Değerli okurlar! Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı UNESCO, 2021'i Ahi Evren'in 850. Yaşını, Anma Yılı olarak kabul etmiştir. Bu nedenle hem Ahi Evren'i analım hem de kurduğu Ahiliğin önemine kısaca değinelim.

Günümüzde birçok meslek sahipleri, esnaf, çiftçi ve işçiler vardır ki yeterli güvenceleri yoktur. Bunlar, uğradıkları haksızlıklara karşı kendilerini savunamazlar, çıkarcıların elinde ezilir giderler. Örneğin, bir fabrikada çalışır da hiçbir zaman sabah girişinin yapıldığını, akşamları da işten çıkarıldığını bilmezler. Böylece ücret artışı, sigorta gibi haklarından yoksun bırakılırlar. Korona salgını nedeniyle uygulanan işten çıkarma, asgari ücretin altında bir ücrete mahkûm olma da işin cabası.

Anadolu emekçileri yüzlerce yıl önce, aralarında örgütlenmişler, kendilerini korumasını bilmişlerdir. Anadolu'da gelişen bu halk birliğine Ahilik diyoruz.

'Ahi sözcüğü Arapçada kardeş ya da arkadaş anlamına gelmektedir. Kaşgarlı Mahmut'un Divan-ı Lügat it Türk'ünde ve Yuğnaki Ahmet b. Mahmut'un Aybet ül Hakayık adlı yapıtında geçen 'akı' sözcüğü eli açık, cömert,, yiğit anlamlarında kullanılmaktadır. Türkçedeki akı sözcüğü, Arapça olan 'ahi' sözcüğüne evrilmiştir. O dönemde Arapça ve Farsça kullanmak bir moda olmuştu. 'Akı' sözcüğünden evrilerek kullanılan 'ahi' sözcüğü, 13. Yüzyılda kurulup belli kurallarla işleyen bir esnaf ve sanatkarlar birliğini ve Anadolu Türklerine özgü bir kuruluşu anlatır( Prof. Dr. Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan Ahilik, s 51-52).'

'Ahiliğin Anadolu'da kurulması ve örgütlenmesi, Ahi Evren'in öncülüğünde gerçekleşmiştir. Ahiliğin, Anadolu'da biçimlenmesi ve köylere kadar örgütlenmesi politik ve sosyo-ekonomik bir zorunluluktu. Müslüman Türkler, 1071 Malazgirt Zaferi ile Anadolu'ya yerleşmeye başladılar. Türkler, yavaş yavaş köylere, kasabalara ve kentlere de yerleştiler. Ancak, şehirlerde sanat ve ticaret uzun süre Türk ve Müslüman olmayan halkın elindeydi. 13. Yüzyılın başlarında Timuçin (Cengiz Han) başkanlığında ortaya çıkan Moğol Devleti kısa sürede ortalığı kasıp kavurdu. Moğol akınlarından ve baskısından dolayı Anadolu'ya göç eden Türkler içinde pek çok esnaf ve sanatkar da bulunmaktaydı. Bunlar, devlet yönetiminin ve halkın yaşantısının düzene girmesini istemekteydiler. Selçuklu yönetiminden memnun değillerdi. Birlikte Horasan'dan geldikleri Baba İshak başkanlığında halkı ayaklandırdılar.'

'Asya'dan Anadolu'ya gelen tüccar, esnaf ve zanaatkar Türkler, yerli tüccar ve zanaatkarlar karşısında tutunabilmeleri ve onlarla yarışabilmeleri için örgütlenmek gerektiğini biliyorlardı. Ahi Evren'in Anadolu'ya gelişi de bu sıkıntılı döneme rastlıyordu (Çağatay, s. 55-56).'

'Ahi Evren'in asıl adı Şeyh Mahmut Nasuriddin'dir. Ahi Evren, deri işçiliğinin ustasıydı. Horasan'dan Anadolu'ya geldikten sonra 13. Yüzyılın ortalarında Konya'ya gelip yerleşmiştir. Velayetname adlı yapıta göre Konya'da bir süre oturan Ahi Evren, daha sonraları Kayseri'ye gelmiş, burada dericilik işine girmiş ve deri atölyelerinde çalışan bir işçi olmuştur. Deriyi terbiye etmenin, kullanılır duruma getirmenin, onun kokusuna dayanmanın, insanı eğitmek ve olgunlaştırmak kadar güç olduğunu bilmiş ve dericiliği seçmiştir. Bu meslekte çilesini tamamladıktan sonra da Kırşehir'e gelip yerleşmiş, Ahiliği burada örgütlemiştir (Mehmet Önder, Kırşehir Gülleri, s. 26).'

