Yıllardır 'Beka, Beka' deniyor da bir türlü 'Beka nasıl sağlanır?' sorusu üzerinde durulmuyor. Ulusun, yurdun ve devletin bekasını zedeleyecek ya da ortadan kaldıracak pek çok etmen bulunabilir. Söz gelimi, kontrolsüz ve denetimsiz sığınmacı akını, bunlara yurttaşlık verilmesi; ayrılıkçı, bölücü eylemler, emperyalist devletlerin işgal girişimi bunlardandır. Bunlar için gerekli önlemleri almak ve uygulamaya koymak, devleti yönetenlerin temel görevidir.
Beka sorunu yaratacak etmenlerin biri de çiftçiyi topraktan koparmaktır, çiftçiyi küstürmektir. Dünyanın her yerinde çiftçiliği yani tarımı köylü yapar. Bizde de köylü çiftçidir. Çiftçiyi yani köylüyü küstürürsen, topraktan koparırsan topraklar sahipsiz kalır. Sahipsiz kalan toprağı başkaları ele geçirmeye çabalar.
Toprağa sahip çıkmak, vatana sahip çıkmak demektir. Toprağa sahip çıkacak kimseler ise toprağı işleyen, onu ekip üretendir yani çiftçidir, köylüdür.
Bir devlet güçlü olabilir, bu gücüne dayanarak topraklarını genişletebilir; ancak onu korumada sıkıntı çeker. Her konuda bize rol model olan Yüce Atatürk, 16 Mart 1923'te Adana çiftçisi ile söyleşirken şöyle diyor: 'Dünyada fetihlerin iki aracı vardır: Biri kılıç, diğeri saban. Zaferinin aracı yalnız kılıçtan ibaret olan bir ulus, bir gün girdiği yerden kovulur, rezil edilir, sefil ve perişan olur. Öyle ulusların sefaleti, perişanlığı o kadar büyük ve acı olur ki kendi ülkesinde ile mahkûm ve utsak duruma gelebilir. Onun için gerçek fetihler, kılıçla değil sabanla yapılmıştır.'
'Ulusları, ülkelerinde sağlam bir şekilde yerleştirmenin, ulusa istikrar vermenin aracı sabandır. Saban, kılıç gibi değildir. O kullanıldıkça güçlenir. Kılıç kullanan kol, çok geçmeden yorulur. Sabanı kullanan kol, zaman geçtikçe toprağın daha çok sahibi olur.'
'Kılıç ve saban; bu iki fetihten birincisi, ikincisine sürekli yenilmiştir. Ulusumuz, çok büyük elemler, yenilgiler, facialar görmüştür. Bütün olanlardan sonra, yine bu topraklarda bulunuyorsa bunun asıl hikmeti şunlardır: Türk çiftçisi, bir eliyle kılıcını kullanırken diğer elindeki sabanla topraktan ayrılmadı. Eğer ulusumuzun büyük çoğunluğu çiftçi olmasaydı, biz bugün dünya yüzünde bulunmayacaktık (ASD II, s. 120-121).'
Toprağa sahip çıkmak, vatana sahip çıkmaktır. Çiftçi yani köylü topraktan koparılmamalıdır, küstürülmemelidir. Üzülerek belirtelim ki günümüzde çiftçi, köylü topraktan koparılmaktadır, küstürülmektedir. Bu nasıl oluyor?
Görsel, yazılı ve sosyal medya haberlerinde yer alan bilgilerden öğreniyoruz ki Kızılırmak Deltası'nda yer alan verimli tarım alanlarına yaş sebze hali yapılacakmış. Köylünün yargı yoluna başvurup haklı çıkmasına karşılık bu isteten vazgeçilmemiş. Silivri dolayında, Güneydoğu Bölgesi'nde özellikle depreme uğrayan yerlerde de verimli tarım alanların yapılaşmaya açılmıştır. Diğer yandan, siyanürlü maden aramaları da toprağı, doğayı katletmektedir. Çıkarılan madenden devletin kazancı devede kulak örneğidir, çünkü asıl kazancı yabancı şirketler elde etmektedir. Doğanın ölmesi, tarım alanlarının yapılaşması nedeniyle çiftçinin, köylünün üretim alanları, besi alanları daralmaktadır. Bunun sonunda köylü yeterli ürün alamadığı ve zarar ettiği için tarımı bırakmakta, topraktan kopmaktadır. Köylü gençler de yurtlarını terk etmektedirler.
