Dünya çeşitli ırkların, dinlerin, dillerin bir arada yaşadığı en geniş ve en büyük ailedir: adı, 'İnsanlık ailesi'dir. Okuyanı heyecanlandıran bir tanım. Bu sekiz milyar nüfuslu ailenin de tıpkı, çekirdek ailelerde olduğu gibi tek hedefi insanların mutlu, huzurlu yaşamaları olmalıdır; ve yine insanlar hukuk önünde eşit, özgür, demokratik haklardan yararlanabileceği bir düzen içinde yaşayabilmelidir. Daha da heyecan verici değil mi? Bu insanlık ailesinin elbette kralları, imparatorları, devlet başkanları olsun; bu insanlık ailesinin elbette dinleri ayrı, dilleri, ırkları ayrı olsun ve yine bu sekiz milyar nüfuslu ailenin sınırları da olsun. Bu da sorun değil; ama tek hedef bu insanların mutlu, huzurlu, hukuk önünde eşit, özgür, demokratik haklardan yararlanabilmeleri olmalıdır. Evet, tek hedef bu olmalıdır.
Olur mu? Olmaz! Böyle bir düşüncenin hayali bile olmaz! Böyle bir hayali bir gün dahi yaşatamazsınız! Olmaz; çünkü insan yaratıldığı günden itibaren içindeki hırsla, öfkeyle, düşmanlıkla, nefretle yaratılmıştır. Peki, insandaki bu hırs, bu öfke, bu düşmanlık, bu nefret duyguları eğitimle yok edilemez mi? Edilemez! Hayat budur zaten: siyah ile beyaz, iyi ile kötü, güzel ile çirkin gibi. Hayat zıtlıklar içinde vardır. Hayatın içerisinden birini çekip aldığınız zaman çatışma olmaz. Çatışma olmadığı zaman hayat devam edemez. Roman, tiyatro, sinemaya bakınız zıtlıklarla, çatışmayla senaryo diri kalır. Yani eğitimle de yok edemezsiniz bu kavramları. Ha ne olur, siz bir ülkü koyarsınız ortaya, bir idealiniz olmalıdır: 'Tüm insanlar eşit olmalıdır!' ideali, 'Tüm insanlar özgür olmalıdır!' ideali, 'Tüm insanlar insanca yaşamalıdır!' ideali, 'Nefretin dili bitsin!' ideali gibi; ve bu ideal uğruna da mücadele edersiniz. Bu olur. Bunu başaran ülkeler, uluslar var mı? Var. Japonların geleneksel ahlak yapısında, canlıya saygı duymak ağır basar. Bu bir felsefi anlayıştır. Hint'te ve Çin'de de görürsünüz; ancak sözgelimi İspanya, Avusturya, Norveç gibi kimi ülkelerde ise toplumsal yapı düşünen, okuyan, sorgulayan merkezli yapıya kavuşturulduğundan hırs, öfke, düşmanlık, nefret yerine sevgi ve saygı daha çok yaygınlaşmıştır. Öyle ki 'Slovcity' kavramı böyle doğmuştur. Bu yavaş şehir, sakin veya huzurlu şehir anlayışı gittikçe yaygınlaşmaktadır. Daha doğrusu bu toplumlar, her canlıya sevginin ve saygının artmasını kendileri için bir uygarlık ölçütü almışlardır. Bu onlar için bir hedef olmuştur. Yüzde yüz olmasa bile başarmışlardır.
