Her ülkenin ulusal değerleri vardır ve kutsaldır. Ülkenin yasalarla belirlenmiş adı, bayrağı, ulusal marşı, vatan toprağı, anayasası, ülke yurttaşlarının kimlikleri ve hakları yasalarla korunmak zorundadır. Yasalar, bu değerlere hakaret etmeyi engellemek için yazılmıştır. Bu konuda hiç kimse de yasalardan üstün değildir. Yurttaşlar da bu milli değerlere sahip çıkmanın bir vatandaşlık görevi olduğunu bilmelidir. Hiçbir kişi, kurum, siyasi parti, milletvekili, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı bu kutsal değerlerle alay edemez ve aşağılayamaz. Bu anlayış bütün dünya ülkelerinde aynıdır. Evrensel bir kuraldır bu. Amerika'da da bu kural geçerlidir, İngiltere'de de, Rusya'da da geçerlidir bu kural, Çin'de de… Uğruna savaş yapılan, kan dökülen değerlerdir bunlar. Bu uğurda yapılan savaşlar kutsaldır, bu uğurda ölenler ise ulusal kahramandır. Bu kahramanlar halkın bağrında yaşar, asla o kahramanlara ve kutsal değerlere laf söyletilmez, hakaret ettirilmez. Bu aynı zamanda millet olma bilincidir. Daha da önemlisi dünyada her ülke, millet egemenliğinin simgesi olan ulusal meclislerinde, milletvekillerine, devlete sadakati ve bu milli değerlerin korunmasının andını söyletirler. Bu ant içme sıradan bir tören değildir; laf olsun diye yapılmaz. Doğal bir akıştır ve olması gerekendir. Türkiye Cumhuriyeti'nde de, yeni seçilen milletvekilleri bu törene katılırlar ve ant içerek göreve başlarlar.
Niçin ant içilir?
Çünkü bir vatandaş veya bir milletvekili ülkenin yasalarla belirlenmiş adını, bayrağını, ulusal marşını, vatan toprağını, anayasasını, yurttaşların kimliklerini ve haklarını kutsal bilmek ve korumak zorundadır.
Metin şöyledir:
'Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.'
Önemlidir bu yemin metni. Benzer metinler, diğer dünya ülkelerinde olduğu gibi Amerika'da da vardır, İngiltere'de de vardır. Hatta bazı ülkelerde yurttaşlığa kabul edilen insanlar için de benzer yemin metinleri hazırlatılmıştır. Şüphesiz bu metinler sıradan metinler olmaktan çıkmış; devlet, yurttaş, toplum, ulus birlikteliğini ve dayanışmasını, koruma ve kollamasını ön plana çıkarmış, yapıştırıcı bir metin haline gelmiştir. Binlerce yıllık deneyimin, birikimin sonucunda oluşturulmuştur. Milletvekilleri için de önemlidir, yurttaşlar için de… 'Devletin varlığı' adına yemin eden bir milletvekili, devletin varlığını asla tartışamaz; çünkü biz, 1919 yılında Erzurum Kongresi'nde, 'Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz!' kararını almışız; I. Dünya Savaşı sonunda da bu tartışmaya son vermişiz; ve bu kararı bütün dünyaya duyurmuşuz.
Savaş meydanlarında bağımsızlık zaferini kazanan Gazi Mustafa Kemal Atatürk: 'Bayrak bir milletin özgürlük alametidir, bağımsızlık sembolüdür, ulusun onurudur, birlik ve beraberliğinin temsilidir; hiç bir bayrağın şekli ve rengi rastgele meydana gelmemiştir. O dalgalanmazsa millet bağımsız sayılmayacaktır!' derken, tam da anlatmaya çalıştığımız milli ve evrensel değerleri, veciz bir üslupla dile getirmiş ve ön plana çıkarmıştır.
Bu kararlar, bu düşünceler masa başında alınmamıştır. İlk Türk devlet kurucusu Mete Han'dan beri devam eden, bize miras kalan bir Türk devlet geleneğidir. Amacı bağımsızlık olan 'Kurtuluş Savaşı'nda Mustafa Kemal Paşa, silah arkadaşları ve kuvacılar bu geleneğe uymuş, 'Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir' ilkesiyle Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmuştur. Bu düşünce çağdaş bir düşüncedir; ve Türk- Altay felsefesine uygun bir düşüncedir. İlkel ve Ortaçağ yönetim sistemleri olan krallığa, sultanlığa, imparatorluğa, emirliğe, bir ailenin ve tek bir kişinin egemenliğine karşı olmak demektir.
Bir milletvekili için, bir yurttaş için nedir burada önemli olan?
Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğüdür önemli olan.
Milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğidir.
