[email protected]


'Beşeri mütefekkirin şu hazin cilvesine bakın ki, insanoğlu kendi saadeti için
en faydalı manevi mefhumları, cehaletin tesiriyle belirsiz ve adeta her rüzgarın
esiş istikametine tabi bir hale soktuğu halde, kendisine en uzak ve en faydasız hakikatleri, gökteki yıldızlar aleminin hareket manzumesini daha mükemmel surette bilmektedir!'
-Beccaria

Toplum fertlerden oluşur ve her bir ferdin bu toplum nizamı içerisinde diğerine saygı duyması, hem toplum düzeninin devamı hem de kişinin doğuştan sahip olduğu şeref ve itibarının korunması için mecburidir. Devlet, vatandaşlarını yalnızca maddi anlamda değil; aynı zamanda 'fikri ve manevi darbelere karşı' da müdafaa etmek mecburiyetindedir. Bu anlamda, bugün tüm medeni toplumlarda bireyleri küçük düşüren veya aşağılayan bazı davranışlar için çeşitli suç tipleri ve yaptırımlar öngörülmüştür. Türk Ceza Kanunu (TCK) da 'şerefe karşı suçlar' başlığı altında TCK 125. Maddede hakaret suçuna yer vermiştir. Madde başlığı ile de açıkça belirtildiği üzere suç tipi ile korunan hukuki değer, kişilerin 'şeref' , 'onur' ve 'saygınlık'larıdır. Öncelikle belirtilmelidir ki; 5237 sayılı TCK ile getirilen değişikliğe göre eski kanunda yer alan 'hakaret' ve 'sövme' suçu ayrımı kaldırılmıştır. Buna göre yeni TCK'ye göre, hakaret suçunun oluşabilmesi için somut bir fiil ya da olgu isnat etmek veya sövmek şeklindeki seçimlik hareketlerden birisi gerçekleştirdiği takdirde hakaret suçunun oluştuğu söylenebilecektir. Korunan hukuki değere bakıldığında kavramların esasında soyut olması sebebiyle uygulamada da suç konusu fiilin oluşup oluşmadığı, hukuki değer ihlalinin olup olmadığı her somut olayın kendine özgü nitelikleri ele alınarak değerlendirilmektedir. Sarf edilen sözlerin kaba söz mü yoksa şeref ve saygınlığı rencide edici bir boyutta mı olduğu ya da ağır eleştiri kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği gibi hususlar ise ayrıyeten gözetilerek buna göre hüküm kurulmaktadır. İletişim çağı olan günümüzde ise eleştiri olgusu, ifade hürriyeti çerçevesinde terazinin öbür kefesinde yer almaktadır ve bu gerçek bugün, ulusal ve ulusal üstü yargı makamları nezdinde ciddi bir sorgulamaya ve muhasebeye tabi tutulmaktadır. TCK'nın tanımladığı hakaret suçu için öngörülen seçimlik hareketli fiillerden ilki 'somut bir fiil yada olgu isnadı'dır. Bu fiil kapsamında öncelikle mağdura yüklenen fiilin somut ve belirli sayılması için tamamı birlikte aranmamakla birlikte şahıs, konu, yer ve zaman gibi unsurların varlığına ihtiyaç vardır. Bu seçimlik harekete, dolandırıcılık gibi toplumun değer yargılarına açıkça ters düşen isnatlar örnek gösterilebilir. Burada önemli olan şey, sözlerin, isnat edilen fiili tasvir etmiş olmasıdır. Bu noktada belirtilmelidir ki; kişinin 'ahlaki niteliklerindeki eksiklik yahut kötü bir huyunun bulunması, somut bir fiil veya olgu isnadı değildir. Örneğin; bir kimseye alçak, serseri, ahlaksız, fahişe denilmesi olumsuz değer yargısı ifade etmekle birlikte diğer seçimlik fiil 'sövme' fiilini oluşturur.' Tarafların sosyal durumları, sözlerin söylendiği yer ve şekli de suçun oluşup oluşmadığını belirlemede dikkate alınmaktadır. Sövme fiilinin kanuni tanımına bakıldığında ise bir fiil isnadı olmaksızın bireylerin şeref ve haysiyetini zedeleyerek onları hor gören, aşağılayan yakıştırmalar ifade edilmektedir. Uygulamadan örnek vermek gerekirse; Yargıtay kimi kararlarında 'şişko' 'sen kim oluyorsun' 'yalaka' 'ukala' ifadelerini sövme kapsamında değerlendirmiştir. Sövme fiilinin uygulama kapsamındaki örneklerine bakıldığında, yazı, resim, işaret, müstehcen bir el hareketi ile icra edildiği örnekler de yaygındır. Beddua niteliğindeki sözlerin ise sövme kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği tartışmalıdır. Hakaret suçunun oluşabilmesi için isnad fiili varsa bu isnadın şeref ve saygınlığı zedeleyici mahiyette olup olmadığı her somut olayın özelliğine göre değişmektedir. Ne suretle bireyi küçük düşürdüğüne ilişkin gerekçeye yer verilmesi ise zaruridir. Örneğin hakkında verilen karardan memnun olmayan bir kişinin hakime karşı 'bu ne biçim adalet' biçimindeki sözlerinde bu gerekçe olmadığından suçun oluşmadığına hükmedilmiştir. Öte yandan suçun oluşabilmesi için kullanılan ifadelerden, ifadelerin kime yönelik olduğu anlaşılabilir olmalıdır. Hakaret, mağdurun gıyabında yahut huzurunda işlenebilir. Gıyapta hakaret için bir takım şartlar aranırken huzurda hakaret için mağdurun fiili görebileceği, işitebileceği yerde işlemesi gerekli ve yeterlidir. Kanunda daha ağır cezayı gerektiren nitelikli bir takım unsurlara yer verilmiştir. Buna göre mağdurun kamu görevlisi olması ve yerine getirdiği görev nedeniyle hakarete ilişkin fiilin gerçekleştirilmesi durumunda ceza, basit şekle nazaran daha ağır olmaktadır. Bu noktada görev ile hakarete ilişkin fiil arasında bağlantının bulunması yeterli olup fiilin muhakkak görev esnasında işlenmesi aranmaz. Örneğin; emniyet müdürlüğü önünde nöbet tutan polise karşı olduğu açıkça anlaşılacak biçimde 'yata yata para kazanıyor şerefsizler' denmesi, tahkir edici nitelikte olduğu ve daha önceden aralarında herhangi bir husumet olmadığı ve sanığın bu sözlerinin polislik görevine olan düşmanlığı sebebiyle söylediği gerekçeleriyle cezanın ağırlaştırıcı halinden hüküm kurulmuştur. Bunun haricinde; dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı veya Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle bu fiillerin işlenmesi durumunda da cezanın ağırlaştırılacağı öngörülmüştür. Hakaretin alenen işlenmesi halinde ise yine cezanın altıda bir oranında arttırılacağı öngörülmüştür. Keza suçun, basın yayın yoluyla işlenmesi bir aleniyet halidir. Buradan hareketle, gazete, radyo, televizyon vb. kanallarla bir röportaj, haber vs. çerçevesinde işlenen hakaret suçları bu kapsamdadır. Bu nitelikli unsurlara bakıldığında mağdurun bir anlamda devleti temsil sıfatının bulunması, bireylerin vicdani kanaatlerine ilişkin hassasiyetleri ve suçun işlendiği mecranın etki alanın büyük olması nedeniyle mağdurda oluşturduğu tesirin dikkate alınarak artırım öngörüldüğü fark edilecektir.