'Ahilik, Anadolu'da Selçuklu, İlhanlı ve Osmanlı feodal beylerinin bozuk düzenine, zulmüne ve baskısına karşı kurulmuş, halkı aldatanlara karşı durmuş, halkı çıkarcıların pençesinden kurtarmak için uğraşmıştır (Refik Soykut, Orta Yol Ahilik, s. 85-87). Ahi Evren deri işçiliğinde, örgütlemede becerikli üstün başarılı bir kişi idi. Ahi Evren, ahlak ile sanatın uyumlu bir birleşimi olan Ahiliği kurmuş ve o denli itibarlı bir duruma getirmiştir. Ahilik, yüzyıllar süresince bütün esnafa ve sanatlara yön vermiş, onların işleyişini düzenlemiş, yeniçerilerin kuruluşunda Hacı Bektaş töreleriyle birlikte önemli bir rol oynamıştır. (Çağatay, s. 57-58).' Ahi Evren Siyasetname adlı eserinde ( Sultanlara, Devlet Adamlarına Öğütler adlı yapıtında) her zanaat dalının ve gereçlerinin geliştirilmesi gerektiğini anlatır:

'Allah, insanları yemek, içmek, giymek, evlenmek, mesken edinmek gibi birçok şeylere muhtaç olarak yaratmıştır. Hiç kimse kendi başına bu ihtiyaçları karşılayamaz. Bu yüzden demircilik, marangozluk gibi çeşitli meslekleri yürütmek için çok insan gerekli olduğu gibi, demircilik ve marangozluk da birtakım alet edevatla yapılabileceği için bu alet ve edevatı tedarik için de çok sayıda insana gerek vardır. Böylece insanın (toplumun) ihtiyaç duyacağı bütün sanat kollarının yaşatılması gerekir. O halde toplumun bir kesiminin sanatlara yöneltilmesi ve her birinin bir sanatla meşgul olması gerekir ki toplumun ihtiyacı giderilebilsin (Aktaran Adnan yılmaz, Küçük Asya'nın Kır-Şehri, s. 107).'

Bu sözler, günümüzde de melek sahibi olmanın, meslek okullarının ve yeni iş alanlarının açılması konusunda ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Felsefesi ve çalışma yöntemleri Ahi Evren tarafından saptanan 'Ahiliğin, dört temeli vardır: Ahlak, akıl, bilim, çalışma ( Soykut, s. 90).'

Ahiliğin ahlaka dayanan kuralları cömertlik, kendi çıkarını gözetmemek, başkasının kusurlarını hoş görmek, nefsini denetlemek, doğruluk, fiyatlarda ve iş yapmada doğruluk ve eşitlik ilkesine uymak; ölçerken, biçerken, tartarken, keserken, alışveriş yaparken, tanıklık ederken, sevgi ve saygı gösterirken adaletli olmak, eldeki parayı üretime dönük yatırımlarda kullanmak; boyun büküp dalkavukluk yapmayı, ağanın, zenginin yanına gitmeyi, bunlara el etek öpmeyi suç saymak; alın teriyle, emeğiyle çalışmak ve kurallara, yasalara uyarak yaşamak biçiminde özetlenebilir.

Ahilikte her şey usa (akla) uygun olmalıdır. Usun alamayacağı, mantıksız şeyler yapılmaz. Her mesleğin kendine özgü özellikleri, usta ve kalfa tarafından öğretilir. Bunun dışında spor, görgü kuralları, müzik, edebiyat ve tarih gibi bilgiler de sohbetlerde öğretilmektedir. Ahilik, günümüzdeki Halk eğitimi görevini yapmıştır. Yani yetişkinlerin eğitimini de üstlenmiş bir kurumdur. Ahilikte çalışmayana yer yoktur. Çalışanlar, kesinlikle üretkendirler, yenilikleri benimseyerek ilerleme savaşı verirler.

'Esnaf, zanaatçı ve çiftçilerin hemen hemen tüm emekçi kollarını içine alan, sosyal ve ekonomik bir örgüt olan Ahilik, İngilizlerin modern Guild Socialism'ine çok benziyordu. 12. Yüzyılda Anadolu'da sendikalizmin iyiden iyiye başlamış olması şaşılacak şeydir. Çünkü Avrupa'da o zaman buna benzer örgütler yoktu. Bu, esnaf, zanaatçı ve çiftçi birliklerinin ya da sendikalarının (Ahi örgütleri), belirli sosyal ve ekonomik ilkeleri zamanla niteliklerini yitirmesin diye, o zamanın koşullarına göre dinsel esaslara oturtulmuşlardı. Bu dinsel ilkeler, Sünni Müslümanlıktan ziyade Aleviliğe eğilimliydi (Halikarnas Balıkçısı, Anadolu'nun Sesi, s. 162-163).'

