Kovid-19 salgını eğitim alanında hem eşi benzeri görülmemiş bir kesintiye hem de çoğu kişinin beklemediği hızda büyük değişikliklere neden oldu. Unesco tarafından yayınlanan ve oldukça ses getiren 'Kovid-19 Sonrası Dünyada Eğitim: Kamusal Eylem İçin Dokuz Fikir' adlı rapora göre bu süreçte dünya genelinde 1,5 milyardan fazla öğrencinin eğitim yaşamı engellendi ve eğitim camiasının tüm alışkanlıkları kökten değişti. Raporun belki de en çarpıcı cümlesi ise şu oldu: 'Dünyanın artık eskisi gibi dönmesi imkansız!'

Rapora göre Sahra Altı Afrika'sındaki öğrencilerin yalnızca% 11'inin bilgisayarı var; dahası bunların da sadece %18'inde internet bağlantısı bulunmakta. Dünya genelinde bilgisayarı olan öğrencilerin oranı ise % 50. Üstelik bu öğrencilerin ancak % 57'si internete bağlanabiliyor.

Ülkemizde durum görece iyi gibi gözükse de yeterli olmaktan uzak: Türkiye İstatistik Kurumunun açıkladığı verilere göre öğrencilerin %11,7'sinin evinde internet erişimi yok. Dersleri takip etmek için gerekli olan diz üstü bir bilgisayara sahip olan hanelerin oranı yalnızca %37,9, tablete sahip olanlar %26,7 ve masa üstü bilgisayarı olanların oranı %17,6. Başka bir deyişle öğrencilerin nerdeyse %20'lik kısmı bu teknolojilerin hiçbirine sahip değil!

Ülkemizde de, tıpkı dünyada olduğu gibi, Kovid-19 sonrasında okulların açılması ve yaşamın birçok alanı gibi eğitimde de normalleşmenin başlaması beklenmekte. Ancak normalleşme ile birlikte Kovid-19 sırasında yaşanan bazı değişikliklerin evrilerek kalıcı hale geldiğini hep birlikte göreceğiz. UNESCO'nun raporda da vurguladığı gibi okulların fiziksel alanları vazgeçilmez alanlardır ancak eğitimin giderek daha çok dijitalleşmesi de kaçınılmaz gözüküyor.

Ülkeler, hem öğretmen-öğrenci arasındaki insani ilişkileri, özellikle de öğretimin duyuşsal boyutunu göz ardı etmemeli hem de açık kaynak teknolojilerini öğretmenler ve öğrenciler için daha kullanılabilir hale getirerek eğitim-öğretim sürecini dijital bağlamda eskiye oranla daha çok desteklemeliler. Kovid-19'dan sonra da eğitim-öğretim, bir çok kurumda yine hibrit olarak devam edecektir. Bu bağlamda uzaktan eğitimde görece pasif asenkron yapı, deneyime, paylaşıma ve etkileşime izin veren görece esnek senkron yapılara doğru hızla evrilmelidir. İhtiyaç analizleri yapılarak neyin, ne kadar, nasıl ve ne zaman öğretileceği ile ilgili başta üniversiteler olmak üzere tüm okul müfredatları hızlıca gözden geçirilmelidir.

Kovid-19'dan önce uzaktan eğitime, eğitimin dijitalleşmesine, fiziki ortamda öğrenmenin öldüğüne, eğitimde yenileşme hareketinin gerekliliğine inanamayan ve eğitim-öğretim süreçlerini okulların, üniversitelerin dört duvarları ile sınırlı zanneden köhne bakış açısına sahip idareci, eğitimci ve akademisyenlere tüm bunları anlatmak ve şunu haykırmak lazım:

Duvarlar artık yıkıldı!

Nitekim yine aynı rapor; Kovid-19 sürecinde sağlıkçılar kadar olmasa da, toplumun ön saflarında hizmete devam eden öğretmenlere ve öğretmenlik mesleğine daha çok önem verilmesi gerektiğini de söylüyor. Bu noktada raporun Kovid-19 sürecinde ön saflarda yer alan eğitimcilere yakın gelecekte eskiye oranla daha çok özerklik/esneklik verilmesi gerektiğini söylemesi ise anlamlı. Zira bu süreçte özerk/esnek çalışma ortamının daha verimli olacağına ilişkin kuvvetli ön veriler elde edildi.

Tüm olumsuzluklarına rağmen Kovid-19, bizlere eğitimde cesur değişiklikler yapmak için bir fırsat yaratmış olabilir. Fiziki bir ortamda diz dize, göz göze yapılan esneklikten uzak, geleneksel yürütülen eğitim-öğretim süreçleri, Kovid-19'dan önce farkına varmadığımız -varamadığımız- yeni dünya düzenine hızla uyumlu hale getirilmeli. Şu süreçte gördük ki yapılması gereken değişiklikleri biz yapmazsak süreç zaten bize bunları yaptırıyor.

Başımızı devekuşu misali gömmektense bu fırsatı akıllıca değerlendirmeliyiz!