Merkez bankalarının temel işlevlerinin başında gelen 'para basma ve bu paraları ihraç yetkisi' halen Ülkemizde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'na (TCMB) ait bulunmaktadır. Geçmişte Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne ait olan para basma yetkisi daha sonra TCMB'ye devredildi. Ancak, banknot ihracına ilişkin bu imtiyaz, süre sınırlamaları dahilinde TCMB'ye veriliyordu. Bu süre sınırlaması, 21/4/1994 tarihli ve 3985 sayılı Kanunla 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu'nda değişiklik yapılarak kaldırılmış ve banknot ihracı tamamen ve süresiz olarak TCMB'ye devredilmiştir.

Bilindiği üzere, emisyon hacmi (tedavülde bulunan banknotlar) her zaman önemli bir temel ekonomik gösterge olmuş, ilgili çevrelerce yakından izlenmiş ve bir çok parametre ile birlikte ekonominin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında konumunu korumuştur. Merkez bankalarının hazine ile olan klasik mali ilişkilerine günümüzde birçok fonksiyon eklenmiş ve merkez bankaları milli paranın değerini korumanın yanı sıra başta para ve kredi politikalarını yürütmek olmak üzere siyasal iktidarları da yakından ilgilendiren önemli bazı görevleri üstlenmiştir. Dolayısıyla, hükümetler ile merkez bankaları arasındaki bu doğal ilişkinin sınırları; doğru çizilmemişse, doğru çizilmiş olmasına rağmen bu sınırlara uygun davranılmıyorsa veya bu sınırlar değiştirilmek isteniyorsa (değiştiriliyorsa), bir başka ifadeyle; evrensel bir kural olan merkez bankalarının bağımsızlığı ilkesi ve merkez bankası ile hükümetin (hazinenin) yakın ve koordineli çalışması gerektiği gerçeği görmezden geliniyorsa; doğal olarak bu durumda bazen hükümetlerin bazen de siyasetçiler başta olmak üzere (genellikle muhalefet) çeşitli çevrelerin farklı eleştirileri gündeme gelmektedir. Günümüzde de merkez bankalarının bağımsızlığına ilişkin tartışmalar Ülkemizde ve birçok ülkede yapılmaktadır. Ülkemizde de geçmişten günümüze kadar hükümetlerin kaynak ihtiyaçlarının TCMB tarafından karşılanmasına yönelik çeşitli dolaylı ve dolaysız çözüm önerilerinin gündeme geldiği, bu önerilerin bazılarının yasal mevzuata dönüştüğü ve uygulandığı, bu yaklaşımların ve uygulamaların bazı dönemlerde emisyon hacmini gereğinden fazla arttırdığı, mali disiplini bozduğu ve enflasyon ile döviz kurlarında yükselmelere neden olduğu bilinmektedir.

TCMB'nin, başta Hazine olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarının nakit ve kaynak ihtiyaçları için geçmişte; altın karşılığı avans, hazine bonosu iskontosu, hazine kefaletine haiz bonoların iskontosu veya mukabilinde avans verilmesi (KİT) ve Hazineye kısa vadeli avans açılması (genel bütçe ödenekleri toplamının belirli bir oranı kadar) gibi çeşitli uygulamalarının olduğu ve bu uygulamaların yasal dayanaklarının; 1715 sayılı Merkez Bankası Kanunu (Kuruluş Kanunu), 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu, bazı özel kanunlar ve bütçe kanunları olduğu görülmektedir. Ancak, alınan avans ve kredilerin genellikle zamanında kapatılamadığı ve daha sonra çıkarılan çeşitli tahkim kanunları ile bütçe kanunlarına konulan hükümlerle sistemin esnetildiği ve bu uygulamaların daimi hale dönüştüğü gözlenmektedir.

