Çanakkale ve İstanbul Boğazı ile Marmara Denizi, Karadeniz'i Akdeniz'e bağlayan önemli bir suyoludur. Bu yolu Karadeniz'e kıyısı olan ülkeler ile kıyısı olmayan diğer ülkeler de kullanmaktadır. Ancak Boğazlardan geçiş Montreux (Montrö) Sözleşmesi ile belli koşullara bağlanmıştır.
Montrö Sözleşmesi, Boğazların kilididir, bu kilit ve anahtarı bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin elindedir. Barış ve savaş zamanlarında geçişleri Türkiye Cumhuriyeti denetler, kuralları uygular. Boğazların kilidini ve anahtarı, 20 Temmuz 1936'da Türkiye Cumhuriyeti eline almıştır. Boğazlar, bu tarihe kadar Uluslararası Boğazlar Komisyonu tarafından yönetilmekteydi.
Bilindiği gibi Osmanlı Devleti, Birinci Genel Savaş'ta yenilmiş ve ağır koşullu Mondros Ateşkes Anlaşması'nı 30 Ekim 1918'de imzalamıştı. Emperyalist devletler, bu anlaşmanın güvenlikle ilgili maddelerini ileri sürerek ülkemizi kısa sürede işgal etmişlerdir. Limanlar, postaneler, Boğazlar, önemli kentler bir bir işgal edilmiş; ordunun silahlarına el konulmuştur.
Emperyalist devletlerinin amacı, Türkiye'yi ve Türk ulusunu ortadan kaldırmak, tarihten silmekti. Yüzyıllardır bu emellerine kavuşmak için çabalamışlar ve sonunda emellerine kavuşmaya ramak kalmıştı; ama 'Evdeki hesap çarşıya uymamıştı.' Emperyalist devletler, Türkleri ve Türkiye'yi ortadan kaldırmak için her şeyi hesaplamışlardı; ama bir şeyi hesap edememişlerdi: Mustafa Kemal Atatürk'ü.
Mustafa Kemal, yarbay ve sonra albay rütbeli bir subay olarak Çanakkale Cephesi'nde emperyalist ordularına darbe üstüne darbe indirmiş, Boğazlardan geçişe izin vermemiştir. Sonunda emperyalist güçlerin orduları, savaş alanlarını terk etmek zorunda kalmışlardır.
Güney Cephesi'nden dönen Mustafa Kemal Paşa, 13 Kasım 1918'de Haydarpaşa Tren Garı'nda cepheden dönen askerlere 'Emir geçir' komutunu vererek her askerin silahıyla birlikte köylerine gitmesini istemiştir. Bu istek, Mustafa Kemal Paşa'nın mücadeleyi bırakmayacağının, direneceğinin ilk işaretidir. Aynı gün bir istimbotla İstanbul önlerine demir atmış dev savaş gemilerinin arasından geçerken 'Geldikleri gibi giderler.' demesi de direnmede kararlı olduğunun göstergesidir.
Ne var ki ülkesini ve ulusunu korumakla yükümlü olan yöneticiler, işgalcilerle işbirliğine girmişler, ülkenin işgaline göz yummuşlar, Sevr Antlaşması'nı Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne onaylatmak için de Yunanların Anadolu'yu işgaline yardımcı olmuşlardır.
Emperyalist güçlerin ve işgalcilerin karşısına yine Mustafa Kemal Paşa çıkmıştır. Türk ulusu Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde dört yıla yakın süren zorlu, kanlı bir bağımsızlık savaşı vermiş, emperyalist güçlerin maşası olan Yunan ordularını da Anadolu ve Trakya topraklarından söküp atmış, denize dökmüştür. Emperyalist güçler, Mudanya Ateşkes Anlaşması'nı imzalamak durumunda kalmışlardır.
Bu büyük askeri zaferden sonra Lozan'da tam bağımsızlık mücadelesi verilmiştir. Lozan'da Çanakkale ve İstanbul Boğazlarından geçişi düzenleyen ve Boğazlar Bölgesinin güvenliğine ilişkin hükümleri de içeren özel bir Boğazlar Sözleşmesi, Bir tarafta Türkiye, öteki tarafta İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya arasında 14 Temmuz 1923'te imzalanmıştı.
