Ekonomimizin kronik sorunlarından biri olan enflasyonu düşürmek için; enflasyonun sonuçları üzerinden değil, nedenleri üzerinden enflasyonla mücadele etmek daha doğru bir yaklaşımdır. Öte yandan, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının (TCMB) temel amacının fiyat istikrarını sağlamak olduğu kabul edilmekle birlikte, enflasyonla mücadelede sadece bu kurumun performansına ve elindeki araçlara dayanarak olumlu sonuç elde etmeyi düşünmek de rasyonel bir beklenti olmayacaktır. Çünkü, para politikası bu süreçte önemli bir fonksiyon üstlenmekle birlikte, ekonomiyi yönlendiren diğer kamu kurumları ile kurullarının kararları ve politikaları da ekonomik sonuçlarda farklı oranlarda olsa bile pay sahibidir. Dolayısıyla, enflasyonla mücadelede TCMB lokomotif işlevi görmektedir. Ancak, hedefe ulaşmayı öngören bu yolculuğun entegre bir organizasyon olduğu gerçeğinin bilinmesi; enflasyonla mücadeledeki görev paylaşımına, enflasyonun nedenlerinin doğru teşhisine ve kalıcı çözümlere katkı sağlayacaktır. Enflasyonla mücadele etmek için öncelikle; rasyonel olmak, doğru teşhiste bulunmak, kararlı ve organize davranmak, siyasi kaygılar taşımamak ve toplumun geniş kesimlerinin beklentilerini gözeten radikal kararlar almak gerekir.
Ülkemizdeki mevcut enflasyonun ağırlıklı olarak maliyet enflasyonu olduğunu görmekteyiz. Bu kapsamda karşımıza çıkan en önemli belirleyicilerin girdi maliyetlerinin yüksekliği ve döviz kurlarındaki istikrarsızlığın olduğu herkesin bildiği bir gerçektir. Öte yandan, sağlıklı bir üretim programının ve uygulamasının gerçekleştirilememesi, değişik alanlarda üretim yapan kesimlerin mali zorunluluklarla veya rant için kendi üretim alanlarını terk etmesi, kamunun ürettiği veya fiyatının belirlenmesine katkı sağladığı mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki artışlar ve bütçeye gelir sağlamayı öngören bütçe ve vergi politikaları da enflasyonist ortamın doğmasına zemin hazırlamıştır. Ayrıca, ekonomiyi düzenlemek ve yönlendirmek amacıyla birçok alanda gerçekleştirilmesi gereken teşvik ve destekleme politikalarına ilişkin teşhislerdeki ve araçlardaki yetersizlikler, uygulama yanlışları ve ithalat politikaları da mevcut sonuçları doğurmuştur.
Döviz kurlarındaki yükselişlerin maliyetleri ve enflasyonu artırması doğal bir sonuçtur. Dolayısıyla, enflasyonu önlemek için döviz kurlarında istikrarın sağlanması önemlidir. Ancak, bunun için yeterli döviz rezervine sahip olmak gerekir. Uluslararası ölçütlere uygun yeterli bir döviz rezervine sahip olmadan ve sadece faiz enstrümanıyla hamleler yaparak döviz kurlarında istikrarın sağlanması mümkün değildir. Döviz rezervlerini artırmak ise enflasyonla mücadelenin yanı sıra entegre bir ekonomi politikası izlemek ve her alanda kaliteli, yüksek teknolojili ve programlı bir üretim yaklaşımı göstermekle mümkündür. Ayrıca bu süreçte küresel ticaret gerçeklerini de dikkate alan bir ithal ikamesi yaklaşımının oluşturulması ve teşvik edilmesi çok faydalı olacaktır.
Girdi maliyetlerindeki artışların tek nedeni döviz kurlarındaki artışlar değildir. Özellikle her alandaki üreticiler açısından enerji maliyetleri toplam maliyetler içinde önemli bir pay oluşturmaktadır. Bu nedenle, Ülkemizin ithal ettiği enerji kaynaklarının birim maliyetlerinin uygun fiyatlarla temin edilmesi ve bu enerjinin kullanıcılara makul bir fiyattan aktarılması enflasyonla mücadeleye küçümsenemeyecek bir katkı sağlayacaktır. Enerji şirketlerinin fiyat oluşturma süreçlerini yetkili ve ilgili kamu kurul ve kurumlarının bu açıdan da izlemesi ve bu sürece katkı sağlaması yararlı olacaktır.
