0

Ekonominin dünyadaki ve Ülkemizdeki önemi yadsınamaz bir gerçektir. Özellikle gerek her ülkedeki siyasi gündem içindeki yeri gerekse ülkeler arasındaki siyasi ilişkileri şekillendiren yapısı ve ülkelerin her alandaki performanslarını ve insanların mutluluğunu etkileyen yönü dikkate alındığında; çok önemli bir faktör olduğu anlaşılmaktadır. Doğal olarak ülkelerin ekonomik seviyesi farklılıklar göstermekte ve hedefleri ayrışmaktadır. Bu bağlamda her toplumdaki öncelikler, tepkiler, kanıksamalar ve hassasiyetler farklılıklar gösterebilmekte, bazen de benzerlikler görülebilmektedir.

Ülkemizdeki duruma bakıldığında ise ilginç görüntüler karşımıza çıkmaktadır. Ülkemizdeki geleneksel siyasi rekabet ortamında ekonomi her zaman tartışma gündemi içinde yer almış ve ekonomik gerçeklere rağmen, geçmişten günümüze kadar siyasi iktidarlar; başarılı olduklarını, geçmişten enkaz devraldıklarını veya dünyadaki ekonomik değişimlerin ve dış güçlerin Ülkemizi olumsuz etkilediğini belirtmişler, muhalefet partileri ise ekonomik tablonun olumsuz durumunu, ekonominin kötü yönetildiğini ve vatandaşın mağduriyetini öne sürerek devamlı olarak bu konuları gündeme getirmişlerdir. Bu süreçte; vatandaşların, hükümetlerin, muhalefet partilerinin, ticari kesimlerin, mesleki örgütlerin ve dış ekonomik çevrelerin değerlendirmeleri, yaklaşımları ve tepkileri bazen benzerlik göstermekle birlikte, genelde farklılıklar göstermiş ve söz konusu kesimler kendi açılarından gelişmeleri yorumlamış, objektif yaklaşımlar ise azınlıkta kalmıştır.

Ülkemizde genel olarak hükümetler ekonominin önemini idrak edip, doğru bildiği tedbirleri ve kararları kendi algılama becerileri ve siyasi beklentileri çerçevesinde almaya çalışmış, ancak ekonomimiz iç siyasi ve dış iktisadi gelişmelerden ve uluslararası ilişkilerimizden çok etkilenmiş, rasyonel ve radikal kararların alınmasında ve tercihlerin zamanında ve doğru olarak yapılmasında genellikle zorlanılmış, çelişkili politikalar ekonomimize ivme kaybettirmiş ve bu süreçte başarılı ve başarısız deneyimler yaşanmıştır. Bazen de seçimler düşünülerek bazı popülist politikalar uygulanmış ve bu değişken ekonomik refleksler ekonominin gerçek rayına oturmasını engellemiştir. Doğal olarak ekonomi içerikli muhalif siyasi eleştiriler için, Ülkemiz ekonomisi her zaman uygun bir zemin oluşturmuştur.

Geçmiş deneyimler ve mevcut yaklaşımlar dikkate alındığında; Ülkemizde genellikle vatandaşların ve bazı kesimlerin temel ekonomik göstergelerden ziyade diğer mikro kriterlere ve kendilerini direkt olarak etkileyen spesifik gelişmelere daha duyarlı olduğu görülmektedir. Örnek vermek gerekirse; döviz yokluğu, doların değerinin hızla artması, kamu personeli maaşları ile emekli ikramiyelerinin ödenmesinde sıkıntı olduğuna yönelik olumsuz haberler, temel tüketim maddeleri yokluğu ve kamuda bir işe girme çabaları gibi bazı konularda toplumun hassasiyet derecesinin arttığı bilinen bir gerçektir. Diğer yandan, gelir dağılımındaki eşitsizlik, işsizlik, enflasyon ve faizlerin yüksekliği gibi bazı kronik ekonomik sorunlardan söylem olarak şikayetçi olunmakla birlikte; bu önemli sorunların çözümüne ilişkin umutsuzluktan dolayı bu sorunların kanıksandığı izlenimi oluşmaktadır. Büyüme oranı, bütçe açığı, cari açık ve dış borç gibi bazı alanlardaki her türlü gelişmeye ise yeteri kadar duyarlık gösterilmediği görülmektedir.

Toplumun genelindeki bu tür bakışın nedenleri olarak; ekonomiye yönelik bilgi sunumundaki yetersizlikler ve çelişkiler, iktisadi okuryazarlık seviyesinin düşüklüğü, bireysel dürtüler, psikolojik ve sosyolojik sebepler gibi bazı gerekçeler ileri sürülebilir. Ancak, bu tür eksik ve yanlış yaklaşımlardaki en önemli sorun; ekonominin entegre bir sistem olduğunu yeteri kadar kavrayamamak ve bireysel ve grupsal çıkarları gözeten bir pencereden ekonominin fotoğrafını çekmeye çalışmak ve yorumlamaktır. Öte yandan, tasarrufların; borsa, gayrimenkul, altın, döviz ve mevduat hesabı gibi alanlarda değerlendirilmesi çabaları kapsamında ekonominin performansının ölçülmeye çalışılması da doğal olarak yetersiz ve yanlış yorumları doğurmaktadır.

Ekonominin; reel sektörüyle ve finans sektörüyle bir bütünü oluşturduğu, empati gerektirdiği, işbirliği ve uyumun sağlanabilmesi halinde her iki sektörün de başarıya ulaşabileceği gerçeğinin algılanması gerekmektedir. Ayrıca, her sektörün diğer sektörlerle ve alt sektörlerle ilişkisinin önemini kavramak ve her sektörün ekonominin bir dişlisini oluşturduğu gerçeğini içselleştirebilmek ekonomimizin doğru yönlendirilmesini ve objektif yorumlanabilmesini sağlayacaktır. Örneğin; turizm sektörünün sadece 'döviz ve istihdam' olarak algılanması çok sığ bir bakış açısıdır. Çünkü, bu sektörün inşaat, ulaşım, kimya sanayi, gıda, tefrişat vb. bir çok sektörü ve alt sektörü desteklediği ve tedarik zincirini hareketlendirdiği gerçeği, gözlerden kaçırılmamalı ve sosyal iletişim, kültürleri tanıma, dış prestij ve insanların mutluluğu bakımından sağladığı önemli faydalar unutulmamalıdır.

Diğer bir önemli ekonomik yaklaşım sorunu ise; gerek şirketlerin gerekse vatandaşların borçluluk seviyesinin yüksekliğidir. Çünkü, borç sağlanabildiği ölçüde ve bu zincir kırılmadan devam ettiği sürece; borçlanma maliyeti artmasına rağmen, durumun ciddiyetinin algılanması gecikmekte ve temel ekonomik sorunların ötelenmesine ve ağırlaşmasına sebebiyet vermektedir.

Ekonomiye sadece, bireysel, grupsal veya sektörel çıkarlar boyutuyla bakılması; Ülkemizin önündeki ekonomik sorunların çözümü, ekonomik refahın artırılması ve dengeli dağılımı açısından yanlış ve eksik bir yaklaşımdır. Ekonomi entegre bir sistemdir. Sorunlu her alan diğer alanları gecikmeli bile olsa etkiler. Bu nedenle, ekonominin paydaşları kendi sorunları dışındaki ekonomik sorunları da dikkate almalı, gündeme getirmeli, destek olmalı ve hatta fedakarlıklar yapmalıdır. Çünkü, ekonominin makro seviyesini ancak bu tür rasyonel yaklaşımlar kuvvetlendirir.