Sosyolog & uzm. psikoterapist


Herkesin bildiği gibi heyecanlar kan dolaşımında değişimlerle beraber gelir. Bunlar vazo-motör sinirler vasıtasıyla küçük damarların büzülmesini veya genişlemesini temin ederler. Zevk yüz derisini kızartır. Hiddet ve korku ise beyazlatır. Bazı kimselerde fena bir haber koroner damarlarının büzülmesine, kalbin kansız kalmasına ve ölüme sebep olabilir. Mahalli dolaşımın  çoğalması veya azalması ile ruhi haller bütün guddelere tesir eder. İfrazatı artırır veya durdurur veya kimyevi faaliyetlerini değiştirir.


Joltrairt, manevi bir darbenin kanda belirli bir değişiklikler meydana getirdiğini ispat etmiştir. Büyük bir korku geçiren kimselerde akyuvarların azaldığını, damar tansiyonunun düştüğünü, kan plazmasındaki pıhtılaşma süresinin azaldığını müşahade etmiştir. Seromun fiziko-şimik halinde ise daha derin değişiklikler meydana geliyordu. “kanı bozulmak” deyimi kelimenin  tam anlamıyla doğrudur. Düşünce organik lezyonlar doğurabilir.


Modern hayatın istikrarsızlığı, bitmeyen telaş, güvensizlik, mide ve barsaklarda asabi ve bünyevi düzenizliklere  yol açan şuur hallerini yaratıyorlar. Hazımsızlık da yaratıyor. Barsaklardaki mikropların kan dolaşımına karışmasına yol açıyorlar. Kolitlerle bunlara refakat eden böbrek ve mesane enfeksiyonları, zihni ve manevi dengesizlik nedenleridir.


Bazı manevi faaliyetler dokularla organlarda fonksiyonel olduğu kadar anatomik değişiklerle beraber olabiliyor. Bu organik fenomenleri en değişik durumlarda görebiliyoruz ki, bunların arasında dua etmek de vardır. Duadan bazı formüllerin makine gibi ezbere okunmasını değil, dünyanın asil ve yüce prensibinin temaşası içinde şuurun kendisinden geçmesini, mistik bir yükselişi anlamadır. Bu psikolojik hal entelektüel bir hal değildir. Filozoflar ve ilim adamları tarafından anlaşılamıyor, yanaşılamıyor.


Denebilir ki, basit insanlar Allah’ı güneşin ısısı gibi kolayca hissedebilir, bir dostun iyiliği gibi anlayabilirler. Organik tesirleri olan dua bazı özel karakterler de arz ediyor. Evvela bu dua hiç menfaat gözetilerek yapılmaz. Tuval ressama, mermer heykeltraşa nasıl kendini verirse insanda Allah’a öylece sığınır. Aynı zamanda şefaat dileyerek kendisinin ve bilhassa başkalarının ihtiyaçlarını arz eder.


Genellikle şifa bulan kendisi için dua eden değildir. Bu çeşit dua ön şart olarak nefis feragatini, yani münzeviliğin en yüksek bir şeklini gerektirir.  Mütevazi insanlar, cahiller, fakirler bu feragate zenginlerden ve entellektüellerden çok daha yakındırlar.


Patolojik haller üzerine duanın tesiri hakkındaki bu günkü telakkimiz, kemik veya potansiyel verem, soğut abseler, iltihaplı yara, lüpüs, kanser v.s. gibi çeşitli hastalıkların ani denecek kadar çabuk iyileştiklerini gösteren müşahadeye dayanmaktadır. Anatomik lezyonların kapanma yüzdesinin normal lezyonların kapanma yüzdesinden çok daha yüksek olduğu şüphesizdir. Fakat bunun için bizzat hastanın dua edebilmesinin yanı sıra hastanın yanında bir başkasının da dua etmesi de önemlidir. Bu gibi olayların manası yüksektir.


Yukarıdaki satırlar Nobel ödüllü yazar Alexis Carrel’in “İnsan Denen Meçhul” adlı eserinin 108-109-110-111. Sayfalarından aynen alınmıştır.


