 bine yaklaşırken teknolojik ürün ihracatında ise 5,1 milyar dolar bandı aşılmış durumda.

Tüm bu güzel gelişmelere rağmen hala bu yapıların önemini kavrayamamış kurumların ya da kişilerin de olduğunu söylemek gerekir. Zaman zaman teknoloji bölgelerinde firma kurmak için izin isteyen akademisyenlere kurumları tarafından ya zorluk çıkarıldığını ya da konunun özünü anlamayıp küçümser bir tavırla 'senin nene gerek' tavrı takınıldığını duyuyoruz.

Bazen de AR-GE çalışması yapan ve yaptığı millî yazılımları dünyanın farklı yerlerine ihraç eden akademisyenlere 'Duyduğuma göre kapı kapı kitap/yazılım satıyormuşsun' diyerek ayar vermeye çalışan basiretsiz idareciler de yok değil.

Bu duruma Bağdatlı Ruhî'nin akıllı insanların köşeye itilme çabası ve dünyanın cahillerle dolup taşması karşısında söylediği şu sözlerle isyan etmemek mümkün mü?

Çektirir ehl-i kemale mihnet-i gerdûn-ı dûn

Ol sebebden merd-i mana oldu gayetde zebûn

Tuttu cahil alemi cehlile oldu zü-fünûn(I)

Oysa ilk ve orta öğretim kurumlarımızın yaratıcı düşünceye sahip, yenilikçi bireyler yetiştirmekten uzak; aksine çağın ihtiyacı olmayan seçme, sınıflama ve sıralama mantığı yüksek bireyler yetiştirmeye çalıştığı bir dönemde yüksek öğretim kurumlarımızın ve orada görev yapan hocalarımızın rol model olması gerekmez mi?

Çok üniversite açmakla, açılan üniversitelere bol kadro dağıtmakla ya da eğitime ilkokul birinci sınıftan başlayan öğrencilerin hiçbir çaba göstermeseler de üniversite son sınıftan mezun olabilmeleriyle; düşünen, girişimci ve yenilikçi insan tipini yaratabilmek mümkün müdür?

Şüphesiz hayır!

Peki hayallerinin peşinden koşan düşünen, analiz eden, sorunları çözmek için elini taşın altına koyan ve çağı yakalamak, ülkesini muhasır medeniyetler seviyesine çıkarmak için koşanlara, içine girilen yeni çağı okuyamayıp kafasını deve kuşu misali kuma gömerek zorluk çıkaranlar için ne demeli?

Belki bu türden ahmaklıklar karşısında Fuzûlî'nin şu beyitini okuyup koşmaya devam etmeli:

Ey Fuzûlî daima devran muhaliftir sana

Galiba erbab-ı isti'dadı devran istemez.(II)


----------------------------

[i]İlim ehline dünyanın ensefil eziyetini çektirenler yüzünden mana erleri zayıf hale geldi, cahiller cehaletleri ile ilmi ele geçirdiler.

[ii]Ey Fuzûlî, herkes sana karşı çıkıp muhalefet eder, galiba bu devirde yetenekli olup önde gideni kimse sevmiyor.