Atatürk, Anadolu’ya geçerken kafasındaki devlet biçimi tam bağımsız, ulusal egemenliğe dayalı, laik ve demokrasi ile yönetilen bir cumhuriyet idi. Bu düşüncesini gerçekleştirmek için de Türk ulusunu tam bağımsız kılacak, ulusal, çağdaş, laik; akla, bilime, fenne ve sevgiye dayalı; üretken, çok okuyan, düşündüren, sorgulayan, araştıran ve halkı bilgisizlikten kurtaran bir eğitimi gerçekleştirmek istiyordu. Bu nedenle de daha Kurtuluş Savaşı günlerinde, Sakarya Alan Savaşı öncesinde bunun planlamasını yapmış, nasıl bir eğitim istediğini 16 ve 18 numaralı defterlerine not etmiştir.

Başöğretmen Atatürk1Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, İzmir Erkek Lisesini ziyaretinde dersi izliyor. (Anadolu Ajansı-Cemal Işıksel)
 

15 Temmuz 1921’de Ankara’da Birinci Eğitim Kongresini yapmıştır. Bu toplantının açılışında şöyle diyor: “Şimdiye kadar uygulanan öğretim ve eğitim yöntemlerimizin ulusumuzun gerileme tarihinde en önemli etken olduğu kanısındayım. Onun için bir millî eğitim programından söz ederken, eski devrin boş inançlarından ve doğuştan gelen özelliklerimizle hiç ilgisi olmayan yabancı düşüncelerden, Doğu’dan ve Batı’dan gelen etkilerden uzak, millî kültürümüze, tarihimize uygun bir kültür kastediyorum.
 

Millî dehamızın gelişmesi ancak böyle bir kültür ile mümkündür. Yabancı kültür, eski yöntemlerin etkisini artırır. Yaratacağımız kültür, millî kültür zeminiyle, o zemin ise milletin karakteriyle orantılı olmalıdır. Çocuklarımızı ve gençlerimizi yetiştirirken birliğimize, varlığımıza saldıran her kuvvete karşı savunmak yeteneğiyle donanmış bir nesil yetiştirmeye muhtaç olduğumuzu unutmayalım (Ali Mithat İnan, Atatürk’ün Not Defterleri, 16 Numaralı Defterin içeriği, s. 198).”
 

18 Numaralı Defterine kurulacak Türkiye Devleti’nin bayındır, çağdaş, ulusal eğitimli, sanatta ileri duruma getirmek için yapılması gerekenleri yazmış ve okulun, iktisadın, sanatın, imar işlerinin, bilimin ve maarifin gerekli olduğunu öncelikle bilgisizliğin yok edilmesi gerektiğini vurgulamıştır (Ali Mithat İnan, s.93-97).”
 

Atatürk, İstanbul’dan Bursa’ya gelen 517 erkek ve kadın öğretmenleri,  22 Ekim 1922 günü kabul eder. Onlarla konuşur. Konuşmasının ana konusu eğitim öğretimdir. Konuşmanın başında şöyle der: “Bugünün evlatlarını yetiştiriniz Onları, memlekete, millete yararlı uzuvlar yapınız. Bilirsiniz ki milletimiz büyük bir felaket geçirdi. Devletimiz yok olma tehlikesine maruz aldı. Memleket ricali için ehemmiyetli olması gereken bu büyük felaket, kendisinden başka bir şey düşünmeyenler için önemsiz sayıldı. Varlığımız aleyhine birçok cinayetler işlendi. Çok çalıştık, başardık.”
 

Bir milleti uğradığı herhangi bir felaketten kurtarmakta, bir milleti uyarmakta, devlet büyüklerinin sahip olduğu büyük önem yadsınamaz. Hatta diyebiliriz ki bugünü görmek,  millet büyüklerinin iffet ve namusu, vatanseverlik çabası, bilhassa çıkarları hor görme hisleri sayesinde kolay olmuştur. Bugün ulaştığımız nokta, gerçek kurtuluş noktası değildir Artık tamamen kurtulmuş olarak milletimizi tamamen güven içinde görüyoruz demek bir gaflettir.”
 

 “Bir milletin felakete maruz kalması demek, o milletin hasta, marazlı olması demektir. Dolayısıyla geçek kurtuluş, toplumdaki marazı ele alıp incelemek ve tedavi etmekle elde edilir. Marazın tedavisi de ancak bilimsel ve fenni bir tarzda yapılacak olursa şifa verici olur. Bilim ve fennin dışında bir tedavinin hiçbir zaman, hiç bir marazı tedavi edemeyeceği malumdur. Bilakis maraz müzmin olur ve tedavi edilemez bir duruma gelir.”
 

Bir toplumu millet yapan, devlet yapan, ilerleten, yükselten kuvvetler vardır: Fikir kuvvetleri, toplumsal kuvvetler. Fikirler, anlamsız, mantıksız, yararsız, zararlı birtakım safsatalarla dolu olursa o fikirler marazlıdır. Toplum yaşamı da akıl ve mantıktan, insanlıktan, uzak, yararsız ve zararlı birtakım akideler ve ananelerle dolu olursa felç olur.”
 