Burada akla şu soru gelebilir: neden Alevi ilkelere dayandırılmış da Sünniliğe dayandırılmamış? Çünkü 'Türk egemen güçleri ( yöneticiler, zenginler, tüccarlar, soylular vb.), sınıfsal ve ekonomik çıkarları gereği olarak Sünniliği seçmişlerdir ( Çetin Yetkin, Türk Halk Hareketleri ve Devrimler, C. 1, s. 50).' Böyle olunca da ezilenler, emekçiler ve horlananlar, kendilerini baskı altında tutan bozuk düzene ve feodal beylere karşı korunabilmek için kurdukları halk birliklerini Aleviliğe dayandırmak zorunda kalmışlardır.

Nitekim, Moğol ve Selçuklu işbirliğine karşı çıkan Babai Ayaklanması'nda başta Ahi Evren olmak üzere pek çok ahi tutuklanmıştır. Ahi Evren Konya'da uzun süre tutuklu kalmıştır. Ahi Evren, Bektaşi öğretisini benimsemiş, Hacı Bektaş ile sıkı dostluğu olan bir Türkmen bilgesidir. Hacı Bektaş ile Mevlana'nın arası iyi değildir. 'Selçuklu sultanlarının atının üzengisini tutan Mevlana, kendisine kesinlikle boyun eğmeyen ve ters düşen iki kırsal kesim önderine, Hacı Bektaş'a ve Ahi Evren'e kızmaktadır. Nitekim Ahi Evren'in, Mevlana'nın övgüler yağdırdığı Caca Bey tarafından ortadan kaldırılması, bunu açıkça göstermektedir (Adnan yılmaz, age. s. 52).'

'Ahilerin ekonomik ilkelerince standardizasyon korunacaktı, malın piyasaya sürülmesinde ve fiyat konusunda birlik sağlanacaktı, kalitede belirli bir sınır tutulacaktı. Yani malın düşük olmasından sakınılacaktı. Ahi ocakları, iş alanında adam yetiştiriyor (İş eğitimi uygulanmaktaydı.), çalışma sevgisini kışkırtıyor, kişilerin işlerini sevmesini sağlıyor, yapım ile üretimi hem çoğaltarak hem de güzelleştirerek topluma yararlı oluyordu (Halikarnas balıkçısı, s. 163).' Bu ilkelere uymayan esnaf ya da zanaatçılara şu cezalar verilirdi: Dükkan kapatmak, ham madde ve mal satışından pay vermemek, boykot. Boykot, günümüzde de etkin bir etkileme yolu olmuştur. Bunun daha gelişmiş biçimi ise grevdir. Ahi örgütünde boykot, yardım, konuşma, selamlaşma yasağı vb. biçimlerde uygulanmaktaydı ve etkisi hemen görülmekteydi.

Ahi örgütü içinde bulunan esnaf, zanaatçı ve çiftçilerin emekçi kolları, örgütün her türlü yönetim işlerine katılıyorlardı. Öyle ki mesleğe alma, çıkarma, yükselme, çeşitli cezaların uygulanması gibi işlemler, Ahi kurallarına göre yapılırdı.

'Zanaatçıların içinden en dürüst ve saygıdeğer olan, her halde yaşça da ileri olan bir üstat, birliğin başkanı olup kendisine ahi deniyordu. Zanaat sahipleri üzerindeki etkisi itibariyle tam bir tarikat şeyhine benzeyen başkandan, başka birlik üyeleri arasındaki güvenliği sağlamak ve kendilerini tek bir güç durumunda tutmak için işçi kitlelerine kumanda eden bir yiğitbaşı bulunurdu. Şu halde, bir kentte bulunan çok sayıda ahi ve yiğitbaşılar, kendilerine bağlı olan işçi kitleleri sayesinde devirlerinin politik konularında ve hükûmet yönetiminde etkili söz sahibiydiler. Saltanat savaşında, kentlerde çıkan politik ve toplumsal karışıklıklarda bunu çok iyi görebilmekteyiz. Bir kentte ne kadar zanaat şubesi varsa, ahilerden birisi diğerlerine başkan seçilirdi, kendisine de Ahi Baba denilirdi (Prof. Dr. Mustafa Akdağ, Türkiye'nin İktisadi ve İçtimai Tarihi C. 1, s. 18).'