Uygar bir toplum olmak, hedefimiz olmalıdır. Hırstan, öfkeden, düşmanlıktan, nefret dilini kullanmaktan uzaklaşmak, hedefimiz olmalıdır. İnsanın kendisini sorgulaması da uygarlık yolunun önemli adımlarındandır. Zor değildir; erdemli davranıştır. Haluk Berkmen'in bu konudaki düşünceleri çok önemli: 'Kendini sorgulayan insan kendini kontrol etmeyi de başarır. Kendini kontrol etmeyi başaran insan ise çevresiyle bütünleşir. Uygar insan kıskanç olmaz, aksine başarılı olanları destekler ve onların başarılarına katkıda bulunur. Uygar insan şiddetten hoşlanmaz. Karşı cinse saygılıdır.' İşte bütün savaş bundan ibarettir. Zor değil! Elbette zor değil! Her şey 'kendini sorgulamakla' başlıyor. Her şey insana saygı ile başlıyor. İnsanı sevmek ile başlıyor. İşte uygarlaşmanın temel tuğlaları da bunlardır. Birkaç cümleyle uygar insan ortaya çıktı; fakat çatışma var: iyi ile kötü arasında, güzel ile çirkin arasında, ehliyetli ile ehliyetsiz arasında gibi... Kendini sorgulayan, insana saygı duyanlar ile nefret dilini kullanan arasında! Çatışmaya İslam'da giriyor. Mükemmel bir ilke: 'La ikrahe fid-din' yani, 'Dinde nefret yoktur!' İşte uygarlığın bir tuğlası daha… Dinde nefret yoksa bu küfür, bu hakaret, bu aşağılama, bu düşmanlık, bu savaş heyecanı niye?
Nietzsche de bu yaraya parmak basıyor. Böylece işin içine felsefe de giriyor: 'Nefret Kültürü'nün yerleştiği ve dal budak saldığı toplumlarda, yaşamı geliştirecek ve güzelleştirecek bir yapı kurmak mümkün değildir!' Bu düşünce beraberinde felaketi de getirebilir. Şöyle ki: Nefret kültürü, kaba bir dil kullanımı ve küfür eğitimde öğrenci, öğretmen, veli üçgenini paramparça eder. Ebeveynler de, öğretmenler de biliyor ki çocuklar en çok şiddet ve korkudan etkilenir. Bu şiddet ve korku rüyalara girer. Dilin, vücut dilinin, yüz ifadesinin korkuyu yansıtması eğitim açısından tehlikelidir; çocukta içe kapanıklık, ruhsal bozukluk travması yaşatır. Bir bakıma korku toplumu. Dilbilimcilerin müthiş bir tespiti vardır: 'Dil aklın ayak izidir!' derler. Düşünceler dille açıklanır ya düşünün şimdi: öfke, ne diyeceğini bilememek, küfür, hakaret, aşağılama 'Nefret dili' ise, bu dil hiçbir eğitimde, hiçbir dinde, hiçbir uygarlık anlayışında yoktur. TCK' nın 122. maddesi de yok diyor:
'Irk, devlet, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefrete dayalı ayrımcılığı suç saymıştır.'
Bu, sosyolojik, hukukî ve disiplinler arası kavram insanlık tarihi kadar eskidir.
Nefret söylemi, 1997 yılında, uluslararası düzeyde tanımlanırken: '…. dinsel hoşgörüsüzlük dahil olmak üzere, hoşgörüsüzlüğe dayalı başka nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan veya meşrulaştıran her tür ifade biçimini,' anlatımı da dikkat çekiyor.
Nefret dili mutlaka hedef alır, ötekileştirir ve düşmanlaştırır. Sahneleri farklıdır. Kötü karakter kimi zaman abartma, çarpıtma, küfür, hakaret, aşağılama, düşmanlık repliğini kullanırken; kimi zamanda sahnede kimlik öğesini nefrete dönüştürür, din ve siyaset üzerinden, hatta cinsiyet ve etnik köken üzerinden rolünü tamamlar.