“Memleketi ve milleti kurtarmak isteyenler için hamiyet, iyi niyet, gayret, fedakarlık gereklidir; ancak bir toplumdaki marazı görmek, onu iyileştirmek, toplumu yüzyılın icaplarına göre ilerletebilmek, yükseltebilmek için bu özellikler yeterli değildir. Bu özelliklerin yanında BİLİM VE FEN GEREKLİDİR. BİLİM VE FEN GİRİŞİMLERİNİN ÇALIŞMA MERKEZİ İSE OKULDUR.”
 

“Okul, genç beyinlere, insanlığa hürmeti, millete ve memlekete muhabbeti, özgür yaşamayı, bağımsızlık şerefini öğretir. Bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu, kurtarabilmek için takibi en uygun olan, en sağlıklı yolu belletir. Memleketi ve milleti kurtarmaya çalışanların aynı zamanda mesleklerinde namuskar uzman ve alim olmaları gerekir. Bunu da temin eden yine okuldur.”
 

Ulusumuzun siyasal, toplumsal yaşamında, ulusumuzun düşünsel terbiyesinde de yol göstericimiz bilim ve fen olacaktır. OKUL SAYESİNDE, OKULUN VERECEĞİ BİLİM VE FEN SAYESİNDE TÜRK ULUSU, TÜRK SANATI VE EKONOMİSİ; 
TÜRK ŞİİRİ VE EDEBİYATI BÜTÜN GÜZELLİĞİYLE GELİŞECEKTİR.”
 

“Bir ulusun kurtuluşu, ulusal eğitime önem vermekle olur. Uygulanacak eğitim programı, toplumsal hayatımıza uygun düşmeli, yüzyılın icaplarına uymalıdır. Bütün dünyaya gözlerimizi kapayıp yalnız yaşadığımızı farz edemeyiz. İleri, uygar bir ulus olarak uygarlık sahasının üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak bilim ve fen ile olur. Bilim ve fen nerede ise oradan bulup alacağız ve her ulus bireyinin kafasına koyacağız Bilim ve fen için sınır ve koşul yoktur.”
 

“Bu gerçeklerin ulusça iyi ve doğru anlaşılması için bilgisizliği yok etmek gerekir. Ulusal eğitim siyasetimizin temel taşı bilgisizlikle savaşım olacaktır. Ulusal dehamızı geliştirecek, kültürlerimizi layık olduğu dereceye ulaştırmak için yüksek meslek erbabını da yetiştireceğiz. KIZ ÇOCUKLARIMIZI DA AYNI TAHSİL DERECELERİNDEN GEÇİREREK YETİŞTİRECEĞİZ.”
 

Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz tahsilin derecesi ne olursa olsun her şeyden önce ulusuna, vatanına, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükûmetine düşman olanlarla mücadele etmek gereğini öğreteceğiz.”

BİREYLERİ BU MÜCADELE NEDENLERİ VE VASITALARIYLA DONATILMAMIŞ ULUSLARIN BEKA HAKKI YOKTUR.”
 

“Öğretmen hanımlar ve öğretmen beyler, ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için zemin hazırladı. Ordularımızın zaferini siz tamamlayacaksınız. Gerçek zaferi siz kazanacaksınız, devam ettirecek ve başarılı olacaksınız(ABE 14, s. 41-46; ASD II, s. 46-50).”
 

Atatürk, Türkiye’nin geleceği ile ilgili düşüncelerini her ne kadar Ankara’da topladığı Birinci Eğitim Kurultayında ve 22 Ekim 1922’de Bursa’da öğretmenlere seslenirken açıklamış ise de 2 Şubat 1923’te İzmir halkı ile sohbet ederken, kendi düşüncelerini dikte etmekten çok, orada bulunanların gelecek için neler istediklerini ve ne düşündüklerini istemiş, üçü hanım olmak üzere on dokuz kişi 30 dolayında soru yöneltmiştir. Atatürk, o sorular doğrultusunda açıklamalarda bulunmuştur. Bu sorulardan iki örnek verelim:
 

Kız Lisesi Müdürü Hanım: “Büyük devrimde kadının hareket hattı nasıl olmalı?
 

Öğretmen Hikmet Bey; “Türkiye nasıl çocuk istiyor? Millî eğitimin unsurları nedir? Millî kültür ne demektir?
 

Atatürk, kadınlar ve çocuklarla ilgili soruları şöyle yanıtlıyor: “Bir toplum, yalnız iki cinsten birinin insani icapları, çağdaş icapları almasıyla yetinirse bu toplum yarıdan daha aşağı bir zaaf içindedir. Toplumun güçlü olabilmesi, bu iki unsurun çok güçlü olmasıyla mümkündür. Herhangi bir ulus, cidden ilerlemek, uygarlaşmak ve gelişmek isterse bu arz ettiğim noktayı temel olarak benimsemek zorundadır. Şimdiye kadar bizim ulusumuzun giriştiği çalışmalarda başarılı olamaması, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz kusurdan kaynaklanmaktadır.
 

