Lozan Barış Antlaşması, Türkiye'nin politik, ekonomik, parasal, askersel, kültürel ve adlî bağımsızlığını; ulusal sınırlar içinde yeni bir Türk Devleti'nin varlığını dünyaya kabul ve tescil ettirmiştir. Yeni Türk Devleti'nin adı 29 Ekim 1923'te konmuş ve Türkiye Cumhuriyeti olmuştur. Lozan Barış Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti'nin tapusudur.

Lozan Barış Antlaşması'nın ne kadar önemli olduğunu anlamak için Osmanlı Devleti'nin geçirdiği tarihsel sürece kısaca göz atalım.

Osmanlı Devleti'nin temelini oluşturan Anadolu, Asya-Avrupa ticaretinde önemli bir geçiş alanı olmuştur. Anadolu'ya tümüyle egemen olan Osmanlı yönetimi, transit ticaretten önemli bir gelir sağlamaktaydı. Bu nedenle Avrupa ülkeleriyle çeşitli ticaret anlaşmaları yapıyordu. Bu anlaşmalardan ilki 1352 yılında Cenevizliler ile yapılmıştır. Daha sonra Venedikliler ile de benzer bir anlaşma yapılmıştır. Venedikliler, 16. Yüzyılın ortalarına gelindiğinde Osmanlı dış ticaretinin büyük bir bölümünü yürütür olmuştur.

Suriye ve Mısır'ın Osmanlı egemenliğine geçmesiyle birlikte İpek Yolu da Osmanlı sınırları içinde kaldı. Avrupa ülkeleri, Osmanlı Devleti'nden çeşitli ticaret ayrıcalıklar istemeye başladılar. Osmanlı Devleti, hem ekonomik hem askeri ve siyasi yönden Avrupa üzerinde etkindi. Bu tür ticaret ayrıcalıklardan kendi çıkarına yararlanmak istemekteydi.

1536'da Kanuni Sultan Süleyman tarafından Fransa'ya ilk önemli ticaret ayrıcalığı (Kapitülasyon) tanındı. Fransa, 1569 Ticaret Anlaşmasıyla daha geniş haklara kavuştu. Öyle ki Fransa ticaret üstünlüğünü Venediklilerden aldı, Fransa, Venedik ve İngiltere dışındaki Avrupa ülkelerinin gemilerini de kerdi bayrakları altında çalıştırıyordu. 1581'de İngiltere, Osmanlı Devleti'nden ilk ticaret ayrıcalığını elde etti. Giderek, Fransa aleyhine üstünlük sağladı.

Osmanlı Devleti, Avrupa ülkelerine olan askeri, siyasal ve ekonomik üstünlüğünü 1699 Karlofça Antlaşması ile yitirdi. Büyük toprak ve prestij kaybına uğradı. Artık her geçen yıllarda gerilemekteydi. Osmanlının bu ekonomik, siyasi, askeri zayıflığı nedeniyle Avrupa devletleri daha çok ayrıcalıklar istemeye başladılar. Osmanlı yönetimleri de bu ayrıcalıkları siyaset aracı olarak kullanma yoluna yöneldiyse de geçici yararlar dışında kalıcı, önü alınmaz zararlara neden oldu.

18. Yüzyıla gelindiğinde 1718 Pasarofça Antlaşması ile Avusturya, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla Rusya kapitülasyon kervanına katıldı. 19. Yüzyılda Osmanlı Devleti kapitülasyonların tutsağı, Avrupa'nın sömürgesi olmuştur. Söz gelimi İngiltere ile 1839'da yapılın Ticaret Anlaşması ile sözde eşit koşullarda karşılıklı ticaret yapılacaktır; ama Osmanlı Devleti'nin İngiliz ticaret donanması ile yarışacak güçte gemileri yoktur.

Ayrıcalıklar sadece ticaret ile ilgili değildir. Osmanlı sınırları içinde bulunan İngiliz, Fransız, Rus gibi yabancılar ve azınlıklar ile ilgili davalara Osmanlı yargısı bakamıyordu. Yabancılar, kendileri yargılamaktaydı. Osmanlı Devleti'nin hemen her işine karışılıyordu.

Osmanlı Devleti, Avrupalı bankerlerden yüksek faizli borç alıyor; bu paraları üretim yapacak fabrikalar ve tarım yerine İstanbul'da lüks ve görkemli saraylar yaptırıyordu. Söz gelimi II. Mahmut tarafından yaptırılan ahşap Beylerbeyi Sarayı 1851'de yanınca 1865'te Sultan Abdülaziz tarafından yeniden yaptırıldı. Dolmabahçe sarayı Abdülmecit tarafından 1853-1856 yıllarında yaptırıldı. Çırağan sarayı da1863-1871 yılları arasında Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılmıştır. Yine İstanbul'un önemli saraylarından olan Yıldız sarayı Abdülmecit, Abdülaziz tarafından yaptırılan köşklerden oluşmaktadır.

