Ramazan ayı bereketli olsun. Bir yanımızda, melekler ile yarışan ağzı oruçlu müslümanlar…

Bir yanımızda da müslüman mintanıyla dolaşan haramzadeler… Manda ve himayeciler saf saf olmuş, sahte baharın peşinde insanımızı, geleceğimizi, istiklalimizi, istikbalimizi bilmem kaç pula devşirmenin peşindeler.

Geçenlerde Bir Allah dostunun kapısını çaldım. Dizimi bükerek yere oturdum. Eline vardım, öptürmedi. Eliyle işaret ederek oturttu.


'Nasıl görüyorsunuz, nasıl görmeliyim hocam' dedim usulca…

Cennetmekan Erbakan Hocam gözbebeklerini büyüterek 'cihat' diyordu ya onu hatırlatırken zalime karşı 'dünya beşten büyüktür' sözünün tafsilatlı açıklamasını yaptı neredeyse. Not tutmaya utandım. Her sözünü aklıma sonra yüreğime kurşundan harfler gibi dizdim.

'İnandığın kadar değil, yaşadığın kadar ve mücadelen kadar müslümansın…

Zulme baş kaldırmaya dönüşmeyen secde, Allah'tan başkasına yapılıyor demektir…'

Zınk dedi aklım kalakaldım. 'Akıl' dedi önce, 'iman' dedi devam etti:

- Akla dönüşmeyen vahiy imana dönüşmez.

- İman; emin olmayı, emin olmak bilgiyi; bilgi aklı gerektirir.

- Kendi aklı ile iman etmeyenin, inkar edenden bir farkı yoktur.

- Aklınla var saydığın Allah'ı hayatınla yok saydığın sürece iman etmiş sayılmazsın…

- Kur'an okuyan herkes kendi aklı ile okumalıdır. Kendi aklını devre dışı bırakıp, başkasının aklı ile okuyan Allah'la değil, başkası ile konuşmuş olur…

- Öldükten sonra diriltileceğine inanmayanla, Kur'an'ın bir toplumu dirilteceğine inanmayan arasında ne fark var ?

Vay dedim vay… Yalan dünya… Ezberleri bozan, bizi savuran, kim olduğumuzu, kimden yana olduğumuzu ve nerede durduğumuzu sorgulayan tarihi sözler.

Evet kim olduğumuz kadar ne olduğumuzdan öte kimin yanında olduğumuz/durduğumuz daha önemli değil midir? Ne diyordu şehit Muhsin Yazıcıoğlu 'Firavun'a karşı gelmek yetmez, Musa'dan yanında durmak lazım'

Kıtmir görünürde köpektir. Ancak Ashab-ı Keyf'in yol arkadaşıdır. Ne olduğu değil, nerede, kimin yanında durduğu önem arz etmektedir.

Üstad Necip Fazıl'a bir gün sormuşlar:

'Üstad hem İslam diyorsun, mücadele, aksiyondan bahsediyorsun, hem de at yarışı oynuyorsun ?'

Tebessüm şöyle dursun, başına öne eğik bir ifadeyle cevap vermiş:

'Farz edin ki gülün dibine dökülen gübreyim'

Bizi bugün sağımıza solumuza bakmadan, ama demeden, fakat, ancak sözlerini söylemeden bir adım öne çıkıp 'yaşadığımız kadar ve mücadelemiz kadar Müslüman' olduğumuzu göstermenin vaktinin arefesindeyiz. Bizim secdemiz zulme başkaldırmaya yönelik bir meydan okumaktır. O zaman bütün suni olduğu kadar dünyalık hayallerden öte cihanşümul bir davanın mensubiyeti ve mükellefiyeti altında karıncalanan ellerimizi masaya vurarak Anadolu büyüklüğündeki dava taşını gediğine koymanın vaktinin geldiğini görmeli, göstermeliyiz.

Kimsenin ama hiç kimsenin dini inancını test edemeyiz. Etmemeliyiz. Hocamın dediği tarihi söz açıktır.

'İnandığın kadar değil, yaşadığın kadar ve mücadelen kadar Müslümansın'

Müslümanlık; inandığı kadar değil yaşadığı hayat ve verdiği mücadele ile kaimdir.

Peki geldiğimiz nokta; 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyet'ini koruma ve kollama görevi inanın ki dalgalanan bayrağı da, Okunan ezanı da Misak-ı Milli'yi de koruma ve kollama görevidir.

Onlar inadına inadına 'değiştireceğiz, devireceğiz, yıkacağız' dese de bizler inadına inadına imar ve ihya görevimizi yerine getirmeye devam edeceğiz.

Merhum Müslüm Gürses bir şarkısında meseleyi ne güzel de anlatmıştı:

'Bu benim meselem, derin meselem

Ezelden ebede giden meselem

….

Meselem, alın yazım gibi

Meselem, kırık sazım gibi

Meselem, iki gözüm gibi

Meselem'

Mesele ortadadır. Meseleyi mesele yapmayan, peşine düşmeyen, yakasından tutup sorgulamayan olmamalıdır. Varsa o zaman etrafımızdaki insanların gerçek meselesi olduğu gerçeği ortaya çıkar ki bu da bunca emeğin, alın terinin inkarıdır.

Fındık fıstık yiyerek, iki zar atıp, ıstakaya taşları dizerek meseleyi 'anladım, çözdüm' diyen varsa bataktadır.

Bizler zenginler sokağında, tarla tapan sahibi toprak ağalarının konağında, yolda bekleyip ilk vasıtayla menzile gitmek isteyenlerin durağında, içtiği yediği haram olanların kursağında, manda ve himayecilerin otağında büyümedik. Onlara meyletmedik. Gıptalanmadık.

Adam gibi adamların yanında olduk. Görünüşte 'adam' deyip geçerler ama biz geçmedik/geçmeyiz. Adamsa; sözünün eridir. Adamsa vatan onun yeridir. Martaval okumayı bir kenara bırakıp, biriken öfkemizi, kızgınlığımızı, dargınlığımızı bir kenara atıp avazımız çıktığı kadar bağırıp şöyle demeliyiz.

Koşmana, yürümene bak sen !

Dökülen döküldü. Kalan canlar, yiğitler, sevda yüklü kervanlar bizimdir elbette.

Ardından gelmeyen, davanda taş üstüne taş koymayan, konuşmaktan, hasetlikten, vazgeçmeyen varsa gayrısına eyvallah deyip yürümeliyiz. Elbet bizi yolda koyanlar, başımıza çorap örenler, FETÖ ile iş tutup imkan toplayanlar tekrar tekrar keşkeleriyle birlikte kapımıza gelecektir.

Yükü ağırdır devin… Bilirsin, anlarsın… Kan kusar, kızılcık şerbeti içersin. Yumruğunu sıkar ceketine gizlersin. Ne yapacaksın ?

Zaman ve mekana sığmayan davanın bayraktarlığı kolay değil. Bu devirde adam olmak, er doğmak kolay değil.

Adamlık her zaman kazanır Anadolu'da… Bağrı yanık dualarıyla Allah katında… Yaşarken adı vardır. Ölünce efsanen… Ki ömür ömür üstüne… Ömür, efsanen ile mümkün.