Diğer yandan çiftçinin, köylünün tarımsal girdileri, maliyetleri yani gübre, ilaç, mazot vb çok pahalı; buna karşılık ürünü maliyetin altında kalmaktadır. Yani çiftçi zarar etmektedir, geçimini karşılayamaz duruma gelmektedir, ağır borç altına girmekte, borcunu ödeyemediği için de araçlarına el konulmaktadır.
Hayvan besicileri de aynı urumdadır. Onlar da zarar ettikleri için süt hayvanlarını kesime gönderip besiciliği bırakmaktadır. Benzer durum tavuk ve yumurta üreticileri içinde geçerlidir. Çay üreticileri için de aynı durumdadır.
Çiftçinin, besicilerin küstürülmesinin sonucu tarımsal ve hayvansal ürün üretimi giderek azalmakta; halkın gereksinimini karşılamak için dış alıma başvurulmaktadır. Dış alım döviz ile yapıldığı için de gıda fiyatları ve dışa bağımlılık sürekli artmaktadır. Bu durum da bir beka sorunu oluşturmaktadır.
Peki bu kısır döngüden kurtulmak için ne yapılmalıdır? Bu sorunun yanıtını Yüce Atatürk çok önceden vermiştir. O diyor ki: 'Memleketimiz bir tarım ülkesi olduğu göz önüne alınırsa bizim başlıca kuvvet ve servet dayanağımızın toprak olduğu anlaşılır. (ASD Is. 365). Ulusal ekonomimizin temeli tarımdır. Bunun için tarımda kalkınmaya büyük önem vermeliyiz. Topraksız çiftçiye toprak verilmeli, çiftçilerimizin iş araçları geliştirilmeli, tarımsal ürünlerin miktarını ve kalitesini yükseltmek, masrafları azaltmak, hastalıklarla uğraşmak için gereken teknik ve yasal önlemler alınmalıdır (ASD I, s. 412-413).'
Bu sözlerden anlamamız gereken şudur: Toprağa, tarıma, tarımsal endüstriye değer vermek, İhtiyaç fazlası ve artı değerli ürünler üretmek, çiftçinin giderlerini yani masraflarını azaltmak, modern tarımı özendirmektir. Bunun için de devlet yönetimi gerekli tüm önlemleri ve yasal düzenlemeleri yapmak durumundadır.
Atatürk Türk köylüsüne, çiftçisine çok büyük değer ve önem ermektedir. O diyor ki: 'Türkiye'nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici ve yetiştirici olan köylüdür. O halde her şeyden daha çok refaha ve mutluluğa, servete layık olan köylüdür (ASD II, s. 240).'
Sonuç olarak diyebiliriz ki toprağa sahip çıkmak, vatana sahip çıkmaktır. Toprağına dolayısıyla vatanına sahip çıkan köylü, çiftçi topraktan koparılmamalıdır. Köylünün, çiftçinin topraktan koparılması, küstürülmesi bir beka sorunu yaratır. Çiftçi, köylü sağlıklı, modern tarıma özendirilmeli, onun nitelikli, katma değeri yüksek ürün yetiştirmesi sağlanmalıdır. Aksi durumda dışa bağımlılık yeni bir kapitülasyon durumu yaratır ki bu da bir beka sorunudur.
Köylü üretmez ise kentli aç kalır. Bu nedenle köylüyü, çiftçiyi mutlu, servet sahibi yapmalı, toprağından uzaklaştırılmamalıdır. TOPRAĞA SAHİP ÇIKMAK, VATANA SAHİP ÇIKMAKTIR.