'Ömrüm yettiği sürece: Şehirde, dağda, bayırda, köyde, yolda yoldaşla.. nerede olursa. nerede ölürsem artık... Ama O'nun yolunda, hakkın yolunda, O nerede isterse orada. Ağlayanı güldürüp, düşeni kaldırarak... Yoksa yaşamanın ne anlamı var ki? Sonra, sonra ben, ben olamam ki..!' dedi.
Yıllar önceydi, O'nu ilk televizyonda görmüştüm. Deniz Fenerinin yeni yeni parladığı senelerdi. Deniz Feneri'nin çatısı altında, Uğur Arslan'la birlikte oluşturdukları ikiliyle, kapı kapı dolaşarak yardıma muhtaç ailelerin kapılarını sürpriz bir şekilde çalıyor ve onlara konuk oluyorlardı. O ailelere, karınca kararınca, ihtiyaçları ölçüsünde götürdükleri yardım ve sohbetlerle adeta 'can suyu' oluyorlardı. Şehirde, dağ-bayırda, köy-kasaba ve mezralardan en ücra köşelere ve en yaralı yüreklere kadar!
Hemen hemen herkesin bildiği gibi, O mütevazı ve muhteşem ikili... Ramazan ve Uğur Arslan eşliğiyle, ekrandan konuk olduğumuz, onlarca Aile ve dramları ile hepimizden birer parça taşırken, uzun bir süre canımızı acıtmaya devam ettiler! Senin, benim, O'nun, Ahmet -Mehmet Amca, Ayşe -Fatma teyze ve nineler, özürlü, yaşlı, yetim, garip ve daha bilemediğimiz yüzlerce, çaresiz ve öksüzlerin kapısını, bizlerden öykülerle çalmaya devam ettiler!
Uğur Arslan ve Ramazan abisi! Beyaz camın 'yardım melekleri'! O İkili: Deniz Feneri'nin neferleri olarak, en umulmadık anda yardıma koştukları aileler kadar, bir başkalarının da kahramanı gibiydiler artık. Her çaldıkları kapıda, mütevazı tavırlarıyla, kendilerine uzanan hikayeleri, yakamoz gibi aydınlatırken!
Artık, halkımız onları bir iyici tanımaya başlamış, başının tacı etmişlerdi sanki. Özellikle her ekranı açtığımızda Onları: Ramazan ve Uğur Arslanı, bizlerden öyküleriyle gözümüz, bir iyice arar olmuştu..!
Ve belki de ben, onlardan aldığım ilhamla, ekrandan izlediğim o benzeri hikayelerle tanışmaya ve Deniz Feneri'nin bir neferi olmaya karar vermiştim. Önce basın yoluyla tanıştığım arkadaşlar sayesinde oranın havasıyla bir iyice tanıştım... derken, bir de baktım ki, ben de oranın bir neferiydim artık. Bu haberi ilk aldığımda sevinçten havalara uçmuş ve günlerce kendime gelememiştim. Çünkü ben de, bir başkalarının yalnız ve öksüz öyküleriyle tanışmaya hazırdım!
Artık normal işimin haricinde, hafta sonları, Deniz Feneri'ne gönüllü olarak gidiyor, oradaki dosyalarda belirlenmiş adreslere, sosyal incelemeye gidiyordum. Her kapıyı çaldığımda, açılan kapılardaki yüzler bana: O ikiliyi hatırlatıyor ve kendimi günden güne, onlardan biri gibi hissediyordum. Bu yüzden dolayısıyla, onlara karşı kendimi bir başka türlü sorumlu hissederken, bu sorumluluk beni bir başka heyecanlara doğru sürükleyiveriyordu! Ulaştığım her adreste kaleme aldığım her öyküler,
beni hayata bir başka türlü taşıyor ve tüm ezberlerimi bozuyordu sanki. Çeşit çeşit mucizeler yaşadığım ilk görevimin ilk hikayesinin beni, kendi hikayeme götüreceğini asla tahmin edemezdim. Bana belirlenen ilk adres beni, yıllar önce yaşadığım döngüde buluşturmuştu. Yıllar sonra ve hiç ummadığım bir anda kendi sokağımdaydım... evimizin bahçesi duvarı, hüzünle arşınladığım bu günlere doğru uzanan yolları. İlk günde çok ağır gelmişti bu heyecan! Ağladım.. ağladım.. sonra kendi hikayemi sona bırakarak başladım birilerin öykülerine konuk olmaya. Artık, kocaman deryalarda: ben de, Deniz Feneri'nin bir ferdi olarak, yakamozların, o hüzünlü ve huzurlu ışıltıları arasındaki yerimi çoktan almaya başlamıştım artık!
