8

Kenan ilinde Yusuf'u ararken Yakup'u kaybettik. Biz mi yalnızca, yoksa toplum mu? Ümmetten bir kavmi ayırırsan ümmet halsiz kalır. Eğer Türk'ü ayırırsan ümmet başsız kalır. Ümmetin mukavemet gücü olan büyük Türk milletinin tarihsel şuuru, cihanşümul mefkuresi, yüzyıllardır dünyada adaletin ayakta kalmasına tahkimat yapmıştır, yapmaya da devam etmektedir.

Biz Kenan ilinde Yusuf'u arıyorduk. Yusuf'u gözyaşlarıyla anan, onun hasretinden gözlerinden kan akan Yusuf’un atıldığı kuyu kadar derin olan Yakup'u hiç aramadık. Belki aklımıza bile gelmedi. Şimdi, tarihin kader çizgisinde sendeleyen, sendelediği gibi azim ve kararlılığını Anadolu topraklarına ve İslam ümmetine aktarmada akıl tutulması yaşayan Müslüman bir milletin, sloganlaştırılmayla birlikte kısırlaştırılıp dayatılan bir İslam anlayışı ile karşı karşıyayız.

Bir yandan içim yanıyor; Yakup'umu en verimli çağında Rabbine uğurlamanın mukadderatına teslim oluyorum. Acısı bir yana, beni kahreden; vurdumduymaz, kadir bilmez, takdir etmez, her şeyi "itibarda tasarruf olmaz" diye erteleyen, öteleyen bir anlayıştan hareketle şöhret düşkünü, sosyal medya budalası olmuş dinden, dindardan, dini hatırlatan kişi ve kurumlardan uzak duran, ileri görüşlü entel tipi cahillerin tavrı oldu.

Fevkaladenin fevkinde canım sıkkın, öyle böyle değil.

Son 10 günde ömrümün 40 yılına sığdırılmış iki değerimi, abimi kaybettim. Diyor ya şair: "Tükendi nakti ömrüm..." Gerçekten tükendi nakti ömrüm. Rabbim, onların dünya sürgününü tamamlayıp ahiret yolculuğunu başlattı. Biz şehadet ettik, razı geldiğimizi belirttik. Rabbim takdir eyle.

Evet, evet, yanlış anlamadınız; iki önemli isim: Türkiye Yazarlar Birliği Şeref Başkanı Mehmet Doğan… Ve Avrasya Yazarlar Birliği Genel Başkanı Yakup Ömeroğlu, nam-ı diğer “Deli Ömeroğlu”…. Biri Mehmet, biri Yakup... Kalemlerini şarjöre sürülen kurşun gibi Allah, vatan ve millet yolunda bir istikamet için kullanan; harfleri kelimelere, kelimeleri cümlelere, cümleleri paragraflara, paragrafları sayfalara, sayfaları kitaplara ve ansiklopedilere sığdıran kalem dervişleri, kalem alperenleri...

D. Mehmet Doğan

Hasbi bir hayat, hesabi olmayan bir adanmışlık içindeydi.. Onu makamların tahtına değil, gönül tahtına oturtmuştu. Bilir misiniz ki ona nöbet yeri ve koruma ve kollama alanı Türk Diliydi. Türk’ün Milli Mücadele Mefkuresi onun şekillendiği Safahat idi. Öle kadar nöbet yerini terk etmedi. 12 Eylül cuntasına kafa tutan, Necip Fazal’ın “Aziz, Nesin ?” diye iki cümle ile özetlediği yeminli İslam muarızı Aziz Nesin’in Sıkı yönetim komutanlıklarına şikayet etmesine, 28 Şubat cuntasına başını eğmeden diklenmesine bakılırsa Nurettin Topçu’dan ana sütü gibi “hareket” şuurunu yüz binlerce kez helal ettirmişti Mehmet Doğan…

Mehmlet Doğan Cenazesi

Cenaze namazı, Mehmet Doğan için bir devlet törenine döndü. Cenaze namazı bu nedenle tıklım tıklımdı, medyanın ilgisi inanılmazdı. Eğer Cumhurbaşkanımız taziye mesajı yayınlamasaydı, Numan Kurtulmuş'un ekibi balıklama taziye mesajına atlayıp arkasından mesaj yayınlamasaydı, hayatında Mehmet Doğan'la el sıkışmamış, konuşmaya tenezzül bile etmemiş, ziyaretine gitmemiş, sohbetinde bulunmamış birçok bakan ve siyasetçinin taziye mesajına muhatap olmazdı. Mehmet abi yalnızca 2017 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Özel Edebiyat Ödülü aldı. Onu külliyenin yemek masasında, ödül töreninde veya uçağında göremedik.