Yukarıda izah edilen tarzdaki fiiller ise icra ediliş yönünden kanundaki tanıma uygun gerçekleştirilse de bazı hallerde hukuka aykırı sayılmamaktadır. Dilekçe hakkı, savunma dokunulmazlığı, basının haber verme hakkı gibi unsurlar fiili hukuka uygun kılabilir. Kişiler, öğrendiği hukuka aykırı fiili ilgili makamlara bildirirken esasında toplumsal bir ödevini yerine getirdiğinden belirli şartlar dahilinde hukuka uygunluk nedeni doğacaktır keza savunma dokunulmazlığı anlamında da somut uyuşmazlıkla irtibatı bulunan ve gerçekliği ispat edilmiş isnatlar, fiili hukuka uygun kılacaktır. Basının haber verme hürriyeti ise içeriğin haber niteliği taşıması, güncel olması, haberin bilinmesinde kamu ilgi ve yararının olması, haberin üslubu gibi birtakım kıstaslar çerçevesinde hukuka uygunluk nedeni olarak ortaya çıkabilecektir. Hakaret, bir soyut tehlike suçudur. Dolayısıyla gıyapta hakaret varsa, ihtilatın yani en az üç kişinin bu fiile ilişkin davranışları, sözleri öğrenmesi durumunda; huzurda hakaret halinde ise mağdurun bizzat tahkir edici sözü veya hareketi öğrendiği anda fiil tamamlanacaktır. Son olarak cezayı kaldıran veya azaltan haller kapsamında; tahrik, kasten yaralama suçuna tepki olarak işlenmesi, karşılıklı hareketin varlığı, ilk hakaret edenin haksız olması gibi unsurlar yer almaktadır. Şikayete tabi bu suçta kamu görevlisine karşı işlenmesi halinde soruşturma ve kovuşturmanın re'sen yapılacağı eklenmelidir.

Beccaria'nın, ceza hukukunun temeli nispetindeki eseri 'Suçlar ve Cezalar' kitabında belirttiği gibi; 'ilk kanunların ve ilk adalet teorilerinin şahısların bedeni kuvvet ve kudret farklarından doğan zulüm ve istibdadın husule getirdiği nizamsızlıkları yok etmek zaruretine dayanmaktadır. İşte cemiyetin teşekkülüne ve cihan kanunlarının ihdasına sebep budur!' Buradan hareketle esasında oldukça muğlak ve hassas kavramlar üzerinde oluşan ve hakimin somut olayı takdirine bırakılmış bu suç kapsamında birey-birey ve birey-devlet arasındaki hassas ilişkiler ve haklar gözetilerek 'kuvvet ve kudret' farklarından doğan baskı ve ihlali önlemek zaruridir.