Türkiye'de topluma yönelik her türlü politikanın planlanmasına ilişkin ilk girişimler 1960'lı yıllara dayanır. Eğitime yönelik ilk sistemli planlama hareketleri de yine bu dönemde görülmektedir. Bu planlamada itici gücü oluşturan birkaç ana unsur bulunur.

Bunlardan biri toplumun ihtiyaçları ve beklentileri, diğeri ise bireylerin istek ve arzularıdır.

Planlamayı yapanlar çoğu zaman bu iki ana unsuru örtüştürmeye çalışsalar da bu süreçte karşılaşılacak maliyet faktörü ya da karar alma sürecinde yaşanacak bazı siyasi yönlendirmeler kimi zaman ya planlamanın doğru yapılamamasına ya da hedeflerin şaşmasına neden olabilir.

Nitekim resmî rakamlara göre ülkemizdeki 150 bin öğretmen açığına karşılık atanamayan öğretmenlerin sayısının neredeyse 500 binlere dayanması, bu plansızlığa bir örnek gösterilebilir. Geçenlerde bir ahbabım asgari ücretle işe başlayan yeni mezun diş hekimleri olduğundan bahsetti. Ne garip değil mi? Onca çalışma, onca emek, onca zahmet…

Sadece öğretmenler ve dişçiler mi? Ya madencilere ne demeli?

Dünya çapında faaliyet göstermekte olan 30 büyük madencilik firmasının 2007 yılındaki bir araştırmasına göre dünya sathında ihtiyaç duyulan yıllık maden mühendisi sayısı 600-800'ler civarındaymış.

Madencilik alanındaki dev ülkelerden Kanada'da halihazırda yaklaşık 2400 maden mühendisi bulunmakta ve önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde de ihtiyacın senede 140-170 maden mühendisi olacağı tahmin edilmektedir.

Oysa bizdeki üniversitelerin maden mühendisliği bölümünden verilen mezun sayısı yaklaşık 1000 civarlarında gerçekleşmekte. Bu konuda da planlamayı iyi yapamayan ülkemizde maalesef maden mühendisleri arasındaki işsizlik oranı da %50 civarında seyretmektedir. Üstelik Maden Mühendisleri Odasına göre yeni açılan bölümlerle bu sayının önümüzdeki yıllarda 1300'lere çıkacağı varsayılmakta.

Dünya ihtiyacının nerdeyse iki katına yakın!

Oysa madencilik alanında önemli ülkelerden biri olan Avustralya'da senede yalnızca 50 maden mühendisi mezun olmakta.

Ne kadar çok rakam var değil mi? Üstelik çok da kafa karıştırıcı. Üstelik bu rakamlara yanlış yapılan planlama sonucunda harcanan onca emek, zaman kaybı, büyük bedellerle açılan yüksek okullar ve üniversitelerde boş yere istihdam edilen akademik/idari personel de dahil değil!

İşin özeti şu: Eğitim; bir ülkenin ekonomik, sosyal, kültürel durumunu tetikleyen ya da köstekleyen temel bir faktördür. Koca Yunus; 'İlim, ilim bilmektir; ilim, kendin bilmektir / Sen kendin bilmezsen ya nice okumaktır!' derken acaba toplum olarak ihtiyaçlarımızı iyi belirlememizi, kendimizi tanıyıp akılcı bir plan yapmamız gerektiğini yoksa okumamızın boşa olacağını da söylüyor olabilir mi?

Peki Atatürk, 'Eğitimdir ki bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder' derken yanlış kurgulanmış, insan gücü planlaması şaşmış bir eğitimin de bizi esarete ve sefalete sürükleyeceğini anlatmak istemiş olabilir mi?

Teknoloji çağının alabildiğine yaşandığı ve üstelik yaşamı kolaylaştırdığı bir dönemde planlama alanında da dijitalleşmeden daha çok yararlanmalıyız. Toplumsal gereksinimleri göz önünde tutan bir anlayışla üretime odaklanmalı, nitelikli insan gücünü kullanmasını iyi bilmeli, eğitim politikalarını bu doğrultuda yeniden revize etmeliyiz.