Küreselleşen dünyada ülkelerin etkililiği artık yalnızca askeri ve ekonomik büyüklükle ölçülmüyor. Son yirmi yıldır ülkelerin itibarı ile ilgili dillendirilegelen bir diğer önemli güç de 'yumuşak güç' kavramı. Kültürel boyutuyla bakıldığında dilin, filmlerin eğitim boyutuyla bakıldığında ise ülkelerin sahip olduğu 'uluslararası öğrencilerin' yumuşak gücü tanımlamada en önemli unsurlar arasında sayıldığı görülüyor.

2017 yılında yapılan 'The Soft Power 30' adlı araştırma, yumuşak güce sahip 55 ülke arasında Türkiye'nin kırk altıncı sırada; başka bir araştırma ise otuz ülke arasında otuzuncu sırada olduğunu göstermekte. Türkiye; Yunus Emre Enstitüsü, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Maarif Vakfı gibi uluslararası kuruluşlarla dil öğretimi ve öğrenci merkezli yumuşak gücünü hızla kullanmaya başladı.

Yumuşak güce önem veren ülkelerin başında gelen ABD'de uluslararası öğrencilerin yükseköğrenim sistemi içindeki maddi payı, 2018-2019 eğitim-öğretim yılında, 41 milyar doları geçmiş durumda. Halihazırda 170 binler bandında seyreden ve 2023 hedefini 200 bin öğrenci olarak açıklayan Türkiye'nin ise 2019'da uluslararası öğrencilerden elde ettiği gelir yalnızca 3 milyar dolarda kalmış.

Yumuşak güç kavramının bir ülkeye katkılarını sadece maddi bir faydaya indirgemek, mevzunun hassasiyetini tam olarak anlamamak demektir zira uluslararası öğrenci mevzusu derin ve çok yönlü bir konuyu oluşturmakta. Bu derinliği iyi anlayarak konunun önemine daha fazla vakıf olabilmek için ABD, Fransa, Almanya gibi ülkelerdeki bazı büyük üniversitelerin kampüslerinde yürümek ve uluslararası öğrenciler olmadan hem üniversite hayatının ne kadar keyifsiz olduğunu duyumsamak hem de bu grubun bulundukları ülkelerin entelektüel dünyasına neler kattığını, kültürlerin ve dillerin birbiriyle nasıl kaynaştığını, sosyal konulara ilişkin tartışmaların nasıl da farklı boyutlara ulaştığını görmek gerekiyor. Türkiye'nin giderek ağırlığını hissettirdiği Afrika coğrafyasında bir çok ülke tarafından kullanılan dillerden birini, mesela Svahili dilini, öğrenmek için uluslararası ilişkiler bölümünde okuyan bir öğrenci; artık Kenya'ya gitmek zorunda değil. Öğle yemeğindeki sohbetler bile Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun sözünü ettiği üçüncü bir dili öğrenmek için kişiye eşsiz fırsatlar yaratabilir:

En azından üç dil bileceksin

En azından üç dilde

Ana avrat dümdüz gideceksin

Kampüsle de kalmayıp uluslararası öğrencilerin içinde yaşadıkları topluma neler verdiklerine de şahit olmak gerek elbet. Görelilik kuramı üzerine çalışan ve 20.yüzyılın en büyük alimlerinden sayılan Albert Einstein, günümüz bilgisayarlarının fikir babası kabul edilen Macar doğumlu John Von Neumann, fiber optik kabloların ve nano teknolojinin gelişmesine katkıları ile tanınan Thomas Mensah, 60 bine yakın kişiye istihdam sağlayan Elon Musk ve niceleri uluslararası öğrencilerin geldikleri ülkeye neler kazandırdığının yalnızca küçük birer örneği. Tıpkı koronavirüs aşısını geliştirdikleri için göçmenlere olan bakış açısını değiştiren yumuşak gücün bugünlerdeki iki kahramanı Uğur Şahin ve Özlem Türeci gibi.

Türk yüksek öğreniminin giderek ayrılmaz bir parçası haline gelen uluslararası öğrenci mevzusunu bu çerçevede anlamalı ve bu gücü artırmak için stratejilerimizi iyi belirlemeliyiz. Koyulan hedefler güzel ama YÖK, yönetmelik ve yönergelerle de bir an önce eğitim danışmanlık şirketlerinin üniversitelerle çalışabilmesinin alt yapısını oluşturarak büyük ülkelerin yaptığı gibi öğrenci teminini profesyonel bir yapıya oturtmalı. Bu gücün farkında olmaktan uzak ve sınıflarını dolduramayan üniversite yöneticilerine de hem bu durum iyice anlatılmalı hem de üniversitelerin danışmanlık şirketleri ile profesyonel ve sistemli bir şekilde çalışmalarının önü açılmalı. Aksi takdirde birileri yakında Eyüboğlu'nun şiirinin son kıtasını bu işin gecikmesinde pay sahibi olanlara fısıldayabilir:

En azından üç dil bileceksin

En azından üç dilde

Ana avrat dümdüz gideceksin

En azından üç dil

Çünkü sen ne tarih ne coğrafya

Ne şu ne busun

Oğlum Mernuş

Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.