Osmanlı Devleti, dışarıdan aldığı borçları da ödeyemez duruma gelince Sultan II: Abdülhamit üst üste iflas kararnameleri yayımladı. Bunlardan ilki 1876'da yayımlanan Ramazan Kararnamesi, diğer ikisi 1879 ve 1881'de yayımlanan Muharrem Kararnameleridir. Bunun üzerine, Osmanlı borçlarına karşılık Düyunu Umumiye adı altında yabancı devletler, devletin gelirlerine el koydu. Diğer yandan değerli kağıtlarda ve kağıt paralarda Fransızca, Yunanca, Ermenice ibareler bulunuyordu. Bu durum, ekonomik bağımsızlık ile çelişiyordu. Kısaca Osmanlı Devleti bağımsızlığını yitirmişti. Öte yandan çok büyük toprak kayıplarına da uğramıştı.

1908'de II. Meşrutiyet Yöneticileri, ilgili devletlere kapitülasyonların kaldırıldığını bildirmişlerse de, savaşlar nedeniyle uygulanamamıştır.

Birinci Dünya Savaşı sonunda 30 Ekim 1918'de Osmanlı Devleti, ağır koşullu Mondros Ateşkes Anlaşması'nı imzalamıştır. Mondros Silah Bırakma Anlaşması'nı imzalatan ilk Yüksek Komiser İngiliz Amirali Sir Arthur Calthorpe idi. Ülke kısa sürede işgal edilmiş, orduları dağıtılmış, devletin bütün kurumlarına, kuruluşlarına el konulmuştur.

Emperyalist devletler, Türkleri tarihten silmek, Türk yurdunu tümüyle ele geçirmek için, maşa olarak kullandıkları Yunan güçlerini Anadolu içlerine sürmüşlerdir. Türk ulusu, tarihin hiçbir aşamasında tutsak olmamıştır. Yine tutsak olmamak için silaha sarılıp mücadeleye başlamıştır. Emperyalist devletler, sözde barış yapmak için tüm koşullarını kendilerinin hazırladığı Sevr Antlaşması'nı ortaya koymuşlardır.

Kurtuluş için kılını kıpırdatmayan Osmanlı yöneticileri, düşmanla işbirliği içine girmiş ve Anadolu Ulusal Eylemi'ni başarısız kılmak için elinden geleni esirgememiştir. Dahası Sevr Barış Antlaşması diye önlerine konulan ağır koşulları tereddüt etmeden imzalamıştır. Sevri de imzalatan İşgal Güçlerinin İkinci Yüksek Komiseri İngiliz Amirali Sir John Michael De Robek idi. Sevr'i, Meclisin onaylaması gerekiyordu. Oysa Osmanlı Meclisi işgalcilerce dağıtılmıştı.

Emperyalist işgalci devletler, Anadolu'yu ve Türk ulusunu yok emek amacıyla hazırladıkları Sevr Antlaşması'nı Osmanlı yöneticileri, kendi çıkarlarını korumak için imzalamışlardı. Kapitülasyonlar, Sevr Antlaşması ile yürürlükte kalmıştır. 'Sevr Antlaşması ile Türklere bırakılan toprak 480 000 kilometrekare; 8-9 milyon nüfus (Taha Akyol; Bilinmeyen Lozan, s. 33).' Yurdun neredeyse tümü işgal edilmiş, bir avuç insan bırakılmış, bunu da kısa sürede ortadan kaldırmak hiç de zor olmayacaktır.

Türk Ulusu, özgürlüğü ve bağımsızlığı için Atatürk'ün önderliğinde savaşımını sürdürüyordu. Doğu Cephesi'nde Ermenilere karşı kazanılan zafer sonrasında Gümrü Barış Antlaşması imzalanmıştır Gümrü Antlaşması, işgal altındaki toprakların kurtarılması yanında hem Ankara Hükûmetinin tanınması hem de Sevr Antlaşması'nın geçersiz sayılması açısından büyük önem taşımaktadır.

