Yerli ve millî aydınlanma ve kalkınma reçetesi Köy Enstitüleridir. Bu reçeteyi yazan devrimci uzman doktorlar da başta Büyük Devrimci Atatürk olmak üzere eğitim bakanları Saffet Arıkan, Hasan Âli Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç'tur.

Atatürk, reçetesinde şunları yazmıştır: 'Türkiye'nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üreticisi, yetiştiricisi olan köylüdür. O halde herkesten daha çok refaha, mutluluğa ve servete layık olan köylüdür.' Bu reçete kalkınmanın köyden ve köylüden başlamasını istemektedir. Bu reçeteye uygun olarak Eğitim Bakanı Saffet Arıkan, Köy Eğitmen Kurslarını açarak köylünün eğitilmesi ve aydınlanması için ilk adımı atmıştır.

Reçetede imzası bulunan İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç şöyle diyordu: 'Çocukları okutmak, onları ileri derecede üretici duruma getirmek gerekir. Türkiye Cumhuriyeti'nin politik, toplumsal, ekonomik ve kültürel örgütlerinin dayanacağı köylü, ileri bir düzeye ulaşmadan ne kaynaşmış bir ulus ne de ulusal bir ekonomi olur. Cumhuriyet'in ve Atatürkçülüğün odak noktası köylüdür.'

TOPLUMU EĞİTİM VE ÖĞRETİM YOLUYLA CANLANDIRMAK, MODERN ANLAMLI İLKÖĞRETİMİ KÖYE MAL ETMEKLE SAĞLANIR. KÖYLÜSÜZ BİR UYGARLIK YARATILAMAZ, SÜRDÜRÜLEMEZ. KÖYLÜ SAĞLIKLI, GÜRBÜZ, NEŞELİ BİR DURUMA GELMEDİKÇE KENTLİ DE GELEMEZ. KÖYLÜ HASTALIKLI İSE KENTLİ DE HASTALIKLI DEMEKTİR.

Yerli ve millî aydınlanma ve kalkınma reçetesinde imzası bulunan diğer devrimci Doktor Hasan Âli Yücel'dir. 17 Nisan 1940'ta Köy Enstitülerini kurmuştur. Böylece aydınlanma ve ekonomik kalkınma köyden ve köylüden başlayacak adımlar tamamlanmış oldu.

Köy Enstitüleri, gerçekten bir aydınlanma ve ekonomik kalkınma reçetesi olabilecek miydi? Bu sorunun yanıtını vermeden önce köyümüzün ve köylümüzün durumuna bir bakmak gerekir:

Cumhuriyetimizin kurulduğu yıllarda nüfusumuzun geneli köylerde, kırsal kesimde yaşamaktaydı. Yani 'halkın % 80'i toprak ekonomisine bağlıydı. Köylerde elektrik, akarsu, kanalizasyon yoktu ve uzun süre de olmayacaktı. Tarım sabanla yapılıyordu. Yapay gübre kullanılmıyordu. Küçük sulama tesisleri azdı. Köylerin çoğunda yol yoktu, izlerden gidilip geliniyordu. Küçük çiftçi ürününü pazarlayamıyordu, aracıların sömürüsüne uğruyordu. Tefecilerin eline düşen köylüler, varlıklarını zor kurtarabiliyorlardı. Köylü kendi çevresine kapanmıştı ve iktisadi güvenliğini ağa himayesinde arıyordu. Yaşam biçimi kişisel ekonomiydi ve ürettiğinin büyük payını kendi tüketiyordu. Toprakla geçinenlerin çoğunluğu ilaç ve giysi alabilecek iktisadi güce sahip değildi (Prof. Dr. Feridun Ergin; K. Atatürk, s. 189).'