Aşağıdan yukarıya doğru seçilerek ortaya çıkan yöneticilerin kentlerdeki en büyük başkanı, Ahi Baba idi. Ahi Babaları da Kırşehir'de oturmakta olan Ahi Evren Postnişini tarafından onaylanmaktaydı. Böylece merkeziyetçi, demokratik, üyelerinin üretici, üretime ve yönetime ortak bulunduğu bir sistem olarak işlemekteydi Ahilik.

Ahi örgütü, demokratik sisteme dayandırılmıştır. Nitekim, Selçuklu Devleti'nin sonunda Ankara ve çevresinde 1290 yılında bir Ahi Cumhuriyeti kurulmuş ve 1354 yılına kadar egemenliğini sürdürmüştür.

'Ahilikte üç şey açık, üç şey kapalıdır. Ahinin eli açık olmalı, cömert olmalı; kapısı açık olmalı, konuksever olmalı; sofrası açık olmalı, aç geleni, tok göndermelidir. Ahinin gözü kapalı olmalı, kimseye kötü bakmamalı, ayıbını görmemeli; dili bağlı olmalı, kötü söz söylememeli; beli bağlı olmalı, kimsenin ırzına, namusuna, onuruna göz dikmemelidir Çağatay, s. 182).'

'14. 15. 16. yüzyıllarda Ahi diye adlandırılan ve daha sonraları lonca denilen bu örgütte sıkı bir disiplin vardı. Bütün çalışanların böylesine disiplinli şekilde örgütlenmiş olması hem üretim düzenini sağlamakta hem de devletin örgütler aracılığıyla ekonomiyi denetlemesini olanaklı kılmaktadır. Lonca örgütlerinin bu fonksiyonu birkaç alanda belirtilebilir:'

* 'Devlet, lonca aracılığıyla fiyatları ve kaliteyi kolaylıkla karşılaştırmakta ve denetlemektedir. Yarı resmî bir nitelik taşıyan bu kuruluşlar, her şeyden önce, devletin, karşısında bir sorumlu bulabilmesini sağlamaktadır. Loncanın yardımıyla üretim düzenlenmekte, başıboşluktan kurtarılmakta ve denetlenebilmektedir.'

* 'Lonca içinde, rekabetin kesinlikle yasaklanmış olması, ekonomik kaynakların daha akılcı biçimde kullanılmasını olanaklı kılmaktadır. Bir malın gereğinden fazla üretilmesiyle doğacak israf ve lüzumsuz kalite cambazlıkları böylece önlenebilmekte ve hiç değilse azaltılmaktadır.'

* 'Hammadde gereksinmesinin karşılanması, hele spekülasyonlara alet edilmemesi de loncanın yardımıyla olanaklıdır. Her örgüt, kendi üyelerinin isteklerini bir araya getirip devlete başvurmakta, sonra bu maddeyi üyeleri arasında bizzat paylaştırmaktadır. Bu durumda, birinin fazla, ötekinin az alması ve böylece karaborsanın, fiyat artışının doğması zorlaşmaktadır ( Cem, s. 73).'

Lonca örgütlerinin günümüzün grev olayı ile açıklanabilecek ve çok etkin olan direnişleri de olmuştur. Bu direnişler sayesinde pek çok haklar kazanılmış, baskılardan kurtarılmışlardır. Loncalar, el açıklığı, kimsesizlere yardım, dayanışma ve insancıl işleri de yürütmüş, başarılı olmuştur. 'Loncaya dahil olan kişi, aynı zamanda gereğinde yardıma koşacak bir sosyal birliğe de girmiş olmaktadır. Bu birlik, üye ödentilerinden biriktirilmiş bir yardım sandığına sahiptir ve üyeler arasındaki dayanışmayı sağlamaktadır. İşsizlik, hastalık gibi durumlarda kişi, loncanın koruyucu kanadına sığınabilmektedir. Hastalığa, işsizliğe, fakirliğe karşı bir çeşit sigorta görevi taşıyan sosyal dayanışma sisteminin, bu örgütle var olduğu söylenebilir (Cem, s. 110).'

Günümüzde sağlık ve işsizlik sigortalarının henüz yaygınlaşmadığını düşünürsek, loncaların bu özelliklerinin Türk toplumu için neler sağladığı kolayca anlaşılır kanısındayız.

'Lonca örgütleri, üyelerinin devletle arasındaki davaları da savunmakta; gerektiğinde onu, devletin haksız bir davranışından korumaktadır. Mühime defterlerindeki çok sayıdaki örneklerden bazılarını R. Mantran şöyle naklediyor: Kumkapı'daki Mahanacılar, askere adam verdikleri gerekçesiyle askeri vergi olan Kürek Akçesi'ni Kethüda'ya ödemek istememiş ve görüşlerini idareye kabul ettirmişlerdir (1638). Hububat taşıyan gemi kaptanlarının vergi memurlarına karşı toplu şikayeti kabul edilmiştir vb (Cem, s. 110).'