Türk ulusunun ülkesine 'Türkiye' adının verilmesidir önemli olan.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin egemenlik haklarının, 'Türkiye' adını verdiğimiz ülkede kullanılmasının bilinmesidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, 'Türkiye' adını verdiğimiz ülkede, Türk Milleti tarafından kurulmuş, 'laik, demokratik, milli, insan haklarına dayanan, sosyal hukuk devleti' olduğunu anlamaktır önemli olan.
'Ben Türk'üm' demenin, hukuki ve siyasi yönden Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bir yurttaşı olduğunu bilmektir önemli olan.
Dinsel birlik, Türk ulusu için zorunlu değildir. Farklı dinlere inanan veya hiç inanmayan ama Türk olan insanların ve ulusların var olmasıdır önemli olan.
Ulusal birliğin; devleti kuran, ulusu oluşturan toplulukların ya da bireylerin, etnik kökeni ne olursa olsan, yurttaşlık bilinciyle Türk milleti olduğunu kavramaktır önemli olan.
Türkiye Cumhuriyeti toprakları, Misak-ı Milli sınırlarıyla belirlenmiş Anadolu ve Trakya topraklarından oluşur, ilkesini anlamaktır önemli olan.
Türkiye Cumhuriyetinin kurucuları, üniter devlet yerine federal, bir devlet kurmasını bilmiyor muydu? Elbette biliyordu; ama kurucu irade şu gerçeği de iyi biliyordu: Tarihi, sosyal, ekonomik, coğrafi ve kültürel etkenler, Türk Devletinin tek yapılı olmasını gerektirir. Bu mükemmel bir öngörüdür. Bu ileri görüşlülük tam da bugünün emperyalist dünya görüşüne verilen bir cevaptır. Türkiye Cumhuriyeti'nin yurttaşı ve milletvekilinin bu gerçeği bilmesidir önemli olan.
Türk ulusu'nun, ırkçılık anlayışı üzerine kurulmadığını, ulusu oluşturan etnik birimlerin ayrı ulus olarak kabul görülmeyeceğini bilmektir önemli olan.
Küreselleşme veya 'yenidünya düzeni' adıyla, 'ulus devlet'i veya 'ulusal devlet'i ortadan kaldırıp milli devleti, milli ekonomiyi, milli kültürü, milli hukuku çağdışı saymanın emperyalist güçlerin oyunu olduğunu bilmektir önemli olan.
Türkiye Cumhuriyeti'nin bir 'üniter devlet' olduğunu, bu üniter devletin anayasasının, hukukunun; yasama, yürütme ve yargı birliğinin tek olduğunu bilmektir önemli olan.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan hiçbir birey açıkça da olsa, üstü kapalı da olsa, imalı da olsa; ayrı ulus, ayrı devlet, ayrı bayrak düşüncesinde olduğunu açıklayamaz. Bu amaç emperyalist güçlere hizmet etmektir. Büyük Ortadoğu Projesini hayata geçirmek demektir. Ülke birliğini bölmek, vatan toprağını parçalamak; yeni bir Irak, yeni bir Suriye, yeni bir Libya, yeni bir Yugoslavya yaratmak demektir.
Bu vatana ihanettir.
Bu yüzden milletvekilleri 'milletin bölünmezliği' adına namus ve şerefleri üzerine yemin ederler.
Bu yüzden hiçbir milletvekili bir başka ülkenin, devletin, ordunun manda ve himayesini kabul edemez, aksine gerekirse bu uğurda savaşır.
Şu halde:
Türk Devleti bir Cumhuriyettir.
Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.
Türk Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanunda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Millî marşı 'İstiklal Marşı'dır.
Başkenti Ankara'dır.
Anayasanın 1'inci, 2'nci ve 3'üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif bile edilemez.
Şu halde:
Nedir bu Türkiye Cumhuriyeti ile kavganız?
Nedir bu Türk bayrağı ile kavganız?
Nedir bu Türk kelimesi ile Türklük ile kavganız?
Nedir bu Atatürk ile kavganız?
Nedir bu anayasa ile kavganız?
Nedir bu milletvekili yemin metni ile kavganız?
Nedir bu 'andımız' ile kavganız?
Şu halde:
Hangi hakla, 'Türk bayrağı yerine Türkiye bayrağı denmeli!' diyorsunuz,
'Türk diye bir ırk yok!' diyorsunuz,
'Türkiye Cumhuriyeti ile hesaplaştık!' diyorsunuz,
'Türk olmaktan kurtulduk!' diyorsunuz,
'Cumhuriyet kurulurken bu millet hiçbir bedel ödememiştir!' diyorsunuz…
Unutmayın ki 'beka' sorunu sadece vatan topraklarının askeri disiplinle korunması değildir; 'beka' sorunu aynı zamanda, henüz Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı kimliğini kabul edememiş insanların zihinlerinde, 'Ne mutlu Türküm diyene!' felsefesini anlayamamalarındandır; bu kültür zenginliğine emperyalist güçlerin penceresinden bakmalarındandır.