İnsanlar, dünyaya yaşamak için gelmişlerdir. Yaşamak demek, yükselmek demektir. Bir sosyal topluluğun bir uzvu çalışmazsa o mevcudiyet tam olarak hayatta değildir. Büyük kısmı felce uğramış demektir ve öyle felçli bir sosyal topluluğu, mutlaka ilerlemeye, medenileşmeye götüreceğim diye çalışanlar, çoğu kez boşuna bir çalışma içindedirler.”
 

“Kadınlarımız da hususi vazifeleri yanında, sosyal yaşamın üstünlüğü, refahı, mutluluğu için gereken genel ve ortak vazifeye de girecektir. Kadınların ev işleri dışında en önemli vazifesi anneliktir. Bir ulusun ilkokulu anne kucağıdır. İnsan yetiştirmede eğitim ve öğretim başlangıcı çok önemlidir. İlk terbiyenin üstün şekilde olmaması, ilk terbiyenin fena verilmesinin, yanlış verilmesinin, doğuracağı mahzurlar, hiç verilmemesinden daha çok ve daha büyüktür.”   
 

“Anne kucağında taşıdığı çocuğa söylediği her kelimesiyle bir ders vermektedir. Çocuklar, analarının her hareketinden bir ders almaktadırlar. Öyle dersler ki en yanlışların yeri en derindedir. Bunun üzerine kuvvetli millet yapmak istiyoruz. Bunu kim yapacak? Milletin fertleri yapacak. Farz edelim ki erkekler yapacak. O halde erkeklerin nasıl yetişmesi lazımdır, ne için yetişmesi lazımdır, ne yapacaktır? Bunları kadının bilmesi lazımdır. Bu itibarla kadınlar alim olacaktır. Fenni bilecektir. Erkeklerin geçebileceği bütün tahsil derecesinden geçecektir. Sonra kadınlar, sosyal hayatta erkeklerle birlikte yürüyecektir ve sürekli birbirinin yardımcısı, yol göstericisi olacaktır. Bizim dinimiz, hiç bir zaman kadınların erkeklerden geri kalmasını istememiştir( M. Kemal Atatürk, Türkiye’nin Geleceği, s. 37-38; ASD II, s. 87-95).”  
 

Atatürk, eğitimci bir Başkomutan ve devlet kurucu kimliğiyle Türk ulusunun bağımsızlığı, özgürlüğü, ilerleyip yükselmesi için akıl ve bilime dayalı, çağdaş ve laik bir eğitimin zorunlu olduğunu biliyordu. Yukarıda verilen açıklamalarından da anlaşılacağı gibi bilgisizliği yok etmek, kızlarımızın, anne adaylarının ve kadınlarımızın çağdaş bilgilerle donatılması gerektiğini;  sosyal ve iş yaşamında yer alarak ülkenin ve ulusun kalkınıp gelişmesine, ilerlemesine katkı sağlamasını, kendi kararlarını kendisinin verebilmesini ve ekonomik özgürlüğüne sahip olmalarını istemektedir.
 

Atatürk, Türk çocuklarının çağdaş, laik, çok okuyan, araştıran, düşünen, sorgulayan; üretken; ulus ve vatan sevgisi, tarih ve dil bilinci yaratan bir eğitimden geçmesini istemektedir.
 

Atatürk, çocuklarımızın ve gençlerimizin göreceği tahsil derecesi ne olursa olsun, ulusuna, vatanına, Türkiye Büyük Millet Meclisine ve onun hükûmetine düşman olanlarla mücadele etmenin en uygun yollarını öğretilmesi gerektiğini, bu mücadele nedenleri ve araçlarıyla donatılmamış bireylere sahip ulusların beka hakkının olmadığını da vurgulamaktadır.
 

Günümüzde eğitim iyice dinselleşmekte, laik ve çağdaş olmaktan uzaklaşmaktadır. Çağdaş, laik ve yüzyılın koşullarına uymayan bir eğitim uygulaması, ulusu ve devleti geriye götürür. Tek çözüm yolu Atatürk düşünce sistemine, Atatürk’ün eğitim anlayışına, Atatürk’ün ilkelerine ve devrimlerine bağlı kalarak akıl ve bilimi temel alan uygulamaya yönelmektir.
 

Sonuç: TÜRKİYE’NİN VE TÜRK ULUSUNUN GELECEĞİ ATATÜRK’E BAĞLIDIR.
 

Değerli öğretmenlerimiz, Öğretmenler Gününüz kutlu olsun.
 

Başta Başöğretmenimiz Atatürk olmak üzere çağdaş, laik, çok okutan, düşündüren, araştıran, sorgulayan, üretken bir eğitim sistemini uygulayan Mustafa Necati’yi, Hasan Âli Yücel’i, İsmail Hakkı Tonguç’u yaşama veda etmiş diğer eğitimcileri saygıyla minnetle anıyoruz. Ruhları  şad, mekanları cennet olsun.