Geçmişten günümüze kadar gelinen süreçte; Ülkemizde her alanda yaşanan gelişmeleri, değişimleri, ortaya çıkan görüntüleri ve sonuçları yorumlayanların uzlaştıkları konular olmakla birlikte ayrıldıkları, farklı söylemlerle ifade ettikleri ve algı yaratma veya yönetme ile ilişkilendirilen konularda bulunmaktadır. Dolayısıyla, ekonomimiz de söz konusu değerlendirme ve tartışmalardan payını almakta ve Ülkemiz gündeminde her zaman önemini korumaktadır. Toplum kesimlerinin ekonomiye ilişkin görüş ve taleplerine muhatap olan siyasi iktidarların sorunları çözme, haklı talepleri karşılama ve refahı artırma gibi bir misyonları bulunmaktadır. Buna karşılık muhalefetteki siyasi partilerin ise Ülke ekonomisini izleme, objektif yorumlama ve rasyonel önerileri gündeme getirerek hem mevcut ekonomiyi iyileştirme çabalarına katkı sunması hem de mevcut iktidarın alternatifi olduğunu seçmenlere kanıtlaması ve bu konuda güven vermesi gerekmektedir. Ekonomiye ilişkin her alanda ilgili kesimlerin, akademisyenlerin, meslek örgütlerinin, sendikaların ve diğer sivil toplum kuruluşlarının görüşlerinden ve önerilerinden yararlanmak önemlidir. Medyanın da ekonomi ile ilgili her türlü gelişmeyi ve toplum kesimlerinin talep ve görüşlerini objektif bir şekilde sunması meslek ilkelerinin gereğidir. Bu bağlamda geçmişten günümüze kadar ekonomimizde gerçekleşen bazı değişimlere, farklı yaklaşımlara ve görüntülere bakıldığında ilginç bir sürecin yaşandığı gözlenmektedir.

Geçmişte birçok şeyi üretemediğimiz için ithal ederken, bugün için üretme gücümüz çok üst seviyede olmasına rağmen her şeyi ithal etme imkanı veren bir ithalat ve ilginç bir tarım politikası izlenmesi sonucunda, tarımda 'kendi kendine yeten yedi ülke' konumundan çıkmış ve döviz rezervlerimiz gereksiz ithalatla azalmıştır. Tarım ve hayvancılık alanında üretim yapanların girdi maliyetlerindeki artışlardan ve elden çıkardıkları ürünlerden elde ettikleri gelirden, tüketicilerin ise oluşan fiyatlardan memnun olmadığı, bu iki kesimin de piyasadaki fiyat oluşumlarına yönelik şikayetlerinin geçmişe göre çok yoğunlaştığı görülmektedir.

Öte yandan, ihracatın artmasına katkı açısından milli paranın değerinin düşük olmasını savunanların yanı sıra '1 dolar 1 TL'ye eşit olacak' hedefini belirten siyasetçi iddiaları da bazen ekonomi gündeminde yer almış, en son olarak da döviz rezervlerimizi artırma çabalarına klasik yöntemlerin yanı sıra swap işlemleri hamlesini de eklemiş bulunmaktayız. Yaşanan ekonomik bu süreçte Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına da (TCMB) yoğun bir misyon yüklenmiş ve enflasyonla mücadeledeki sorumluluk açısından bu Kurumun öne çıkmasını sağlayan ilave yasal düzenlemeler yapılmıştır. Ayrıca, Türk Lirası'ndan 6 sıfır atılmış, ancak mali karşılaştırmalar yapılırken; siyasilerin, bazen 'eski parayla' bazen de 'yeni parayla' kıyaslama yapması, belleklere yönelik siyasi manevralar olarak dikkat çekmiştir.

Öte yandan, kamu kesimi tarafından yapılan veya onaylanan zamların (fiyat artışlarının); 'fiyat ayarlaması, fiyat düzenlemesi veya fiyat güncellemesi' gibi ifadeler ile kamuoyuna sunulması, maliye politikasını unutup her sorunun para politikasıyla çözülebileceği yaklaşımının gösterilmesi, reel kesimin gücünü ihmal ederek finans kesiminin tüm sorunları çözeceğine inanılması, dış borçların sürekli arttığı bir süreçte kamunun payının azalmasını özel kesimin payının ise artmasını öngören bir dönüşümün çözüm olarak görülmesi, enflasyon-faiz ilişkisinin nedensellik bağının ekonominin genel kuralları dışında yorumlanması ve başlangıçta verimliliği artırma amacıyla yapıldığı ifade edilen ve bu alanda kullanılacağı belirtilen özelleştirmelerden sağlanan kaynakların daha sonra bütçe geliri olarak kabul edilmesi gibi çeşitli yaklaşımlar da eleştirilen konular arasında yer almıştır.

Bu sürece kurumsal ve idari bakımdan bakıldığında da bazı yasal değişikliklerin dikkat çektiği görülmektedir. Bürokrasi içinde klasik olan ve genel kabul görmüş bulunan müsteşarlık makamının terk edilerek bunun yerine siyasi ağırlığa sahip olan bakan yardımcılığı sistemine geçilmesiyle birlikte; bakanlara en büyük teknik yardımı yapan, bürokrasi ve siyaset arasındaki köprüyü oluşturan, bakanlık içindeki üst düzey koordineyi sağlayan ve tüm enerjisini bürokrasiye ve kariyerine vermeyi benimseyen müsteşarlardan yoksun kalınması sonucunda oluşan teknik zafiyetten, ekonomiyi yöneten bakanlıklar ve ilgili kamu kurumları da payını almışlardır. Diğer yandan, Devlet bütçesini hazırlamada büyük bir tecrübeye sahip olan Maliye Bakanlığından bu görevin alınması; kurumsal mali hafıza, bilgi birikimi, mali organizasyon yeteneği ve bütçe dengesi açısından olumsuz bir değişiklik olmuştur. Ayrıca, geçmişte çok tartışılan ve genellikle de KİT'lere yönelik olarak gündeme getirilen gizli işsizlik veya aşırı istihdam eleştirilerinin unutularak; günümüzde işsizliği önleme metotlarına her özel işletmenin ilave bir kişiyi işe alması önerisinin eklenmesi de ilginç bir tarihsel çelişki olarak hafızalarda yer almıştır.