Türk ulusu ve ordusu, Güney Cephesi'nde Fransızlara karşı; Batı Cephesi'nde ise İngiliz destekli Yunan ordularına karşı İnönü'nde, Sakarya'da, Dumlupınar'da zafer üstüne zafer kazanıyordu. İngiliz Hükûmeti ve İstanbul'daki temsilcileri Sevr'i Türklere onaylatamayacaklarını anlamışlardı. İşte bu nedenledir ki 'İşgalcilerin İstanbul'daki üçüncü Yüksek komiseri olan sivil diplomat Sir Horace Rumbold, 17 Ekim 1922 günü 'Sevr Antlaşması ölmüştür. Şimdi Misak-ı Millî ile boğuşacağız.' demiştir. Bu saptamayı İngiliz Hükûmeti de benimsemiş görünmektedir (Dr. Bilal N. Şimşir; İngiliz Belgeleriyle Sakarya'dan İzmir'e, 1921-1923, s. 427, 436).' 11 Ekim 1922'de imzalanan Mudanya Ateşkes Anlaşması ile barışın yolu açılmıştır. Silahlar susmuştur, savaşım, artık masa başında olacaktır.

İşgalci Emperyalist devletler, silah zoruyla kendi hazırladıkları sözde barış antlaşması olan Sevr'i onaylatamadılar. Bundan sonraki görüşmelerde mücadele Misak-ı Millî üzerinde olacaktır. Barış görüşmeleri İsviçre'nin Lozan kentinde yapılmıştır. Lozan Barış Antlaşması'nı doğru anlamak için kilit sözcük Misak-ı Milli'dir. Nedir Misak-ı Millî?

Yeni seçilen vekiller, Osmanlı Mebuslar Meclisini oluşturmak için 20 Ocak 1920'de İstanbul'da toplandı. Ulusal Hakları Savunma Grubu oluşturup Atatürk'ün hazırladığı Misak-ı Millî'yi, Meclise kabul ettirmesi gerekiyordu; ama Rauf Orbay ve arkadaşları, Ulusal Hakları Savunma Grubu yerine Felah-ı Vatan Grubunu oluşturmuştu. Meclis, 17 Şubat 1920'de Misak-ı Millî'yi (Ulusal Ant'ı) oy birliğiyle kabul etti. Altı maddelik Ulusal Ant, özetle şöyledir:

'Ateşkes sınırları (30 Ekim 1918) içinde kalan Osmanlı Müslüman çoğunluğun oturduğu bölgelerin tamamı ayrılmaz bir bütündür.

Kars, Ardahan, Artvin ve Batı Trakya için halkoyuna başvurulacaktır.

Marmara Denizi ve Boğazların güvenliği sağlanmalıdır. Boğazların ticari ulaşıma açılması, bizim de içinde bulunduğumuz ilgili devletlerin alacağı kararla bağlı olacaktır.

Azınlıkların haklarına uluslararası anlaşmalar çerçevesinde saygı duyulacaktır.

Ulusal ve ekonomik gelişmemizi sağlamak, işleri daha çağdaş bir yönetimle yönetebilmek için her devlet gibi bizim de tam bir bağımsızlığa ve özgürlüğe gereksinmemiz vardır. Bu nedenle siyasi, adli, mali gelişmemizi önleyecek sınırlamalara karşıyız. Borçlarımızın ödenmesi de bu koşullara aykırı olamaz (Prof. Dr. Suna Kili, Türk Devrim Tarihi, s. 58-59).'

Ulusal Ant, tam bir bağımsızlık ilkesini vurgulamaktadır. Ulusal Ant, 'Erzurum Kongresi'nde kabul edilip Sivas Kongresi'nde genişletilen Milli Mücadele Hareketi'nin iç ve dış ilkelerini kapsamaktadır. Ulusal Ant, asgari barış koşullarının anlatımıdır; uluslararası ilişkilerde diğer devletlere Türk tarafının tezlerini açıkça anlatmak, duyurmak anlamına gelmektedir; dış politikada Türk tarafının tezlerini açıkça ortaya koymaktadır. Belirtilen sınırlarla Turancılık olgusu peşinden koşulmayacağını vurgulamaktadır; Orta Doğu'daki Osmanlı mirasını terk etmektedir. Artık gerçekçi bir dış politika izleneceğini uluslararası ortama duyurmaktadır (Levent Ürer, Mondros'tan Mudanya'ya Türk Dış Politikası, s. 67-70).'

