Hayat Ona ağlamayı verirken, o gülmeyi seçmişti... Sol yanı, zehir-zemberek sancırken, sağ yanı karşı çıkarak gülümsemişti hep zamana..!
Gözlerini açtı ve karşısındaki etajerin üzerinde duran saate baktı kadın. Tam dokuza beş kala durmuştu. Düşündü, saat kendini tamamlamaya ya da bütünlemeye ramak kala durmuştu... Ve bir beş dakika daha sabredememişti. Aslında belki, sabretmişti de kendini, büsbütün tamamlamaya gücü mü yetmemişti zamana ramak kala... Akrep ve yelkovanıyla arşınlamaya çalıştığı zaman durmuştu onun için. Etrafına baktı saat, imdat ararcasına, yetişemiyordu zamana... Vakitler onsuz geçerken, yüreği hala akrebinin zehriyle kıvranıyordu ümitsizce... Yelkovanı ise onu biraz daha yerine mıhlarken..!
Yaşam dediğin böyle bir şey galiba, bir açıyorsun gözlerini ağlayarak. Sonra da kapatıyorsun istem dışı ve zamana yenilerek!
Kendini çevreleyen mozoleye göz attı bir ara saat... Beyaz bir zemin üzerine lacivert karanfillerle bezenmiş, Kütahya çinisiydi yıllara ilmik dokuduğu mekanı... Her şeyin bir sonu olduğu gibi, onun da mı hikayesi bitiyordu diye düşündü kadın... Oysa yıllarca hizmet vermişti bu Kütahya çinili saat, kendilerine. Tik taklarıyla birlikte bazen zamana meydan okumuş, bazen de zaman kendilerine. Aslında uzun zamandır böyle suskundu hayatlarına ilmek atan bu Kütahyalı arkadaş... Ve bi an haksızlık ettiklerini düşündü, emektar saat ve kendisine de. Onun tik taklarına aldırış etmeksizin koşup durduğu şu hayata ramak kala gecikiyordu hep... O an kararını verdi kadın; yarın ilk iş olarak, Kütahya çinili saatlerine bir pil almak, onun yelkovan ve akrebiyle buluştuğu zehir zemberek zamana, panzehir olmaktı... Zamanında dikkate almadığı tik takları bu defa kale almak zorundaydı çünkü... Zaman onun aleyhine işlerken, bunu lehe de çevirebilirdi pekala... Beyaz zemin üzerine lacivertli karanfillerle bezenmiş bu mozoleli saat ona daha başka şeyleri anımsatmıştı ne yazık ki..!
Sonra sağ göğsüne doğru derinden gelen bir sızı, onu tasdikler gibiydi. Ne badireler atlatmıştı kadın, ilmek ilmek bağlandığı hayata, çözülüyor muydu yoksa şu an?
Zamana beş kala, durmanın da pek sırası değildi şimdi... Hayatı çeyrek bile geçse, bunca zamandır yelkovan gibi kovaladığı yaşamını, akrep gibi zehir mi edecekti kendisine..!
Akrepler öleceklerini bildikleri anda, kendilerini iğneleriyle zehirleyerek veda edermiş yaşamlarına!
Emektar arkadaşına baktı bir an, sonra da avucundaki iki minik pile... İçi sızlarken ne yapacağını bilemedi o an... O kadar yorulmuştu ki; bundan sonra zamanın tik ve taklarına ayak uydurabilir miyim diye düşünürken, birden o an kararını verdi... Bu defa sol yanı da acımaya başlamıştı verdiği karardan... Aylardır kendisinden bile sakladığı sağ yanındaki şiddetli ağrı canını bir iyice yakmaya başlarken. Bu yüzden tüm cesaretiyle, avucundaki pilleri, Kütahyalı arkadaşının yanına bırakarak, onu suskunluğuyla baş başa bıraktı... Kendisi de ona ayak uydurmaya kararlı gibiydi, zamana ramak kala ve hayatı çeyrek geçe..!
Dedim ya, zehir zemberek şu hayat kendisine ağlamayı verirken o gülmeyi seçmişti... Sol yanı acırken, şimdi sağ yanı da akrep gibi kendisini zehirlemeye başlamıştı... Her şeye rağmen ve belki de zamana ramak kala o hala gülümsüyordu yaşama..!