O'na, Ramazan'a uzun bir sure sonra, Deniz Feneri'nin bir 23 Nisan Etkinliği'nde rastladım. Başında o bildik kasketi, kısık sesi ve mütevazı tavırlarıyla tam da oradaydı işte.. Oralarda çocukların arasına karışmış, ve onların her biriyle ayrı ayrı ilgilenmeye çalışırken, bir yandan da içindeki o öksüz çocuğu eğlendirmeye çalışıyor gibiydi sanki. Diğerlerinden o kadar farklıydı ki.. Duruşu, hareketleri, ve mahzunluğuyla...bense her şeyi bırakmış O'nu takip ediyor ve çözmeye çalışıyordum. Bir punduna getirip, konuşma fırsatı yarattım kendisiyle. Ordan burdan, derken hikayesini dinledim kendi ağzından kısaca. Asıl Adı İbrahim'di. Teyzesi büyütmüştü kendisini. Öksüz, yoksul ve yalnızca! Sonra, kavgalı filmlerin kavgacı figüranı olmuştu. Tıpkı hayat gibi. O kalabalıkların içinde, hissettiğim ketum yalnızlığın nedeni demek buydu..! Kendisine şunu sormuştum: Bu yaptığınız neferlikte, her akşam başınızı yastığa koyduğunuzda neler düşünüyorsunuz? Geçmişimi dedi.. 'huzurlu bir yorgunlukla, daha ulaşacağımız ve yolumuzu gözleyen insanların çokluğunu!' demişti sadece!
Uzun bir süre ortalarda pek görünmez olmuştu. Sordum birilerine O'nu.. artık yaşlandı ve hasta demişlerdi. Üzüldüm. O'nu, kapı kapı dolaşıp, insanlara, özellikle ramazan aylarında yardım ulaştıran Ramazan'ı-Ramazanımız'ı hasta ve yardıma muhtaç görmeye gönlüm, hiç mi hiç razı olamazdı!
Ve aradan yıllar geçmiş, köprünün altından çok mu çok sular akmıştı. Bir Televizyon programının son dakikalarında tesadüfen rastladım O'na. Yine duygulu, yine farklı, yine insan ve çocuksuydu!
'Ömür dediğin' programının sunucusuna anlatıyordu. Anlattıkça biraz daha duygulanıp heyecanlanıyor - heyecanlanıyordu çocuklar gibi! O'nu o şekilde görmek beni de heyecanlandırmış, hem mutlu etmiş ve hem de hüzünlendirmişti..!
'Bizler, Deniz Feneri olarak, herkese ulaşmaya çalıştık. Yaşlı, fakir, engelli, kimsesiz, öksüz - yetim. Dağda bayırda, şehirde, mezra ve köylerde, ama ulaşmaya çalıştık. Her çaldığımız kapılara yiyecek, giyecek ve umut taşıdık. Evlerini, yüreklerini onardık... güzel dostluklar kurduk, düşeni kaldırırken, ağlayanı güldürmeye çalıştık.. kaldırmak da zorundaydık! Kızım, kim olursa olsun, ihtiyacı olana yardım edin, maddi manevi ne yapabiliyorsan yap. Konunu, komşunu ziyaret et, düşeni kaldır, insan olmanın gayesi bu! demişti.
'Ömür dediğin ne ki? Ben, nefesim yettiği, ayaklarım yürüdüğü sürece bunları yapmaya devam edeceğim. Maddi manevi herkesin kapısını çalacağım. Artık, dağda bayırda, yolda, ıssızda bi yerlerde. Ama, Hakkın yolunda... nerde olur, O nerde ister, nerde ölürsem...' derken, içindeki çocukla ağlıyor-ağlıyordu koca çınar! Ben ise ekran başından ve tüm içtenliğimle O'na eşlik ediyordum..! ve insan, sadece insan olarak!
'Ömür dediğin ne ki? Dağ, bayır ve kırda. Kim bilir hangi ıssız gönülde? Ama, sadece hakkın yolunda yürüdüğün sürece ÖMÜRsün..'!