Lozan Barış Konferansı'na katılan Türk Delegeler Kurulu Başkanı İsmet Paşa (İnönü) Misak-ı Milli için şöyle diyor: 'Milli Devlet, ilk temellerini atarken, Arap memleketlerini Arap milletine bırakmayı, kendi siyasetine esas tutmuştur. Bunu resmi olarak Misak-ı Milli ile ilan ettik. Misak-ı Milliyi, o zamanki güç şartlar içinde zaruri olarak yapılmış saymak yanlıştır. MİSAK-I MİLLİ, ŞUURLU BİR SİYASETİN VE DERİN BİR KANAATİN İFADESİDİR. ÇÜNKÜ MİSAK-I MİLLİ'DE ZİKREDİLEN TÜRK MEMLEKETLERİNİ BİZE HAZIR VERMEDİLER. BİZ ONLARI ELDE ETMEK İÇİN DÜNYANIN GALİP DEVLETLERİNE KARŞI DAHA DÖRT SENE HARP ETTİK (i. İnönü, Lozan barış Konferansı- konuşma, Demeç, Makale, Mesaj, Anı ve Söyleşileri, s. 220).'

Lozan Konferansı İsviçre'nin Lozan kentinde 20 Kasım 1922'de başladı. Türk Delegeler Kuruluna, İsmet Paşa başkanlık ediyordu. Konferansa, Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya katıldı. Bulgaristan ve Sovyet Rusya kendileriyle ilgili konular görüşülürken katılmıştır. 'Lozan Barış Konferansı'nda görüşülen en önemli sorunlar şöyle idi:


1. Toprak. Toprak sorunu savaş alanlarında büyük ölçüde çözülmüştü. Söz gelimi Doğu sınırı Gümrü Antlaşması ile güney sınırı Fransızlar ile yapılan Ankara Antlaşması ile çizilmişti. Trakya toprakları da Mudanya Ateşkes Anlaşması ile sonuca bağlanmıştı.

2. Boğazlar. İngilizler, Boğazların tümüyle açık olmasını istiyordu. Müttefikler de İngilizleri destekliyordu.

3. Kapitülasyonlar: Türk tarafı, bunu yaşamsal sayıyordu. Çünkü tam bağımsızlık ilkelerine uygun değildi.


4. Diğer önemli bir sorun da Düyunu Umumiye idi. Yani Osmanlı Devleti, borçlarını altınla ödeme mecburiyeti idi.


5. Kapitülasyon içinde bulunmayan her memleketin kabul ettiğini Türk tarafı da kabul etmekteydi. Azınlık sorunu Konferans'tan önce çözülmüştü (İsmet İnönü, age. s.258).'

'Lozan'da genç Türkiye Hükûmetinin temsilcileri, bir yandan Müttefiklerin bitmek tükenmek bilmeyen isteklerine karşı koyarken diğer yandan kapitülasyon adı altındaki yabancılara tanınan birtakım ayrıcalıklardan memleketi kurtarmak durumunda kalıyorlardı. Ayrıca Lozan'da çözüm için Türk temsilcilerini bekleyen başka bir konu da Osmanlı Devleti'nin borçları idi. Osmanlı Devleti'nin dünya güzünde yitirilmiş olan değer, onur ve haysiyetinin iadesi gerekiyordu (Taner Baytok, İngiliz Belgelerinde Türk Kurtuluş Savaşı, s. 161-162).'

Yukarıdaki satırlarda da belirtildiği gibi Düyunu Umumiye (Genel Borçlar) önemli bir sorundu. Türk delegeler Kurulunun başını ağrıtacak ve karşılarına zorluk olarak çıkacak asıl konular kapitülasyonlar ve Osmanlı borçları ve adalet konularıydı. Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan azınlıklar veya yabancılar ile ilgili davalara Osmanlı yargısı bakamıyordu. Yabancılar, kendileri yargılıyorlardı.

Diğer yandan değerli kağıtlarda ve kağıt paralarda Fransızca, Yunanca, Ermenice ibareler bulunuyordu. Bu durum, ekonomik bağımsızlık ile çelişiyordu ve kabul edilemezdi.

'Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerin temsilcileri ekonomik ve adli ayrıcalıkları bırakmak istemiyor, Düyunu Umumi Yönetiminin devamını istiyorlardı. Türk tarafı ise Ulusal Ant ( Misak-ı Millî) ile belirlenen tam bağımsızlık ilkelerinden vazgeçmiyordu.

'Müttefik delegeleri, antlaşmanın yenilen Türkiye ile muzaffer Batılı Devletler arasında yapılacağını düşünmekteydi. Türk Kurulu, Müttefiklerin bu yanlış inancını değiştirmek zorundaydı. Antlaşmanın eşit koşullar içinde imza edilmesi gereğini onlara inandırmak gerekiyordu ( T. Baytok, age. s. 161-162).'