TCMB, açık piyasa işlemlerine başladığı 1987 yılı Şubat ayına kadar hiçbir zaman kendi adına hazine bonosu veya devlet tahvili satın almamış, ancak bu tarihten itibaren 1211 sayılı Kanunun 'Açık Piyasa İşlemleri' başlıklı 52 nci maddesine dayanarak para arzını ve ekonominin likiditesini düzenlemek amacı ile kendi nam ve hesabına Devlet İç Borçlanma Senetlerini (DİBS) satın alarak, portföyüne dahil etmiş ve bunlarla ilgili işlemleri yapmaya başlamıştır. 2001 yılında ise 1211 sayılı Kanunda 4651 sayılı Kanunla yapılan değişikliklerle; TCMB'nin Hazineye avans, kamu müesseselerine ise kredi imkanı veren hükümleri kaldırılmış, Bankanın Hazine ile kamu kurum ve kuruluşlarına avans veremeyeceği, kredi açamayacağı ve Hazine ile kamu kurum ve kuruluşlarının ihraç ettiği borçlanma araçlarını birincil piyasadan satın alamayacağı belirtilmiş ve açık piyasa işlemlerinin yalnızca para politikası amaçları için yürütüleceği ve Hazineye, kamu kurum ve kuruluşları ile diğer kurum ve kuruluşlara kredi amacıyla yapılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Uygulamalara bakıldığında ise; Hazinenin çıkardığı DİBS'leri TCMB'nin birincil piyasadan satın alamadığı, ancak, bankaların Hazineden satın aldığı DİBS'leri TCMB'nin açık piyasa işlemleri kapsamında bankalardan satın alabildiği ve bankaların da aldığı bu para ile tekrar Hazineden DİBS satın alabildiği dikkate alındığında; Hazinenin kaynak ihtiyacının bir kısmının dolaylı olan ve daimi hale gelen bu borçlanma usulüyle karşılandığı görülmektedir.

TCMB'nin 17 Nisan 2020 tarihli duyurusunda; Bankanın açık piyasa işlemleri portföyü nominal büyüklüğünün TCMB analitik bilanço aktif toplamına oranının azami yüzde 5'den yüzde 10'a yükseltildiği ve bankaların İşsizlik Sigortası Fonu'ndan satın alıp TCMB'ye sattıkları DİBS'lerin bu limitlerin dışında değerlendirildiği belirtilmiştir.29 Mayıs 2020 tarihli TCMB Bilançosuna göre; Bankanın menkul kıymetler portföyü kapsamındaki DİBS toplamı 68,7 milyar TL' dir. Bu tutar 2019 yıl sonuna göre yüzde 273,4 oranında bir artışa karşılık gelmektedir (TCMB'nin yıl sonu bilançolarına bakıldığında; DİBS toplamının 2018 yılı sonunda 13,4 milyar TL, 2019 yılı sonunda ise 18,4 milyar TL olduğu görülmektedir.).

Geçmiş on yıllık dönemin (2009-2019) yıl sonu verilerine göre; Ülkemizdeki emisyon hacminin bir önceki yıla göre oransal artış olarak dalgalı bir seyir izlediği, emisyondaki en fazla artışın 2010 yılında yüzde 27,6, en düşük artışın ise 2018 yılında yüzde 0,6 olarak gerçekleştiği, bu dönemdeki ortalama artışın ise yüzde 15,1 olduğu görülmektedir. Öte yandan bu on yıllık dönemde GSYH'ın yüzde 328,4, emisyon hacminin ise yüzde 300 oranında arttığı gözlenmektedir. 2018 yıl sonuna göre yüzde 16 artarak 2019 yıl sonunda 153,4 milyar TL'ye ulaşan emisyon hacmi 2020 yılının ilk beş ayında kademeli olarak her ay belirgin bir artış göstermiş ve 29 Mayıs 2020 tarihi itibarıyla 226,7 milyar TL'ye ulaşarak zirve yapmıştır (2019 yıl sonuna göre yüzde 47,8 artış). Dolayısıyla, emisyon hacmindeki bu artış trendi doğal olarak yakın süreçteki ekonominin gündemini oluşturan gelişmelerle ve Hazinenin kaynak ihtiyacı ile ilişkilendirilmeye başlanmıştır. Emisyon hacmindeki bu hızlı artışın devam edip etmeyeceğini ve emisyondaki bu genişlemenin ekonomiye olan olumlu veya olumsuz yansımalarını, önümüzdeki süreç ilerledikçe daha net görmek mümkün olabilecektir.