'Osmanlı Anadolu'su her türlü sanayi tesislerinden, teknik cihazlardan, santrallardan, sanayi ve teknik alanı için gerekli yetişkin insan gücünden yoksun bir ülkeydi. Zaten Osmanlı Türkiye'si bir açık pazar, bütün endüstriyel gereksinmelerini yabancı ülkelerden satın alan bir hammadde ülkesi ve bir yarı sömürgeydi (Ş. S. Aydemir, Tek Adam II, s. 410-411).' Osmanlı'dan Cumhuriyet'e doğru dürüst fabrika kalmamıştı.

'Türkiye bir köylü ülkesiydi, çiftçi ülkesi olamamıştı. Köylü başka bir olanaktan yoksunluğu nedeniyle yaşamını en basit düzeyde, en basit tarımla sürdürüyordu, basit kalmayı kader gibi izlemekteydi. Bu nedenle ya verimsiz ya da çok düşük bir verim düzeyini aşamazdı. Atatürk'ün ve Cumhuriyet'in en önemli hedefi, köylüyü çiftçi yapabilmekti. Üretimi meslek edinebilen, ne ürettiğini bilen, daha iyisini nasıl üreteceğini düşünebilen, yaşamını artık buna göre yönlendiren çiftçi, bilinçli tarım üreticisidir (B. Kuruç, Mustafa kemal Dönemi'nde Ekonomi, s. 451).'

Yerli ve Millî bir aydınlanma ve kalkınma reçetesi olan KÖY ENSTİTÜLERİ bu nedenle çok önemli bir atılımdı. Köyden gelen ve kendi köyüne giden öğretmenler sayesinde Köylü yerinde bilgilenecek, aydınlanacak ve gerçek bir çiftçi olacaktı. Ülkemizin 21 ayrı bölümünde açılan bu eğitim kurumları, çevrenin doğal koşullarına uygun ekonomik kalkınma çabası içindeydi.

Köy Enstitülerinde yalnız öğretmen çıkmıyordu. Ziraat memurları, hemşire ve ebeler de çıkıyordu. Toprak Reformu ile köylü topraklandırılacaktı. Ziraat memurları, Toprak Reformu'nun uygulanmasında önemli görevler yapacaktı. Ayrıca bir üretim kooperatifi kurulacaktı. Ebeler ve hemşireler de köylü kadınlarımızı sağlık yönünden bilinçlendireceklerdi.

Eğitim, bireyi iyi bir evlat, iyi bir yurttaş, iyi bir birey olarak yetiştirmelidir. Yani çok okuyan, araştırıcı, düşündürücü, soran ve sorgulayan, üretken, öğretmeyi bilen, bilgi okuryazarı olan, Atatürk Devrim ve İlkelerine, Cumhuriyetin kuruluş felsefesine, kazanımlarına bağlı yurttaşlar yetiştirmelidir. İŞTE KÖY ENSTİTÜLERİ BU TÜR BİR EĞİTİM UYGULUYORDU.

Köy Enstitüleri, dünyanın en iddialı bir eğitim projesi idi. Köy Enstitülerinde insanlık ruhu, kültür ruhu, hizmet ruhu vardı. Bu ruhla köylerinde canla başla çalışıyordu Köy Enstitüsü çıkışlı öğretmenler. Eğitimin iki ayağı vardır. Bir ayağı akıl ve bilim, diğer ayağı ise ulus bilinci ve toplumsal dayanışmadır. Köy Enstitüleri bunu gerçekleştirmiştir.

Köy Enstitülerinin kapatılması, ülkemize ve ulusumuza yapılan en büyük kötülük olmuştur.

Köy Enstitülerinin kurulmasında emeği geçen başta Büyük Devrimci Başöğretmenimiz Atatürk olmak üzere Saffet Arıkan, Hasan Âli yücel, İsmail Hakkı Tonguç ve yaşama veda etmiş Köy Enstitüsü yöneticilerini, öğretmenlerini, Köy Enstitüsü çıkışlı tüm öğretmenlerimizi saygıyla anıyor ve Köy Enstitülerinin 81 kuruluş yılını kutluyorum.