Görüşmeler, sert tartışmalar ile günlerce sürdü. Türk istekleri, yani tam bağımsızlık istekleri benimsenmeyince 04 Şubat 1922'de Konferans kesintiye uğradı ve Tük Delegeler Kurulu yurda döndü. Yoğun geçen görüşmeler sonunda 23 Nisan 1922'de yeniden toplandı. Sert geçen tartışmalar sonunda Türklerin istekleri karşılanınca 24 Temmuz 1923'te Lozan Barış Antlaşması imzalandı.

Lozan'da çözülmeyen Boğazlar sorunu Montrö Sözleşmesi ile Türkiye lehine çözülmüş, böylece Lozan Barış Antlaşması'nın eksiği tamamlanmıştı.

'Lozan Antlaşması, Ulusal Ant'ı gerçekleştirmiş ve bütün dünyaya tanıtmıştır. Lozan Barış Antlaşması, Türk'ün sert bir çelikten yapılmış ruh ve azmine sahip olduğunu, Türklüğe ve tüm dünyaya öğretmiştir. Türklerin başlarına gelen büyük felaket karşısında boyun eğmediğini, direnip savaşarak amaçlarına ulaştığını göstermiştir.'

'Lozan Antlaşması, büyük önder Atatürk'ün Türk ulusunu, toplumsal, siyasal ve tüm alanlarda mucizevi atılımlarla çağdaşlaştırmayı başardığını göstermiştir. Lozan Antlaşması, ulusal amaçların gerçekleşmesini, kendi çabasından çok başkalarının yardımından bekleyen ve bu yolda başkaları için kendisini ateşe atan ulusların yıkımdan başka bir şey elde edemeyeceklerinin tezahürü olmuştur ( Ord. Prof. Y. Hikmet Bayur, Türkiye Devleti'nin Dış Siyasası, s. 148-149).'

'Lozan Antlaşması'nın gerçekçi özelliği, onun sürekli bir barış unsuru ve modern Türkiye'nin temelindeki ana belge olarak bugüne kadar ayakta durabilmesine olanak vermesidir ( T. Baytok, age. s. 216).'

'Lozan Barış Antlaşması, Türklere karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük suikastın sonuçsuz kaldığını bildiren bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir (M. Kemal Atatürk, Nutuk, s. 518).'

'Lozan Antlaşması, ulusal devletin sınırlarını, azami imkanda kurtararak vücuda getirmiştir. Çünkü bir memleketin sınırları fiilen kurulmadıkça, yalnız müzakere ile temin olunmaz. Batıdan doğu sınırına kadar sınırlarımız, bütün memleketin işgalden sonra, önce kendi çabamızla ve silah kuvveti ile fiilen kurulmuştu. Bunun özelliği, ulusal bir devletin sınırları olmasıdır. İlk günden beri, ulusal bir devletin sınırları isteğiyle ortaya çıkmamız, bizi memleket bütünlüğü ve sınırlar sorununda manen ve maddeten kuvvetlendirmiştir.'

'Lozan Antlaşması'nın sonuçlanması üzerine birçok memleket ile aramızda husumetin son bulması ve dostluk ilişkilerinin kurulması sağlanmıştır. Lozan Antlaşması, Türk siyasi yaşamında başlı başına bir yer tutan ulusal bir eser durumundadır. Lozan Antlaşması, yeni bir Türk Devleti'nin kurulmasında temel unsur olan siyasi bir belgedir. Bu ulusal devlet, tam anlamıyla uygar, bağımsız bir devletin tüm haklarına sahip olmuştur.'

Lozan Antlaşması, askeri zaferleri gibi ulusumuzun hakkı ve kendi yeteneğinin ürünü olan bir kazançtır ( İ. İnönü, Hatıralar 2, s. 154, 157, 158, 160).'

'Hiç şüphesiz, Lozan, bir ulus devlet antlaşmasıdır. Çok uluslu Osmanlı İmparatorluğu, son safhada Balkan ve Birinci Dünya Savaşları ile facialar içinde dağıldıktan sonra Lozan'da Türkiye bağımsız bir ulus-devlet olarak tescil edilmiştir( Taha Akyol, age. s. 315).'

Lozan barış Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti'nin tapu senedidir. Hiç kimse, bunları bulandırmaya, sulandırmaya, küçümsemeye kalkmasın.

Tarihten ders alınması dileğiyle Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanmasının 100. Yılı ulusumuza ve tüm devletlere kutlu olsun. Ulusal Ant ilkelerini yani tam bağımsızlık ilkelerini tüm dünyaya benimsettiren başta Atatürk ve Türk Delegeler Kurulu Başkanı İsmet İnönü olmak üzere, delegeleri, tüm şehitlerimizi saygıyla, minnetle anıyoruz. Ruhları şad, mekanları cennet olsun.