Bakın şimdi eğitimimizde, dinimizde, uygarlığımızda yeri olmayan nefret dili örneklerini, sadece basından basit bir tarama yaparak; hiçbir kimlik, isim, unvan belirtmeden sunmak istiyorum:
'Bunlar içimize kadar sızmış Bizans devşirmeleridir!', 'Çürük çarık zihniyet!', 'Gözünü siyasi ikbal hırsı bürümüş!', 'Bu meclisin yarısı hıyardır!.. Sözümü geri alıyorum; Bu meclisin yarısı hıyar değildir!', 'Devlet, politikası gereği adam öldürebilir!', 'İntikamım yakın öfkem büyüktür!', 'Seni sevdiğim o güne lanet olsun!', 'Ben yaşadıkça bir gün olsun yüzün gülmesin!', 'Seni sırtından değil, hayallerinden vuracağım!', 'Eskiden nefesimdin şimdi ise sadece nefretimsin!', 'Afrikalı zombiler gibi!', 'Hadi bir takla at ya da oyna bir göreyim. Çal bakayım davulcu!', 'Odunu aday göstersem milletvekili yaparım!', 'Ananı da al git!, '…….Parti vitrininde sizin gibiler olduktan sonra, sandıkta boyunuzun ölçüsünü alırsınız!', 'Sürtükler, Onur Yürüyüşü'nde vardı ama Gezi'deki herkes sürtük değildi!', 'Alevi ve Kürt çocuklar çifte kavrulmuş yalancı olmak durumunda!', akbabalar, kanı bozuk, haşarat, müfteri, müflis, simsar, izansız, asalak, alçak, sahtekar, mikrop, namussuz, adi, İsrail dölü, ulan ahlaksız, cibilliyetsiz, zürriyetsiz, tezek, çamur, mankafa, alçak, affedersin Ermeni, şerefsiz, edepsiz, yalaka, geri zekalı, vampir, dönek, virüs, soysuz, rezil, çakal, ölü sevici, terbiyesiz herif, vatan haini, hırsız, aşağılık, Siyonist dölü, namert, haysiyetsiz, sapık, sürtük, çürük, hayvandan aşağı, yüzsüz, pis herif, terbiyesiz herif…'
Örnekler böyle devam ediyor...
Başka ülkelerde de örnekler var. Trump seçimleri kazanınca, ABD'de nefret suçları arttı! Twitch, Donald Trump'ın nefret söylemi sözlerinden dolayı hesabını askıya aldı.
'Güney Yoksulluk Hukuk Merkezi' araştırmasına göre, seçimlerin ardından 700'den fazla İslamofobik ve ırkçı taciz veya göz korkutma olayı yaşandı.
Ülkemizde Facebook, nefret söylemi içeren binlerce paylaşımı kaldırdı; ve 36 bin siyasi reklamın da kabul edilmediğini bildirdi.
Günümüzde, ülkemizde ve tüm dünyada cinsiyetçilik ayrımı, kadına şiddet, çocuklara şiddet, hayvanlara şiddet; Müslüman, Hıristiyan, Yahudi ve mezhep kışkırtıcılığı, Alevi ve 'Sünni' karşıtlığı; Çingene karşıtlığı, engellilere karşı ayrımcılık; 'biz', 'bizim mahalle' tanımlarıyla başlayan nefret dili, dışlama, ötekileştirme kabul görmemiştir, görmeyecektir. Dün de kabul görmemiştir, bugün de ve yarın da görmeyecektir. Tarihte bu dili kullananlar kim olursa olsun krallar, imparatorlar, sultanlar, beyler, ağalar, devlet başkanlarının tümü nefret denizinde boğulmuşlardır. Faşist Almanya'da nefretin dili sahibini tarihe gömmüştür. İtalya ve İspanya faşizminde de tarihe gömülüp yol olmuşlardır; Sovyet, Çin komünizminde de insanı aşağılayan dil sahibini tarihten silmiştir. Şüphesiz İran'da, Afganistan'da, Irak'ta ve Türkiye'de dayatılan Nefret dili de mutlaka; ama bir gün mutlaka hüsranla sona erecek, sahibine geri dönecektir.
Yapılan hatalardan ders almayıp 'keşke' dememek için 'Nefret Dilini' bırakmalıyız. Tarihte hiçbir filozof, bilim insanı, akıl ve gönül insanı nefret dilini kullanmamıştır. Tıpkı Türk tarihinde devlet başkanı Bilge Kağan gibi, vezir Tonyukuk gibi, Dede Korkut ve Nasrettin Hoca gibi, Yunus Emre ve Pir Sultan Abdal gibi ve onlarca örnek gibi… İnsanlık 'Nefret Dilini' kullananları unutmuştur; ama 'Sevginin Dilini, Gönül Dilini' kullananları unutmamıştır, bağrına basmıştır.
'Dilin kemiği yok!' sözünü bir kere daha düşünelim. Gözlerimizden nefret saçarak, gölgemizle kavga etmeyi bırakalım. İnsan ayırımı yapmadan onlarla bağdaş kurup oturmayı zenginlik sayalım.
Gönülden gönüle giden yolun sevgi olduğunu hatırlatmak isterim.