Hayat şarkı misali... Farklı evrelerden oluşan bir eser adeta. Bu şarkının belli bir tarzı yok. Duymak istediğiniz tarzda, duymak istediğiniz duygularda. Sadece kendimiz bu şarkıyı belirleyebiliyoruz hayatımızda. Dünyaya gelme nedenimizin ne olduğunu anlayabilmemiz için aydınlatıcı niteliğinde... Doğum-Yaşam-Ölüm evresi kadar rutin. Bu evrenin tek değişmeyen gerçeği ise, yaşam evresi. Hep dengede... Tüm gerçekçiliğiyle, tüm can yakıcılığıyla. Bir tek onun yeri değişmiyor. Tek sabit kalan şey oluyor. Hayatımızdaki tüm acılarla, mutluluklarla, korkularla, sevgilerle bu şarkıya ister istemez giriş yapmış oluyoruz.

Başlangıçta; mutluluk verici, adeta cennetten gelen sesler misali, kör bir insanın sonradan açılan gözlerinin ilk görüşü, bir bebeğin ilk adımları, ilk aşk, ilk başarı, ilk sevinç, her şeyin en ilki... Güneşi çıplak gözle görebildiğimiz gün gibi... Farklı diyarlara yolculuk yapmak, kalbinde çiçeklerin açması, en sıcak havada bir anda bastıran tatlı-sıcak yağmur... Yağmurun toprakla bütünleşmesi, yeşilliğin tüm evrene yayılması, sevginin tüm kötülüklere kucak açması gibi. Şarkının bu melodisini duymak belki de dünyanın en güzel şeyi. Tıpkı bir güneş misali, her daim ışık saçıp, sıcaklığını hiç kaybetmiyor.

Ortalara gelirken; acı... derinlere inerken daha acı-tatlı. Aslında çok güzel bir şarkı, ama hissettirdikleri yaralayıcı. Düşüş gibi. Düşünüş gibi. Öylesine melankolik yapıyor ki bu melodi, insanı duygu yoğunluğuna kaptırıp benliğini kaybettiriyor. Bir yandan da kazandırıyor. Dengesiz. Bir o kadar da tutarsız...Üşütüyor, titretiyor iç sızlatıyor, öte yandan ısıtıyor, yakıyor, kavuruyor... Ne yapacağını bilemiyorsun. Paranoyalarının labirentlerinde kayboluyorsun. Umutlarına sahip çıkmak isterken kendini bulutlarda buluveriyorsun... Şarkının bu evresi, ne kadar acı-tatlı da olsa epey düşündürücü ve sıradışı. Belki de en acı şeylerin sonunda bir aydınlık olduğunun habercisidir? Bu bölüm Ay'ın hem melankolik hem de umut veren yüzü gibi. Karanlığın içindeki tek ışığa tutunmak gibi.

Son evreye gelirken bitmesini istemediğimiz bir şarkıya dönüşüveriyor. Önceki acı yerini şairaneliğe ve masalsı bir tada bırakıyor. Hüzün verici ve bir o kadar da huzurlu. O kadar güzel bitiyor ki, yaşanılan tüm acılara değercesine. Biraz daha fazla duymaya ihtiyacımız oluyor. Biraz daha. Ama gün geçtikçe son evreyi daha da az duymaya başlıyoruz. Ve şarkı tamamen bitiyor. Tüm kayıplarımızla, o güzel tınılarımızla, tabiat ana ile kucaklaşıyoruz. Şarkının son bölümü ise yıldızlar gibi. Her an aniden kaybolup hüzne boğacak gibi...

Kayboluş gibi...

İnsanlığın evreleri tıpkı bu şarkı gibi. Oysa ne kadar acı verse de hep 2. bölümde olmak istiyoruz. Hep karanlıkta o ışığa tutunmak istiyoruz. Bizi bekleyen sonu kabul edemiyoruz. Bu bir hayat, bir ilişki, bir dostluk, bir arkadaşlıkta olabiliyor çoğu zaman...

Doğup büyüyerek, yaşayıp öğrenerek ve deneyim kazanıp olgunlaşarak, anlıyoruz bazı şeyleri.

Her güzel şey bir gün solup gidiyor. Ne olursa olsun.