Sağlığında Mehmet Doğan'a hürmet etmeyen, muhatap bile kabul etmeyen, ki AK Parti iktidarlarında Mehmet Akif Ersoy'un evinin yanında kanun dışı yapılan Hacettepe Üniversitesi'ne ait binayı bile yıktırmayanlar saf saf oldu. İktidarda muktedir bakan, kudretli parti yöneticileri iken kapılarını bile çalmadıkları Mehmet Doğan'ın cenaze namazında safa giriverdiler, fotoğraf ve video çekildi, tabut taşındı. Siz sağ onlar selamet…

Hiç kimse "cenazeye geldim" diye vefadan bahsetmesin. İyi ve kötü gününde değil, ölüm gününde cenazede saf tutmak vefa olmasa gerek. Ona kalırsa bu siyasilerin arasında en vefalı insan, çok kızsam da, hakkımı helal etmesem de her ölümün kamberi gibi musallanın önünde saf tutan Bülent Arınç olmalı...

Sevenleri, Mehmet Doğan'ın arkasından yalnızca o gün değil sürekli Fatiha okumaya devam edecekler. Rabbim gani gani rahmet eylesin.

7 Yakup Ömeroğlu

Mehmet Doğan'dan bir hafta sonra, Kenan ilinde Yusuf'u ararken unuttuğumuz, göz ardı ettiğimiz Yakup beyimizi de kaybettik. Bengü Yayınları'nın 500 kitabına ulaştığı bir dönemde, amansız bir hastalığın pençesinde, Rabbim onu acı çekmeden, başını öne eğmeden korumasına aldı.

Sen Bir Yakup idin kendi halında
Kalem Tuttun Allah yolunda
Vatan Oldun Turan Yolunda

 

O ki, daha Türk Devletleri Teşkilatı kurulmadan Orta Asya'yı karış karış gezerek edebiyat ve kalem erbabını Avrasya Yazarlar Birliği çatısı altında toplayan Avrasya'nın Yakup'u olmuştu. Onlar Ömeroğlu’nu çok iyi anladı., Türkçenin farklı lehçelerini konuşsak dan halkların ortak bir edebî dil etrafında birleştirip, tek bir “millet” hâline getirmeye gayret etmiş Gaspıralı’nın hayali “Dilde, fikirde, işte birlik” hedefini Yakup Ömeroğlu gerçekleştirmişti. Kazakistan’ın alfabe devriminin altında Çankırı’nın Şabanözü kazasının “Deli Ömeroğlu” diye ünlenen Yakup’umuz vardı. Onun için Ömeroğlu’nun uçmağa vardığını duyan Ata topraklarında her yürek matem evi gibi oldu. Kardaşlarımız yas tutu, bizimkiler lay lay lom…

Ömeroğlu, sayısal çoğunluğa bile gelmeyen devlet erkanının yokluğunda, yapılmayan sosyal medya paylaşımlarına bakıldığında daha "garip" bir cenaze törenine muhatap oldu. Birebir Yakup'la irtibatı olan, aynı sofrada kaşık sallayan, aynı evleri paylaşan, aynı deftere kalemleriyle not alan, bir kitabın içinde sayfaları paylaşan kalem gönül ve dava arkadaşları saf saf oldular. Her cenazenin kamberi Bülent Arınç yine oradaydı. İyi Parti'den üç milletvekili geldi, Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Serdar Çam geldi. İnanıyorum ki gelişi makamdan dolayı değil, Yakup'la gönül irtibatından dolayıdır. MHP'den yalnızca Ruhi Ersoy... Bir elin beş parmağını geçmeyecek kadar az bir siyasetçi. Ama saflara bakıyorum; Yakup'un yaşıtlarına, kardeşlerine, saçlarına ak düşmüş, gözlerine yaş düşmüş dava arkadaşlarına... Boyunları bükülmüş, ürkek ürkek tabutun üstündeki al bayrağa bakarak Yakub'unu uğurluyorlar.

Adı Yakup ya, çilenin adamı... Adı Yakup ya, hasretin adamı... Adı Yakup ya, gözyaşının adamı...Rabbim sana gani gani rahmet etsin yiğit abim.

Cumhurbaşkanlığı danışmanları cenazedeyken, Cumhurbaşkanımız Erdoğan'dan bir taziye mesajı bekledim. Hele hele bütün ısrarlarıma rağmen TBMM Başkanlığı'ndan bir mesaj bile gelmedi. Bir de buna Türk dünyasının kültür coğrafyasının en önemli mihenk taşı olan Avrasya Yazarlar Birliği'nin başkanı Yakup Ömeroğlu ile ilgili Türk dünyası ak saçlılarının başkanı Binali Yıldırım'dan da mesaj gelmedi. Vallahi ne derseniz deyin, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ kadar bile olamadınız. Devlet Bahçeli, Mustafa Destici, Müsavat Dervişoğlu, Ahmet Davutoğlu, Temel Karamollaoğlu, Ali Babacan, Fatih Erbakan, Meral Akşener, Mansur Yavaş... Bir taziye mesajı bile yok. Bir Azerbaycan Büyükelçisi'nden geldi taziye mesajı. Yazık ya, vallahi yazık.