Lonca üyelerinin direnişlerini anlatan ve örgütlü mücadeleye örnek olacak olaylardan birisi de şöyledir: ' Fatih zamanında Ahilik, kaldırılmış bulunuyordu. O zaman, makine ve endüstri çağı başlamamış; at, araba ve ahır çağı üç bin beş yüz yıldan beri süregeliyordu. Ama gene de bir savaş endüstrisi vardı. Makine çağındaki lokomotif, otobüs ve tankın yerini süvari ve sipahi ocağı tutuyordu. Bunlar için de eyer ve at koşumu gerekliydi. Ahilerin bir güçlü kodlu da tabaklar ve saraçlardı. Bunlar, savaşta en başta gelen elemandı. Yoksa ordu süvarisiz pek yaya kalacaktı. Fatih'in fermanları saraçlarda pek sökmedi. Saraçlar Sendikası (Ahileri-loncaları), Sultan'a dayattı. Ordu süvarilerine gereken koşumların yapımı için dediği dedik olan Fatih bile onların koşullarına boyun eğmek zorunda kaldı. Saraçlar, kentin sınırı belli bir yerinde oturacaklardı. O sınırların içine Sultan'ın karakullukçuları ya da başka köleleri giremeyecekti. Hatta bir suçlu katil de olsa Sultan'ın güvenlik güçleri onu tutmak için Saraçhane'ye giremeyecekti (Halikarnas Balıkçısı, s. 165).'

Bu ve buna benzer örnekler göstermektedir ki örgütlü mücadele ile ancak haklar savunulur, haksızlıklara karşı durulur, sosyal ve ekonomik güvenceler elde edilebilir. Tek tek, örgütsüz yaşam, çalışmak, zamanımızda çok anlamsızdır. Bu nedenledir ki zamanımızdan yüzlerce yıl önce halk birliği, dayanışma kurulmuş, örgütlü mücadele örnekleri verilmiştir.

Kırşehir, Ahiliğin merkeziydi. Aynı zamanda Karaman Bölgesinde yer alıyordu. 'Bu bölgeye yerleşmiş olan Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli ve Ahi Evren, Âşık Paşa gibi bilge kişiler, Anadolu'da Türk dilinin (Türkçenin), Türk şiirinin, Türk müziğinin, Türk gelenek ve kültürünün korunmasında ve gelişmesinde çok önemli rol oynamışlardır (Çağatay, s. 56-57).' Mevlana da karaman bölgesinde yaşamış ise de eserlerini Farsça yazmış, Türkmenlere karşı olumsuz davranan Selçuklu yönetiminden yana olmuş bir bilgedir. Bu nedenle gerek Hacı Bektaş Veli gerek Ahi Evren Mevlana'ya karşıdırlar. Bilindiği gibi Karaman Bölgesi, Karamanoğlu Mehmet Bey'in her yerde Türkçe konuşulacağını belirten fermanı gereği, Ahi örgütleri Türkçenin yaygınlaşması ve korunması açısından da önemli bir görev yapmıştır. Hacı Bektaş Veli ve Ahi Evren ve Âşık Paşa Türkçe yazıp söylerken, Türkçeyi savunurken, Mevlana Celaleddin Rumi Farsça yazıp söylemiştir.

Her yıl kutlanmakta olan Ahi Evren Esnaf Bayramı'nı, dilimize yani Türkçeye sahip çıkılma ve çağdaş sendikacılık anlayışı içinde değerlendirmek, Türk emekçisinin egemen güçlere karşı verdiği örgütlü mücadele örneklerinin felsefesinden yararlanmak, bunları gün ışığına çıkarmak gerekmektedir. Orta Çağ Anadolu tarihinde toplumcu ve devrimci düşüncenin kaynağı olan Kırşehir, günümüzde de aynı ilerici, toplumcu ve devrimci, Atatürkçü potansiyeli taşımaktadır. Bu nedenle de Ahiliğin sömürüye, bozuk düzene karşı, haktan yana ve halka dönük özelliklerine sahip çıkmalı, çağımızın gerekleriyle birleştirilerek onun gücünden yararlanmalıyız.

Değerli okurlar! 34. Ahilik Haftası'nı kutlar, başta Ahi Eren olmak üzere, yurduna, Türkçeye, toprağına ve doğaya sahip çıkan Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli ve diğer Türk bilgelerini saygıyla anıyorum. Ruhları şad, mekanları cennet olsun.