Bilindiği gibi dünya genelinde tarımın stratejik bir alan olduğu kabul edilmekte ve özellikle Avrupa Birliği her türlü desteğini tarımdan esirgememektedir. Ülkemizde de tarım ve hayvancılığın önemi konusunda büyük bir uzlaşı olmasına rağmen, bu alandaki uygulamalara bakıldığında; söylem ve eylemlerin uyuşmadığı, sonuçların Ülkemizin tarım kapasitesini yansıtmadığı, üreticilerin benzer taleplerinin karşılanamadığı ve bu alandaki önemli sorunların bir çoğunun çözülemediği görülmektedir. Ülkemizdeki enflasyon süreçlerinde tarım ürünlerinin fiyatlarındaki artışların da önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. Tarımdaki girdi fiyatlarındaki hızlı ve yüksek artışların bu sonucu doğurduğu aşikardır. Özellikle mazot, elektrik, gübre ve zirai ilaç fiyatlarındaki artışlar çiftçinin üretim maliyetini artırmaktadır. Bu kapsamda yüksek kredi maliyetleri de bu üretim sürecine eklendiğinde tarım ürünlerinin maliyeti daha da artmaktadır. Bu sürecin sonucunda; maliyetlerle baş edemeyen ve tarımdan uzaklaşan bir kırsal kesimin, ekilemeyen arazilerin, üretim noksanlıklarının ve yüksek fiyatlarla karşılaşan tüketicilerin yer aldığı bir görüntü oluşmaktadır. Bu bağlamda benzer sorunları hayvancılığın da yaşadığı, yem fiyatlarındaki artışların maliyet/fiyat sistematiğindeki dengeyi bozduğu, meraların çeşitli nedenlerle yetersiz hale geldiği, süt hayvancılığının gerekli desteği alamadığı ve şehirleşme güdüsünün hayvancılık yapılan alanları daralttığı görülmektedir. Bu koşullar altında oluşan hayvansal ürünlerin fiyatlarından hem üreticilerin hem de tüketicilerin memnun olmadığı bilinmektedir.
Dolayısıyla, tarım ve hayvancılıktaki bu sorunların ivedilikle çözümü enflasyonla mücadeleye katkı sağlayacak ve üretici ile tüketici nezdindeki memnuniyetsizlikleri giderecektir. Bu bağlamda; girdi ve üretim maliyetlerini düşürecek adımların atılması, teşvik ve desteklerin artırılması, üretim-tüketim zincirindeki aksamaların giderilmesi, fiyatların gereğinden fazla artmasını sağlayan aracı katmanları devreden çıkaracak düzenlemelerin yapılması, lojistiğe güncel bir organizasyon getirilmesi, hem üreticiyi hem de tüketiciyi koruyan bir kooperatifçiliğin yaygınlaştırılması, üretim planlaması yapılması, tarıma ucuz finansman sağlanması ve tarım ürünlerine ilişkin ithalat politikasının hem üreticiyi hem de tüketiciyi gözeterek oluşturulması gibi genel kabul görmüş öncelikli önerilerin uygulamaya geçirilmesi gerekmektedir.
Tarım ve hayvancılık alanındaki girdilerin fiyatlarındaki dalgalanmaları azaltmak, spekülatif hareketleri önlemek veya girdi taleplerinin karşılanamaması gibi durumları ortadan kaldırmak için Devletin bazı alanlarda üretim yapması ve kapasitesini artırması da gerekebilir (Örneğin; yem, gübre, ilaç, tohum vb.) .
Öte yandan, ithalat politikasını oluştururken ve uygularken; ilgili kamu kurumlarının sayısının geniş tutulmasının ve koordineli çalışılmasının, özel sektörün, meslek odalarının, kooperatiflerin, akademik çevrelerin ve oluşturulacak politikadan etkilenmesi muhtemel diğer çevrelerin görüşlerinin alınmasının ve kararlara yansıtılmasının; Ülkemizdeki her alandaki üretimi, enflasyonla mücadeleyi ve döviz rezervlerini olumlu etkileyeceği ve diğer ekonomik sorunların azalmasına da katkı sağlayacağı unutulmamalıdır.
Enflasyonla mücadelede bazı ikilemleri de aşmak gerekir. Özellikle kamu kurumlarının ürettiği veya fiyatının belirlenmesinde kamunun dolaylı olarak etkili olduğu mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki artışlar da enflasyonla mücadelede zafiyet oluşturmaktadır. Öte yandan, Devletin bütçe gelirleri kapsamında vergi, harç, prim ve benzeri diğer gelirlere ihtiyacı vardır. Ancak bunlara ilişkin artışlar tespit edilirken; ekonominin diğer alanlarına muhtemel yansımalarının gözetilmesi ve enflasyonist ortama katkı sağlayacak artışlardan ve düzenlemelerden kaçınılması bu zorlu sürecin başarı şansını artıracak ve toplumdaki enflasyonla mücadele psikolojisini olumlu etkileyecektir. Bu bağlamda kamu harcamalarının da enflasyonla mücadele politikasıyla uyumlu olması gerekmektedir. Ayrıca, ekonomimize olan güveni ve enflasyonun düşürüleceğine olan inancı artırabilmek için kamudaki tasarruf ve israf konularına azami özen göstermek faydalı olacaktır.