Özellikle 2019 yılında bütçe açığı 80,6 milyar TL olarak öngörülmüşken, bütçe açığının yüzde 53,5 oranında sapma göstermesi ve 123,7 milyar TL olarak gerçekleşmesi (TCMB'den; 2018 yılı kar payı avansı: 37,5 milyar TL, birikmiş ihtiyaç ve fevkalade ihtiyaç akçelerinin tamamı: 40,8 milyar TL olmak üzere toplam 78,3 milyar TL'nin Hazineye aktarılmasına rağmen) ve 2020 yılının ilk dört ayında ise bütçenin 72,8 milyar TL açık vermesi (TCMB'den; 2019 yılı kar payı avansı ve ihtiyat akçesi olarak toplam 40,5 milyar TL'nin Hazineye aktarılmasına rağmen); sıkıntılı bir ekonomik sürecin yaşandığının sinyallerini verirken, bütçedeki bu olumsuz performansa ilave olarak küresel COVID-19 salgınının da 2020 yılı Mart ayı ile birlikte Ülkemizde etkilerini göstermeye başlaması, başta üretim ve istihdam olmak üzere ekonomiyle ilgili kayıpları, belirsizlikleri ve endişeleri çoğaltmış, bireysel ve kurumsal gelirlerdeki azalmalar sonucunda çeşitli çevrelerin kaynak talepleri artmıştır. Dolayısıyla, TCMB'nin menkul kıymetler portföyündeki DİBS'lerin ve emisyon hacminin artışı doğal olarak bu ekonomik konjonktürle ilişkilendirilmiştir. Söz konusu COVID-19 salgını nedeniyle tüm dünyada ekonomik yaşamın kesintiye uğraması sonucunda çeşitli kesimlerden gelen kaynak taleplerini ilgili ülkelerin hükümetleri farklı miktarlarla da olsa karşılamaya çalıştığı, ancak bu süreçte krediden ziyade doğrudan yardımların daha işlevsel olduğu görülmüştür. Dolayısıyla, hem küresel boyutta hem de Ülkemizde; merkez bankalarının ilave para basarak bu kritik sürecin atlatılması yönünde bazı görüşler açıkça ifade edilmiş ve bu görüşlere bazı siyasi çevreler ile ekonomi çevreleri de destek vermiştir. Bir başka ifadeyle, karşılıksız para basılmasına ilişkin geleneksel karşı çıkışların yanı sıra, bu döneme münhasır olmak üzere; emisyon hacminin artmasını ve kaynak ihtiyaçlarının bu şekilde karşılanmasını talep edenlerin ve bunu konjonktürel bir iktisadi görüş olarak ifade edenlerin de olduğu görülmüştür.

Emisyon hacminin normal dönemlerde de yıl içinde inişli ve çıkışlı bir seyir izlemesi doğal bir durumdur. Günümüzdeki ödeme araçlarının çeşitlenmesine rağmen; tatil dönemlerinde, hafta sonu ve dini bayramlar öncesinde, maaş ödeme zamanlarında, enflasyon ve büyüme dönemlerinde, çeşitli nedenlerle ani gelişen nakit tutma eğilimlerinin artması sonucunda ve ekonominin ihtiyaç duyduğu bazı durumlarda emisyon hacminin artış göstermesi beklenen bir sonuçtur. Önemli olan böyle dönemleri izleyen süreçlerde emisyon hacminin kontrol altına alınması, gerekli daralmanın sağlanması ve optimum seviyenin korunmasıdır. Dolayısıyla, teknik gereklilik duyulunca elbette para basılacaktır. Ancak, dikkat edilmesi gereken husus; ekonomik konjonktürle ve temel ekonomik göstergeler ile uyumlu bir emisyon hacmini sağlamak, bunun için gerekli enstrümanları doğru kullanmak ve emisyonu kolay bir kaynak sağlama metodu olarak görmek alışkanlığına kapılmamaktır.