Geçmişten günümüze kadar Ülkemizdeki siyasi iktidarların IMF ile anlaşma yapması hususu her zaman gündem konusu olmuş ve bazı eleştiriler yapılmıştır. Yakın geçmişte ise küresel konjonktürün imkanları kapsamında alternatif kaynaklar çoğalmış ve bu süreçte dış borçlar çok artmıştır. Ancak, alınan bu borçların maliyeti ile IMF kredilerinin maliyetinin kıyaslanması hususu ihmal edilmiştir. Nitekim, IMF'den borç alınmaması siyasi iktidar tarafından bir övünç olarak sunulmuş, ancak IMF'nin en son olarak üye ülkelere sunduğu özel çekme hakkından Ülkemizin de yararlanacağının anlaşılması ilginç bir gelişme olarak hafızalarda yer almıştır.

Bütçeye ilişkin olarak bu süreçte birçok değişim yaşanmıştır. Geçmişte değişik nedenler ileri sürülerek bütçe dışında kaynak oluşturma çabaları artmış, sayısız fon kurulmuş, bu fon uygulamalarının sakıncaları ve bütçeye verdiği zararların zirve yapması üzerine bu fonlar tasfiye edilerek, tüm kaynakların bütçede toplanması gerektiği hususunda bürokratik ve siyasi bir tecrübe edinilmiş, ancak müteakip süreçte bütçe dışı oluşumlara yönelik çabaların tekrar arttığı ve bazı bütçe dışı kurumsal yapıların kurulduğu görülmüştür. Diğer yandan, Hazinenin ihtiyacında kullanılmak üzere TCMB'den kısa vadeli avans kullanımına ilişkin yasal düzenlemenin kaldırılmasını izleyen süreçte; TCMB'nin açık piyasa işlemleri kapsamında ve bankalar aracılığıyla Devlet İç Borçlanma Senetlerini portföyüne dahil etmesi ve farklı bir yol ile Hazinenin kaynak ihtiyacını karşılaması ve emisyon hacmini artırması dikkat çeken bir durum olmuştur.

Bütçe uygulamaları açısından bakıldığında ise; 1986 yılından itibaren iç ve dış borçlanmaya ilişkin hesapların (gelir-gider) bütçe dışında izlenmeye başlandığı (borç faizlerinin konsolide bütçeden ödenmeye devam edildiği), 2006 yılından itibaren de merkezi yönetim bütçesi uygulamasına geçildiği görülmektedir. Bu süreç içinde büyük kamu yatırımlarının yıllara yaygın olarak devlet bütçesinden yapılması yerine; bu tür yatırımların özel sektör tarafından daha hızlı yapılmasını ve işletilmesini öngören, yükleniciye belirli garantiler verilen ve bu kapsamda hizmete girdikten sonraki yıllarda devlet bütçesinden bazı ödemeler yapılan ve Ülkemizdeki uygulama şekli ile devlete maliyeti sürekli olarak tartışılan kamu özel işbirliği modeline ağırlık veren bir yatırım politikası uygulamaya sokulmuştur. Öte yandan, kamudaki birçok hizmetin kamu görevlileri yerine dışarıdan hizmet alımı yoluyla sağlanması ve büyük boyutlara ulaşması, bu tür alımların; kapsamı, gerekliliği, verimlilik boyutu, kamu ve özel sektör istihdamı ve kamuya maliyeti açısından yeniden değerlendirilmesi gereken bir bütçe uygulaması olarak gündeme gelmesi sonucunu doğurmuştur.

Bütçe disiplini boyutuyla durum değerlendirildiğinde ise; vergi, prim vb. ödemelere ilişkin olarak ancak olağan üstü durumlarda istisnai olarak gündeme gelmesi gereken yeniden yapılandırma düzenlemelerinin sık sık uygulamaya sokulması ve olağan hale gelmesi; ödeme gücü olanların da zamanında mali yükümlülüklerini yerine getirme reflekslerini aşındırmış ve bütçe gelirlerine ilişkin sağlıklı bir projeksiyon yapılması imkanını ortadan kaldırmıştır.

Bütçeden bütün toplum kesimlerinin farklı boyutlarda olsa bile bir beklentisinin olması, bütçelerin yasalaşma süreçlerinin yakından izlenmesi alışkanlığını yaratmıştır. Bu kapsamda bakıldığında; 'TBMM Genel Kurulundaki bütçe görüşmelerinde siyasi iktidarın ve diğer siyasi parti liderlerinin konuşma performanslarına, Plan ve Bütçe Komisyonundaki bütçe görüşmelerinde ise özellikle memur ve emeklilerin maaşlarına ilişkin kat sayıların bütçe tasarısındaki artışa ilave olarak artırılıp artırılmayacağına' dair heyecanlı bekleyiş ve medya ilgisi; siyasi iradenin benimsediği farklı bütçe yaklaşımı ve maaş artışları için belirlenen yeni yöntem sonucunda mazide kalmıştır.