Bunları yazdım diye hakikati görmezlikten gelerek. Aklı evvellik yapıp iki cenazeyi karşılaştırdığım, yarıştırdığım gibi bir zannın içine girmeyin. Bizim gibi harflere ve kelimelere sığınmaktan başka çaresi kalmayan fikir işçilerinin bu garipliği elbette yeni değildir. Bunun bilin. Bilmezlikten gelirseniz de.

Yakup Ömeroğlu Cenazesi

Seçimlerden sonra "Cumhur İttifakı neden kaybetti? Neden AK Parti'nin oyları azalıyor? MHP şaha kalkamıyor?" diye soruyoruz ya, sakın yazımda bahsettiğim bu nedenlerle olmasın?

İnsanına yabancı, kültür adamının kalemine hıncı olan siyasilerin gelecek tahayyülleri ne yazık ki kısır kalıyor. “İnsanı yaşat diyorlar”; insanı yaşatacak en önemli hayat damarının ustalarını kenara kenara itiveriyorlar. Saçları jöleli, Necip Fazıl'ın deyimiyle "Boğaz'da kodamanların viski çektiği kamıştan soğuk kahvelerini içen, kültürüne insanına yabancılaşan bir “bürokrasi hegemonyasının siyasetçi işgalinin" bizi getireceği sonuç daha kötü olacaktır.

Bugünler daha iyi günlerimiz. Bakanlığının ismine rağmen inadına inadına kültürü, kültür adamını, kültür insanlarını yok sayan, elindeki purosuyla yatlarda verilen davetlerde ritim tutan bir Kültür ve Turizm Bakanımız var. Turizmden karnım doyar, fikrin doymaz, zikrin olmaz. Kültürle bir nesil inşa edersin; bir medeniyet... Kültür, matematiksel olarak basılan, satılan kitap olarak kabul ediliyorsa, yaşanan hayata ne demeliyiz?

 Metin Külünk diyor ya “sosyolojimiz eriyor”. Aslanım, 28 Şubat sonrası deli gömleği gibi giydirilen muhafazakarlığın sıvası dökülüyor. Kağıttan duvarlar yıkılıyor. Ben şimdi aidiyeti olmayan muhafazakarlığın vefasızlığını takdim etsem, sen “eriyoruz” desen ne olur ?

Gelelim kalabalıkların orta yerinde mıh gibi garipliğe çivileyen bir konuya.

Azizim abisiz kaldık.

“Abi nedir bilir misin ?” Yelkensiz tekne gibi… Emanet gibi taburede oturur ya insan, sırtını yaslayamaz… Sırtını sıvazlayan, göz yaşının silecek mendili uzatan, “şiir iyi olmuş da bir de böyle yaz” diye şiir kılavuzluğu yapan, aşkına şahit olduğunu gözlerin parlaklığından anlayan, “ille de namaz” deyip tenbihatta bulunan, “iman, vatan, bayrak” deyip harcatılan gençlere inat, seni kutsal bir inata, bir direnişe çağıran abilerimiz yok bizim. Yanına sokuluvereceğimiz, soracağımız, onun fikrini sünger gibi emeceğimiz abilerimiz birer birer gitti bizim.

Bakın etrafınıza: Okey masalarının mahkumu, boş sohbetlerin müdavimi olanlara…

Abilerimiz birer birer gittiler. Rabbim çekiverdi aramızdan. Onları sakladı, sakındı belki şerrimizden… “Biz hak ettik mi?” Vallahi de hak ettik… Armutun sapı, üzümün çöpü derken kuyularda Yusuf’u arar gibi debeleniyoruz. Unuta unuta, umursamaya umursamaya zalimliğimizi biz pişirdik. Dibini yaktık abilerimizin gözlerini, ellerini, canlarını kaybetme pahasına bir kitap rafına yemek kitaba gibi koyduğumuz eserlerin.

Abim; iflah olmayız mı acaba ?

Dün de geç kalmıştık bugünde. Kuytu köşelerde, evinde, bahçesinde ya da bir kitabın peşinde, kütüphanenin tahtasına sırtını yaslayarak günlerini geçiren, yüreğinde bahar yeşeren abilerimize sahip çıkmanın vaktidir.

Böyle yazarken iki alıntı aklıma geldi... Biri merhum “Bir Sevda Süleymanı” Ragıp Karcı’dan:

"Bir şiir olmalı,
Bir isyan,
Bir âh olmalı,
Hele bir türkü olmalı şimdi,
Alıp sana gelmeliyim."

İsyanımı alıp “gelmeliyim, koşmalıyım, bağırmalıyım” diyorum.

Sonra aklıma aşkın ve dirilişin şairi merhum üstat Sezai Karakoç’un dizeleri geliyor:

"Hüzünlü romanlar gibi galiba ben baştan kaybetmişim

 Belki de ben baştan kazanmışım. İnsanlık kaybetmiş."

Ne diyeyim, ne kalıyor bana? Sen söyle aziz dostum Avukat Ahmet Yaman…

Bir spor gazetesinin isminden gayri...