Bu sözleşme Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı'nda denizden ve havadan geçişleri ayrıntılarıyla düzenliyordu. Barış ve savaş dönemlerinde her türlü ticaret ve savaş gemileriyle uçaklarına geçişlerin serbest olması ilkesi kabul edilmişti. Türkiye'nin savaşan durumunda olduğu zamanlarda, düşman gemilerine Karşı Devletler Hukuku'na uygun önlemleri almak hakkı saklı tutuluyordu. Denizaltılar, su yüzünden geçebilecekti.
Yine bu sözleşmeye göre Boğazların her iki tarafından 15'er km'lik alan ile İmroz, Bozcaada, Tavşanlı Adası, Yunanistan'ın Limni Adası'nda asker bulundurulmayacaktı. Türkiye İstanbul ve Çevresini korumak için 12000 kişilik bir askeri birlik bulunduracaktı.
Sözleşmedeki bu kısıtlamalar Türkiye'nin güvenliği için yeterli değildi. Silahsızlanmadan sık sık söz edilse de Milletler Cemiyeti'nin barışı korumada yetersiz olacağı ve silahsızlanmanın sözde kalacağı da anlaşılmaktaydı.
Bu nedenlerden dolayı Türkiye ilk fırsatta 14 Temmuz 1923'te imzalanan Boğazlar Sözleşmesi'ni değiştirip güvenliğini sağlamaya karar vermişti. Bu amaçla 1933'te Londra'da toplanan Silahsızlanma Konferansı'nda konuyu gündeme getirdi.
1935'te İtalya, Habeşistan'a saldırdı, Rodos ve 12 Ada'yı silahlandırmaya başladı, Mussolini'nin, Türkiye'yi de içine alan bir yayılma politikası, Hitler'in de Almanya'nın Ren Bölgesi'ni silahlandırması, yeni bir savaşın ayak sesleri olmuştu. Bunun üzerine Türkiye Sovyet Rusya'nın desteğini sağladı ve Boğazlar Rejimi'ni değiştirmeyi uygun buldu. Boğazlarda gerçek anlamda bir güvenliğin sağlanmamış olduğunu, devletlerarasında anlaşmazlığın artması yüzünden en zayıf noktası olan Boğazların en büyük tehlikelerle karşı karşıya bulunduğunu belirtmiş ve siyasi koşulların değişmesi nedeniyle yeni bir sözleşmenin gerekli olduğunu vurgulamıştır.
Diplomatik ilişkiler sonunda konferans, 22 Haziran 1936'da İsviçre'nin Montreux kentinde toplanmıştır. Konferansa İtalya dışında 9 devlet katılmıştır. Türkiye'yi dış İşleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras başkanlığında bir kurul temsil etmiştir. Görüşmeler sonunda 20 Temmuz 1936'da Boğazlar Rejimine İlişkin Sözleşme adı verilen yeni bir sözleşme imzalanmıştır. Bu sözleşme Montreux Boğazlar Sözleşmesi diye anılmaktadır.
Montreux Sözleşmesi 29 maddeden ve beş bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde ticaret gemilerinin geçişi düzenlenmiştir.
Buna göre:
a) Barış zamanında ya da Türkiye'nin taraf olmadığı bir savaş durumunda ticaret gemileri Boğazlardan serbestçe geçebilecektir.
b) Türkiye'nin taraf olduğu bir savaş durumunda Türkiye'nin savaş halinde olmadığı devletlere ait ticaret gemilerinin geçişlerine belli koşullarda izin verecektir.
İkinci bölümde savaş gemilerinin geçişleri ayrıntılarıyla belirtilmiştir. Barış zamanında Karadeniz'e kıyısı olmayan devletlerin savaş gemileri:
a) Karadeniz'e kıyısı olmayan devletlere ait transit geçiş durumundaki savaş gemilerinin sayısı 9'u, toplam tonajı 15000 tonilatoyu geçmeyecektir.
b) Bu devletler, savaş gemilerini Karadeniz'de en çok 21 gün bulundurabilecektir.
c) Bu devletler geçiş için Türkiye'ye bilgi verecektir.
d) 10 bin tonilatodan büyük savaş ve uçak gemleri ile denizaltılar Karadeniz'e geçemeyecektir.
e) Boğaz limanlarına dostluk ziyareti için gelecek gemilerde tonilato hesabı aranmayacaktır.
