0
Ülkemizin ekonomi gündeminde yer alan kronik konuların birbirleriyle olan etkileşimi süreklilik kazanmışken ve gündemdeki sıralamalarında genelde oynamalar olurken; son zamanlarda özellikle iki konunun ekonomi gündeminin daimi konukları olduğu ve bir süre daha olacağı anlaşılmaktadır. Bunlardan birisi Merkez Bankasına yeni Başkanın atanması ve faiz indirme süreci, diğeri ise yurt içi tasarrufların yetersizliği konusudur. Tahmin ettiğimiz gibi Merkez Bankasına yeni başkan atanarak ilk bürokratik hamle yapılmış ve ardından ihtiyatlı ilk faiz indirimi gerçekleşmiş ve bunu müteakiben bazı siyaset ve ekonomi çevrelerinin; aynen futbol maçlarında 2-0 öne geçen kulüp taraftarlarının 'üç-üç-üç-üç…' şeklinde yaptıkları tezahüratın bir benzeri olarak ifade edilebilecek bir söylem birliği oluşturduğu ve bu faiz indirme sürecinin dozunu artırarak devam etmesi gerektiğini ifade ettikleri görülmüştür. Diğer güncel ikinci konu ise yetersiz olan yurt içi tasarrufların artırılması hususudur. Bu konuda özellikle son zamanlarda Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek'in benzer içerikli ve konunun ciddiyetine ilişkin açıklamaları önemlidir ve uyarıcıdır.
Şimdi de bu iki konuya ilişkin mevcut ortamı, olasılıkları ve endişeleri sırayla değerlendirelim.
Yeni Başkanın bundan sonraki süreçte ihtiyatlı ve ekonominin reel durumunu dikkate alarak ve riske girmeyen bir politikayı benimsemesi halinde; eski Başkan gibi benzer eleştiriler alacağı, sert faiz inişleri olması halinde ise 'yoğun söylemlerin etkisi altında kalındığı ve teknik değil, siyasi karar verildiği' gibi karşı eleştirilere muhatap olacağı anlaşılmaktadır. Öte yandan, faizlerin indirilmesi gerektiğini savunanlar, faizlerin ciddi bir oranda düşmesi halinde; bankaların kullandırdığı ticari ve diğer kredilere olan talebin artacağı, piyasaların canlanacağı ve bunun sonucunda başta emlak sektörü olmak üzere stokların eriyeceği, maliyetlerin ve enflasyonun düşeceği, yatırım ile istihdamın artacağı ve bu gelişmelerin büyüme performansımızı olumlu etkileyeceği düşüncesini taşımaktadırlar. Doğal olarak bu güzel sonuçlara ulaşmak herkesin dileğidir. Ancak, bu amaçlara ulaşmak istenirken, diğer dış ve iç ekonomik koşulların ve parametrelerin buna uygun olup olmadığı veya hangi oranda uygun olduğu sorusunun cevabının netleştirilmesi ve faiz düşürülmesini bir takvime bağlamaktan ziyade ekonomideki olumlu gelişmelerle eş zamanlı olarak adım atılması düşüncesinin ağır basması halinde, bu sürecin yol haritası daha doğru çizilmiş olacaktır.
Ancak, faizlerin indirilmesi sürecinde; maliyetlerin azalmasının ve harcamaların artmasının enflasyon üzerindeki nihai etkisi, cari açığa olan yansıması, döviz kurlarında artış riski, yabancı sermayenin reaksiyonu, bankaların mevcut durumlarıyla olası kredi genişlemesini sağlama imkanları ve ilave kaynakları bulma şansı ile faizlerdeki düşüşleri yeteri kadar yansıtma yerine; bankaların bu imkanı kendi mali bünyelerini kuvvetlendirme yönünde kullanma ihtimalleri, tüketimde artışı öngören bu politikanın; tasarrufların artırılması gerektiğine ilişkin söylemlerle çelişmesi ve bankalardaki mevcut tasarrufların rotasının nasıl etkileneceği gibi önemli soruların cevabı merak edilmektedir. Diğer yandan, faiz indirme süreçlerinde; faizlerin daha da düşeceği beklentisiyle harcamaların ertelenmesi veya ekonomik tabloyu farklı okuyanların, kendini güvende hissetmek için harcamalarını kısması da mümkündür. Ayrıca, Euro Bölgesinde; düşük faizlere rağmen beklenen canlılığa henüz ulaşılamaması da faizin çetrefilli yapısını göstermesi açısından ilginçtir.
Diğer güncel ikinci konu ise yurt içi tasarrufların yetersizliği sorunudur. Bilindiği üzere tasarruflar; gönüllü ve zorunlu olmak üzere iki şekilde oluşmaktadır. Özellikle geçmişten günümüze gelinceye kadar gönüllü tasarrufların yetersizliği nedeniyle Ülkemizde değişik zorunlu tasarruf modelleri denenmiş ama çeşitli sorunlarla ve başarısız sonuçlarla karşılaşılmıştır.
Gönüllü tasarrufları ise etkileyen çeşitli unsurlar vardır. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Gelir durumu, hanehalkı sayısı, eğitim durumu, finansal okur-yazarlık, sigorta sektöründeki yapısal sorunlar, finansal getiri araçlarının çeşitliliği ve reel getiri durumu, hukuki ve vergisel boyutlar, ekonominin mevcut durumu ve geleceğe ilişkin tahminler, enflasyon vb.
Doğal olarak gelir sahipleri de kendi algılamaları ve imkanları çerçevesinde bir harcama ve tasarruf politikası oluşturmakta ve buna göre hareket etmektedir. Bu kapsamda kazancını artırmak veya parasının değer kaybını önlemek amacıyla gerektiğinde gayrimenkule, dövize veya altına da yönelmekte ve bu tercihleri nedeniyle bazı eleştirilere de muhatap olmaktadır. Bu finansal yönelişi eleştirmek yerine; bu tercihlerdeki nedenleri dikkate alarak, güvenli ve reel getirisi iyi olan alternatif tasarruf imkanları seçenek olarak ortaya konulmalı ve bazı mevcut tasarruf sistemleri de rehabilite edilmelidir.
Ülkemizde 2001 yılında çıkarılan 4632 sayılı Kanunla; Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) uygulamaya geçirilmiş ve bu kapsamda Devlet katkıları yapılmış olmasına rağmen beklenen gelişme sağlanamamış ve bu olumsuz tablo Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek tarafından da çeşitli konuşmalarında belirtilmiş ve bu alanda hizmet veren şirketlerin; fonların yönetimi ve getirisi açısından beklentileri karşılayamadığını ifade etmiştir.
Diğer yandan, tasarrufu, olası riskleri veya gelecekteki yükleri hafifletmeyi öngören ve bu kapsamda gönüllü veya zorunlu olarak çeşitli adlarla (prim, katkı payı, kesinti vb.) toplanan bedellerden oluşan fonların (veya benzeri oluşumların) gelirlerinin artırılması kadar önemli bir diğer husus ise; bu varlıkların en rantabl bir şekilde kullanılmasıdır. Geçmiş uygulamalardan; bu tür fonların asli işlevlerini ihmal ettiği, kamuyu finanse etmek gibi bir misyon üstlendikleri ve bu kapsamda fonu oluşturan kesimlerin menfaatini korumaktan uzaklaştığı bilinmektedir. Dolayısıyla, bu tür uygulamalarda hem ekonominin ihtiyaç duyduğu kaynaklar yaratılmalı hem de iştirakçilerin menfaatleri korunmalıdır.