Cumhuriyete giden yol güllük gülistanlık değildi. Önünde birçok engel vardı.Atatürk'ün belirttiği gibi 'Cumhuriyetimiz, emeksiz kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için çok kan döktük Her yana kanımızı akıttık.' Çünkü Türk ulusu ve Türk yurdu tarihten silinme, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Ülkesini ve yönettiği ulusunu kurtarmak için girişimde bulunması gereken İstanbul Sarayı, emperyalist el koyucularla işbirliğine girişti. Türk ulusu, Çanakkale'de ve Kurtuluş Savaşı'nda Atatürk'ün önderliğinde emperyalist el koyucuları, onların yandaşları ve uşakları ile amansız bir kanlı savaşıma girişti; onları yurttan kovdu.

Atatürk ve Türk ulusu, Lozan'da tam bağımsızlığını kabul ettirdi. 28 Ekim akşamı devlet adının Cumhuriyet olacağı açıklandı. 29 Ekim 1923'te çağdaş Türkiye Cumhuriyeti tüm dünyaya duyuruldu.Atatürk diyor ki: 'Çağdaş bir Cumhuriyet kurmak demek, ulusun insanca yaşamasını bilmesi, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu öğrenmesi demektir(Prof. Dr. U. Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, s. 186).'

Atatürk ve Türk ulusu, Lozan'da tam bağımsızlığını kabul ettirdi. 28 Ekim akşamı devlet adının Cumhuriyet olacağı açıklandı. 29 Ekim 1923'te çağdaş Türkiye Cumhuriyeti tüm dünyaya duyuruldu.Atatürk diyor ki: 'Çağdaş bir Cumhuriyet kurmak demek, ulusun insanca yaşamasını bilmesi, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu öğrenmesi demektir(Prof. Dr. U. Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, s. 186).'

'İnsanca yaşamak; her alanda insanın özgürleşmesi; toplum ve devlet yaşamında, inançlarda, değerler sisteminde, ahlakta erdemli olması; dogmalardan kurtulması ve aklı, bilimi, bilimsel ve laik düşünceyi dünyasal işlerde yol gösterici olarak benimsemesi; insan olmaktan gelen maddi ve manevi tüm gereksinmelerine olumlu yanıt verecek düzenin kurulması demektir (Prof. DR. Suna Kili, Atatürk Devrimi, s. 10).'

Akla şöyle bir soru gelebilir: Millet, Cumhuriyet'e kadar insanca yaşamıyor muydu? Yaşamıyordu. Çünkü Türkler, İslamiyet'i benimsedikten sonra Bağdat Medresesi yörüngesine girmiş; dünyevi işlerle değil, daha çok ahiret işleriyle ilgileniştir. Başka bir anlatımla medreseler, insanları yaşama hazırlamak yerine ahirete hazırlama yolunu seçmiştir. 'İnsan, bu dünyada ne kadar perişan, sefil yaşarsa yaşasın, önemli değildir, önemli olan ahiret yaşamıdır'düşüncesini insanlara benimsetmişlerdir.

Diğer yandan İran medreseleri, Selçuklu Devletlerinde Farsçayı benimsetmiş, bu durum Türkçenin unutulmasını, sağlamıştır. Eğer Kaşgarlı Mahmut, Ali Şiir Nevai, Hoca Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Pîr Sultan Abdal, Karamanoğlu Mehmet, Âşık Paşa, Hace(*) Bektaş Veli ve halk ozanları olmasaydı bugün Türkçe diye bir dil olmayacaktı.

Osmanlı Devleti de medrese zihniyeti etkisinde kalmış, Arapçayı benimsemiş, Saray çevresi ve aydınlar Arapça ve Farsça yazıp söylemişler. Halk unutulmuş, halk için yararlı bir girişimde bulunulmamış. Halk için, okul, hastane, eczane, kütüphane gibi insani koşullar oluşturulmamış; ticarethane ve fabrikalar kurulmamıştır.Halk cahil bırakılmıştır. Halka sadece vergi ya da asker için gidilmiştir. Kadınlara gelince, onlar, Arap geleneğinde olduğu gibi alınıp satılan bir mal durumuna düşürülmüş, süs ve zevk aracı olarak görülmüştür. Kadınların adı anılmaz olmuştur. Evlilik çok eşleydi, kocası 'boş ol!' deyince bir kenara itiliyordu. Hiçbir ekonomik hakkı yoktu, insan yerine de konmuyordu. Söz gelimi nüfus tespiti yapılırken erkekler ve hayvanlar sayılıyor ama kadınlar sayılmamıştır.Oysa İslamiyet öncesi Türk aile yapısında 'Evlilik tek eşliydi. Kadınlar erkeklerle aynı haklara sahipti. Evleri karı kocanın ikisine aitti. Çocuklar üzerinde her ikisinin de velayet hakkı vardı. Erkek karısına saygılıydı. Kadınlar özgür ve serbest idi. Kadınlar, örtünmeye ait hiçbir koşula bağlı değildi.(Z. Gökalp, Türkçülüğün Esasları, s. 112-114).'