Karadeniz'e kıyısı olan devletlerin savaş gemileri:
a) Barış zamanında sayı ve tonaj sınırlaması aranmayacaktır.
b) Bu gemiler tek tek ve refakatinde en çok iki destroyer ile birlikte Boğazlardan geçebilecektir.
c) Bu devletler, Karadeniz dışından satın aldıkları ya da yaptırdıkları denizaltılarını önceden duyurmak koşuluyla gündüz ve su üstünden geçirebilecektir.
ç) Bu devletler de uçak gemilerini Boğalardan geçiremeyecektir.
Türkiye'nin katıldığı bir savaş durumunda:
a) Türkiye'nin katıldığı bir savaş durumunda savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi, tümüyle Türkiye'nin yetkisine bırakılmıştır.
b) Türkiye'nin katılmadığı bir savaş durumunda ise savaşan devletlerin savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi yasaklanıyor.
c) Türkiye savaş durumunda olmasa bile kendisini çok yakın bir savaş tehdidi altında sayarsa savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi konusunda kendisini yetkili kılıyor.
Sözleşmenin üçüncü bölümünde hava ulaşım araçlarının geçişlerinin nasıl olacağı ayrıntısıyla düzenlenmiştir. Dördüncü bölümde genel hükümler, beşinci bölümde değişik hükümler yer almaktadır. Sözleşme 9 Kasım 1936'da yürürlüğe girmiştir.
Montreux Sözleşmesi, Türkiye açısından çok önemlidir. Her şeyden önce 14 Temmuz 1923'te imzalanan sözleşmede yer alan 'askerden arındırılmış şerit' maddesi kaldırılmış; Türkiye'nin istediği önlemi alması sağlanmıştır. Ayrıca Uluslararası Komisyon kaldırılmış, Tüm yetkiler Türk hükümetine verilmiştir. Bu sözleşme ile Türkiye Boğazlar sorununu çözmüş ve egemenliğini pekiştirmiştir. Kısaca Boğazların kilidi ve anahtarı Türkiye'nin eline geçmiştir.
Montreux Boğazlar Sözleşmesi, Lozan Barış Antlaşması'nı tamamlayan çok önemli bir belgedir. Lozan Barış Antlaşması ve Montreux Boğazlar Sözleşmesi, dağın ardını gören göz, geleceği bilen bir akıl olan Atatürk'ün dahiyane diplomatik başarısıdır. Bu başarı aynı zamanda Atatürk'ün 'Yurtta barış, dünyada barış ilkesi'nin de göstergesidir.
Zaman zaman gerek Lozan Barış Antlaşması'nı gerek Montreux Boğazlar Sözleşmesi'ni tartışmaya açma açıklamalar yapılmakta ya da etkisiz duruma getirecek, İstanbul Kanalı gibi anlamsız ve çok gereksiz projeler ileri sürülmektedir. Bu tür girişimler Türkiye'nin bekasını ve güvenliğini tehlikeye sokar. Bu nedenle hem Lozan Barış Antlaşması'na hem de Montreux Boğazlar Sözleşmesi'ne içten sahip çıkmak ve sıkı sıkı sarılmak gerekir.
Yaşadığımız günlerde ortaya çıkan sıcak gelişmeler göstermiştir ki hem Lozan Barış Antlaşması hem de Montreux Boğazlar Sözleşmesi çok önemlidir.
Başta Atatürk olmak üzere Kurtuluş Savaşı kahramanlarını, şehitlerimizi, Lozan Barış Antlaşması'nı ve Montreux Sözleşmesi'ni Türkiye lehine düzenlenmesini sağlayan İsmet Paşa ve Türk delegeler kurulunu saygıyla anıyorum. Ruhları şad, mekanları cennet olsun.