Alexis Carrel :


Heyhat ki ne heyhat, Nobel ödüllü bir bilim adamı olarak insanın fiziki ve psikolojik yapısını anatomik olarak inceledikten sonra hasta olmanın iyileşmeye giden yolda duanın gücünü ve Allah’a kurbiyeti çok veciz bir şekilde ele alıyor ve anlatıyor. Bizim gönül dünyamızdan bir bilim adamı bunları söylediğinde gerici, yobaz olarak ötelenebiliyor. Bizim millet olarak en büyük talihsizliğimiz tanzimatla başlayan ve laiklik ilkesinin bize monte edilirken dinsizlik olarak algılanması sonucunda din ve bilim adamlarımızın birbirine, eşyaya ve sosyal hayata bakışları hep çatışkan ve bulanık oldu. Birde: ikinci olarak en büyük talihsizliğimiz millet olarak sevgide ve nefrette ya ifratı ya da tefriti yaşayan yapımızın olması ile kamplara bölündük ve cennet vatanın güzel insanları akli, kalbii ve gönül olarak birbirine uzaklaştı.  Sevince çok seviyoruz, nefret edince de nefrette aşırı gidiyoruz. Bir takımı tutuyoruz ölümüne, bir fırkaya bağlanıyoruz ölümüne, bir kadını seviyoruz ‘sensiz cennet bile sürgündür bana’ diyecek kadar. Bu duygu durum tutarsızlığımızla beraber dinsizlik algısı ile gelen laiklik algısı birleşince telafisi mümkün olmayan yaralarımızı sarmakla geçiyor ömrümüz… Bilimi ve maneviyatı Nobel ödüllü Alexis Carrel gibi anladığımız zaman kendimize, eşyaya ve hayata bakışlarımızdaki bulanıklık gidecek ve iç barışımız sağlanacaktır.


Sayfa 110’da Alexis Carrel diyor ki:  “Tuval ressama, mermer heykeltıraşa nasıl kendini teslim ederse insanda yüce Allah’a öylece sığınır”


Bu satırın yerine bizim gönül dünyamızda darb-ı mesel olan “gassalın önünde meyyit gibi teslim olma” hali tabiri Allah’a teslimiyet anlamında ne kadar benzeş… Ama  bu teslimiyet Allah’a olması gerekirken kişilere ve şahıslara teslimiyet olarak algılanmış ve algılanıyor. Bu durumun sonunda özeleştirilerin yapılamadığı güç zehirlenmeleriyle robotik bir türeve evrilme başlıyor. Çünkü laikliğin dinsizlik olarak algılandığı zeminde manevi eksikliğini gidermek isteyenleri böylesine bir teslimiyete götüren süreç çok çabuk ilerliyor. Laiklik dinsizlik olarak algılanmasa, din ve bilim adamları radikal söylemlerden uzak olsa dini gruplaşmaların ifrat ve tefrit algıları da kırılacaktır. Çünkü bilim adamları da en az din adamları kadar ufka sahip olduklarında küçük gruplaşmaların duygu sömürüsü kendine yaşam alanı bulamayacak ve ellerinden duygu sömürüsü oyuncakları alınmış olacaktır. Bir alim güzel bir ifadesinde şöyle diyor: “Ruhu kemalata sevk edip serbest bırakmanın sonu saadet dairesidir.” Yani hasat için ekin eken olmamalı, sen ekinini ek ruhu kemalata sevk edip serbest bırak. İradeleri mihnet altında bırakma…


Yine Alexis Carrel’in 111. Sayfasına dönelim. Diyor ki:


“…Fakat bunun için bizzat hastanın dua etmesinin yanı sıra hastanın yanında bir başkasının dua etmesi de önemlidir. Bu gibi olayların manası yüksektir.”


Bu sözü alalım “En makbul dua beklentisiz olarak bir başkasının iyiliği için yapılan duadır” hadis-i şerifiyle yan yana koyalım. Adam esrarengiz noktayı yakalamış. Ne mutlu… Ne mutlu laikliği dinsizlik olarak algılamayan bilim adamlarına…