Gündem özellikle şu sıralar İdlib üzerinde dönüyor ve şuan Mehmetçiğimiz TSK'nın başlattığı 'Bahar Pınarı Harekatı' ile Suriye rejimine karşı son yılların en başarılı harekatlarından birisini daha icra ederken, Cumhurbaşkanı Erdoğan da gerek Putin gerek Trump ile İdlib sorununun çözümü için telefon trafiğini yürütüyor.

İdlib konusunu ele alırken yakın geçmişe gidip, yaşanan bu gelişmelerin temelini görmemizde fayda var; herhalde İdlib'de çatışmalar birden bire başlamamış olsa gerek. ABD-Rusya-Türkiye açısından İdlib konusunu değerlendirirsek daha sağlıklı analiz yapma şansına kavuşuruz.

Nereden Çıktı Bu idlib Sorunu?

Türkiye'nin ve AKP hükümetinin her fırsatta Suriye'ye yönelik uygulamaya çalıştığı politikadan veya hükümetin söylemiş olduğu ifadelerden anladığımız kadarıyla, bu devletin toprak bütünlüğünün korunması öncelik olmuştur. Cumhurbaşkanı Erdoğan da sık sık haklı olarak Suriye'nin toprak bütünlüğünden yanayız gibi ifadeler kullanmaktadır.

2014 senesinde Obama'nın DEAŞ ile mücadelesi kapsamında terörist YPG/PYD ile sahada koordineli olarak çalışması, Türkiye'yi endişelendiren en temel sorunlardan birisi olmuştur; haklı olarak Türkiye DEAŞ ile mücadele de olsa güneyinde bir terör örgütünün palazlanmasına şiddetle karşı çıkmıştır ve güvenli bölge talebinde ısrarcı olmuştur. Bu gelişmeler aslında şuan kanlı bıçaklı olduğumuz Esad ile araların bir dönem yumuşamasına katkı sağlayarak, rejim ordusunun DEAŞ'ın elinde olan Halep'e girmesine katkı sağlamış. Rusya da bunun karşılığında Türkiye'nin YPG/PYD'e karşı yürüttüğü Fırat Kalkanı Harekatına ses çıkarmamıştır.

Türkiye'nin Fırat Kalkanı Harekatı –ki Türkiye'nin son yıllardaki en başarılı operasyonlarından birisidir- kapsamında Suriye rejimine karşı hareket eden silahlı muhalif grupları YPG/PYD'e karşı kullanması, daha sonrasında muhalif grupların Suriye toprakları üzerinde hak iddia edecek pozisyona getirmiş; akabinde Rusya-İran ve Türkiye Astana'da muhaliflerin taleplerini değerlendirmek ve Suriye genelinde bir çatışmazlık bölgesi oluşturmak için bir araya gelmişlerdir. Astana'ya taraf olan muhalifler de bu alınacak kararlara uyacaklarını açıklamıştır. Radikal gruplar ise Astana sürecinin dışında tutulmuştur.

Astana anlaşmasında Rusya, İran ve Türkiye İdlib'in çatışmazlık bölgesi olmasında ve Türkiye'nin o bölgedeki muhalifleri kontrol etmesi hususunda mutabık kalmışlardır. Akabinde Türkiye de bu bölgede 12 gözlem noktasına sahip olmuştur. Astana anlaşmasından sonra Esad da İdlib'e ilerleyişini durdurmuştur. Fakat İdlib'den geçen M4 ve M5 otoyollarının Astana zirvesinde her iki grup için de açılmasına karar verildikten sonra, Türkiye tarafından etkisizleştirilmesi istenen muhalifler tarafından hoş karşılanmamış ve Esad güçleri ile bu muhalif gruplar arasında sıcak çatışmaların başlamasına sebep olmuştur.

Bu gelişmelerden sonra Türkiye ve Rusya arasında bir soğuk savaş yaşanmıştır; çünkü Rusya'nın iddiası, Türkiye'nin İdlib'de silahlı muhalifleri kontrol etmediği ve silahsızlandırmaması idi. Yani Türkiye Astana'da varılan anlaşmanın dışına çıkmıştı. Akabinde de Esad güçleri Rusya'nın da güçlü askeri desteğiyle İdlib'de muhaliflerle sıcak temasa girmiş, Türkiye de Esad rejimine karşı saldırıya geçmişti.

Türkiye burada uluslararası ilişkilerde bir ifade olan 'Güçler Dengesi' (balance of power) stratejisini iyi oynayamadığı kanaatindeyim. Türkiye her fırsatta haklı olarak Suriye'nin toprak bütünlüğünü, kuzeyinde bir kürt koridorunun açılmamasını ve en önemlisi de güneyinde YPG/PYD'nin özerk bir bölge oluşturmamasını isterken bir yandan da Esad'a karşı çıkarak, dolaylı olarak Rusya'yı karşısına alıyor. O halde Esad'ın kuzeye doğru ilerleyişinde bizim göremediğimiz ne gibi bir yanlış vardı? Bu saatten sonra gayet tabii ki Esad ile müzakere ve diyalog yolu kapansın.

Bugün Libya'da BM tarafından tanınan ve meşru olan Serraj hükümeti ile görüşebiliyor isek, keşke iş bu noktalara gelmeden BM tarafından tanınan ve meşru olan Esad ile yakın bir geçmişte diyalog kurabilme yollarını kaybetmeseydik. Türkiye ne Rusya ne de ABD'ye bağımlı olmadan bağımsız bir dış politika izlemelidir. Geldiğimiz nokta ne ABD'nin ne de Rusya'nın bizimle 'dost' olduğudur.

İdlib'in savaşın son sahnesi olacağı kuvvetle muhtemel. Suriye ordusunun Deyr el Zor'daki operasyonu tamamladıktan sonra İdlib'e yönelmesi bekleniyor. Türkiye Rakka ya da Deyr el Zor'daki gibi bir cephe savaşına dönüşmeden İdlib'teki grupları çatışmasızlık rejimine ikna etmeye çalışıyor.

Bunu yaparken bazı amaç ve beklentileri var:

- Türkiye başından beri İdlib'de Rusya ve İran'la ortaklığın karşılığında Kürtlerin kontrolündeki Afrin'e müdahale fırsatı arıyor. TSK'nin İdlib'de konuşlanmasıyla Afrin üzerindeki baskı artacak. Ankara bu operasyonu kamuoyuna 'Akdeniz'e kadar Kürt koridoru planını önleme hamlesi' olarak sunuyor.

- Türkiye'nin sahaya inmekteki ikinci amacı olası bir göç dalgasını önlemek.

- Üçüncü hedef savaşı kendi sınırlarından uzak tutmak. Rusya'nın desteğiyle Suriye ordusunun silahlı grupları kuzeye sürüklemesi Ankara'nın önlemeye çalıştığı bir senaryo.

- Ayrıca Türkiye, Cerablus-El Bab cebinden sonra İdlib'de asker konuşlandırarak Suriye'nin geleceğini şekillendirecek süreçte daha fazla söz sahibi olmayı umuyor.