Avrupa, Rönesans ve Reform hareketleri sonrasında bilim, güzel sanatlar ve teknoloji alanında hızla ilerlerken, Osmanlı, medreselerin etkisi altında akla ve bilime sırtını dönmüş; Avrupa karşısında sürekli toprak yitirerek gerilemeye başlamıştır. Durumu kurtarmak amacıyla teknik yüksekokullar açılmaya başlamışsa da o okullara gelecek öğrenciler pozitif bilimlere ve akla sırt çeviren, yenilik karşıtı medrese çıkışlıdır. Medrese zihniyeti o derece egemen olmuştur ki İstanbul'da bir üniversite kurulmasına, sürekli karşı çıkmışlar, kurulsa bile hemen kapatılmasına neden olmuşlardır.

Bu durum, Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti kurulana kadar sürüp gelmiştir. Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti, en büyük Türk Devrimi'dir. Zaten devrim de uygarlaşmak demektir.Bir toplumun uygarlaşması için insanlık hukuku, ulusal kültür ve ulusal ekonomi oluşturması gerekir. Toplum, bireylerden, ailelerden ve yönetimden oluşur. Yönetim, bireyin ve ailenin çağdaş gereksinmelerini ve özgürlüğünü karşılamakla yükümlüdür.

Atatürk Cumhuriyeti, çağdaşlaşmanın, uygarlaşmanın gereği olan çağdaş birey, çağdaş aile ve çağdaş toplum ve çağdaş ulus oluşturmak için bir dizi devrimler ve yenilikler getirmiştir. Her şeyden önce insan ilişkileri ile ilgili gerekli yasalar düzenlenmiş, aile yapısı Medeni Yasa ile güçlendirilmiş; eğitim öğretim ulusallaştırılmış ve laikleştirilmiştir. Ulus Okulları, Eğitmen Kursları, hızlı ve nitelikli okullaşma ve Köy Enstitüleri ile tamamlanan büyük bir eğitim hamlesibaşarıya ulaşmıştır. Okuma yazma oranı yükselmiş; yazı dili ile konuşma dli aynı duruma getirilmiştir. Cumhuriyetin aydınları, yazarları, sanat erleri halkı, aydınlatmaya girişmişlerdir. Kadınlar da erkekler gibi eşit duruma getirilmiş eğitim ve çalışma alanında her işi yapabilecek düzeye çıkarılmıştır. Kadınlarımıza pek çok dünya ülkesinden önce siyasal haklar kazandırılmıştır.

Atatürk, bireylerin özgürlüğünü, toplumun bağımsızlığını sağlamak için çaba harcamıştır. Özgür bireylere sahip olmayan, aklını kullanamayan, düşünemeyen bireylerin oluşturduğu toplumlar, tam bağımsızlığa kavuşamazlar. Atatürk, Ankara'ya ilk geldiğinde halka seslenirken şöyle diyor: 'Bir ulus, varlığı ve hukuku için tüm kuvvetiyle, bütün düşünce ve maddi güçleriyle ilgilenmezse, bir ulus kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa, şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. BİREYLER, DÜŞÜNÜR OLMADIKÇA, TOPLULUKLAR İSTENİLEN YÖNE, HERKES TARAFINDAN İYİ YA DA KÖTÜ YÖNLERE SÜRÜKLENEBİLİR (ASD II, s. 11).'

Ulusal kültür yaratmak için Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu kurulmuş; Türkçenin yabancı dillerin boyunduruğundan kurtulmasını sağlanmış, ibadet dili Türkçeleştirilmiştir. İnsanımız, dininin temel kitabını kendi diliyle okumaya başlamıştır. Arkeolojik kazılar ve araştırılmalar yapılmış; kültür mirasımızın sergilendiği müzeler açılmıştır. Sanatta, bilim ve teknikte ilerlemek için gerekli insan gücünü yetiştirmek amacıyla çağdaş üniversiteler kurulmuş; Avrupa'ya öğrenciler gönderilmiştir.

Ulusal ekonomiyi oluşturmak için denizyolları, limanlar, demiryolları ulusal duruma getirilmiş, ağır sanayi olmak üzere tüm sanayi alanlarında büyük atılımlar yapılmıştır. Fabrikalar kurulmuş, Yerli bankalar açılmıştır.

Atatürk, diyor ki: 'Biz Cumhuriyeti, süs olsun diye yapmadık. Halktan yana bir idare kurmak için yaptık (İsmet Bozdağ, Atatürk'ün Fikir Sofrası, s. 44).' Bunun içindir ki Türkiye Cumhuriyeti, bir şahıs devleti değil, halk devletidir, halkın egemenliğine dayanır.

Atatürk, aslında şöyle diyor: Biz, köylünün fakirleşmesi, traktörüne, çift hayvanlarına el koymak; köylüyü üretemez duruma getirmek, köylünün ürününü değersiz kılmak için değil; gerçek üretici olan köylüyü, ulusun efendisi durumuna yükselmek için cumhuriyeti kurduk. Biz, esnafımız zor durumda kalsın, iş yerlerini kapatsın, çalışamaz duruma gelsin diye değil; işçimizin, esnafımızın, köylümüzün hakkı olan refaha kavuşması için cumhuriyeti kurduk.

Çağdaş olmanın ve uygarlığın gereği, yasa karşısında herksin eşit olması ve demokrasi kültürünü benimsemesidir. Cumhuriyet, çok partili demokrasi sistemini benimsemiştir. Bu nedenle iki kez denemeye girişilmiştir; ancak, yeni kurulan siyasi partilerin yöneticileri eski alışkanlıklarını bırakmayıp medrese zihniyetine sarılmışlar ve ahiret yaşamını öne çıkararak gerici bir adım atmışlardır. Bu nedenle de kapatılmak zorunda kalınmıştır.

Medrese zihniyeti, Köy Enstitülerini kapatırmış, Atatürk devrilerini ve ilkelerini yıpratıcı faaliyetlere başlamıştır. Yavaş da olsa bu durum günümüze kadar gelmiştir. Günümüzde ise medrese zihniyeti tüm açıklığıyla hareket etmektedir. Eğitim dinselleştiriliyor, okullara zorunlu Arapça dersleri konuyor, anaokullarına mescit açılması zorunluluğu getiriliyor. Pozitif bilimlere yeteri kadar değer verilmiyor. Yeni kuşak yaşam için değil, ahiret için yetiştiriliyor.Eğitim öğretim, ilköğretimden yükseköğretime kadar niteliğini yitirmiş; toplum ekonomik sıkıntılar içinde kıvranmakta, gençlerimiz, nitelikli insan gücümüz Batı ülkelerinde gelecek aramaktadır.

İnsan, bu dünyanın varlığıdır. Bu dünyanın ürünüdür. Burada her alanda insanca yaşamalıdır. Yönetimler bunun için çaba harcamalıdır. Söz gelimi ülkemiz deprem kuşağı üzerindedir. Her yıl küçük büyük, bazen de çok büyük yıkımlara neden olan depremler olmaktadır, on binlerce insanımız yaşamını yitirmektedir. Buna kader deyip geçemeyiz. Yönetimler, insanlarımızın sağlam, sağlıklı konutlarda, temiz çevrede yaşaması için gerekli tüm önlemleri almakla yükümlüdürler. Unutmayalım ki medrese zihniyetiyle çağda uygarlık düzeyine erişilemez, üstüne de çıkılamaz. Din ağırlık, laik olmayan eğitim, Cumhuriyetimizin 100. Yılına yakışmamaktadır.

Tez elden medrese zihniyetini bırakıp uygar, çağının çağdaşı bir toplum için harekete geçilmelidir. Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet ettiği Türk gençliği çağdaşlıktan, uygarlıktan sapılmasına asla izin vermeyecektir, vermemelidir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. Yaşı, en görkemli biçimde kutlanmalıdır. Kutlama, bir eğlence değildir, şu ya da bu nedenle ertelenemez. Cumhuriyetimizin 100. Yaşını kutlamak, bir onurdur, kendimize sahip çıkmaktır, özgürlüğe, tam bağımsızlığa ve tarihimize, tarihsel değerlerimize, ulusal değerlerimize sahip çıkmaktır. Cumhuriyeti kurmak için canını veren şehitlerimize saygıdır.

Yüce Türk ulusu, Atatürk'ün önderliğinde kurduğun Türkiye Cumhuriyeti'nin daha nice yüz yıllara erişmesi dileğiyle 100. Yaşı kutlu olsun. Yaşasın Türk ulusu! Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti! NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE!

Ulusumuzun ve yurdumuzun tarihten silinmesine izin vermeyen, Cumhuriyetimizin Kurucusu Ulu Önder Atatürk başta olmak üzere, silah arkadaşlarını, tüm şehitlerimizi, Cumhuriyetimizin kurulmasında, gelişmesinde, kalkınmasında emeği geçenleri saygıyla anıyoruz. Ruhları şad, mekanları Cennet olsun.

--------------------

*Önder, hoca, ilim sahibi, yol gösterici