0
Dolara olan talebin gerek küresel bazda gerekse Ülkemizde azalacağını düşünmek için; mevcut evrensel gerçeklerin değişebileceğine ilişkin ciddi ip uçlarının olması gerekmektedir. Günümüzde doların popülaritesini azaltacak bazı eğilimler, girişimler ve gelişmeler dikkat çekmekle birlikte, dolara olan ilginin halen devam ettiği görülmektedir.
ABD'nin resmi para birimi olan 'ABD Doları(USD)'; 'Amerikan Doları' olarak da telaffuz edilmektedir. Ülkemizde de 'dolar' denildiğinde; bir çok ülkenin milli parasında dolar ibaresi geçmesine rağmen (Kanada, Avustralya,…) aklımıza öncelikle ABD Dolarının gelmesi, bu para biriminin gücünü göstermektedir. Doları bir çok ülkenin milli para birimi olarak kabul etmesi veya böyle kullanması, dünyadaki en önemli rezerv para olması, dünya ticareti ile borç ilişkilerinde ödeme aracı olarak önemli bir paya sahip olması ve diğer para birimlerinin değerinin belirlenmesinde bir ölçü olarak kabul edilmesi önemini kanıtlamaktadır. Doların 1785 yılında ABD'nin resmi para birimi olarak kabul edilmesiyle birlikte bu süreç başlamış; euro'nun tedavüle çıkmasına ve Çin, Japonya ve Rusya gibi ülkelerin çeşitli nedenlerle rezervlerindeki doları azaltmalarına rağmen (halen bu ülkelerin döviz rezervleri içinde dolar önemli bir paya sahiptir) dolar uluslararası güvenilir bir rezerv para olma özelliğini kaybetmemiştir. ABD'nin; dünyanın en büyük ekonomisi olması, teknolojideki ve bilimdeki tartışılmaz üstünlüğü, zengin doğal kaynakları, dünyadaki askeri gücü ve küresel siyasetteki etkisi gibi faktörler dikkate alındığında, doların gücünün alt yapısını anlamak daha kolay olacaktır. Dolardan sonraki önemli rezerv paralar olarak başta 'euro' olmak üzere 'yen ve sterlinin' kısmen bu misyonu yürüttüğü, Çin'in milli parası yuan'ın ise bu kategoriyi zorladığı görülmekte, ancak uluslararası rezerv para olarak benimsenebilmesi için ekonomik sistemini müdahalelerden arındırması ve bu kapsamda piyasalara güven verici somut adımlar atması gerekmektedir.
Ülkemizi bu bağlamda değerlendirirsek, geçmişte çok ilginç ve sıkıntılı ekonomik süreçler yaşadığımız ve döviz dar boğazlarıyla karşılaştığımız bilinen bir gerçektir. Günümüze gelince; banka mevduatlarına verilen faizin(reel) enflasyonun gerisinde kalmasını da dikkate alan yatırımcının, yatırım araçları içinde dövize ve özellikle de dolara önem verdiği görülmekte, geleneksel bir yaklaşımla hem yastık altına hem de döviz tevdiat hesaplarına bu tercihini ısrarla yansıtmaktadır.
Bankalarımızdaki toplam mevduatın yaklaşık yüzde 45'ini döviz mevduatının oluşturduğu (toplam mevduat içindeki döviz mevduatının payı, milli paranın değerinin de bir göstergesidir), döviz mevduatının da yaklaşık yüzde 60'ını dolar üzerinden açılan hesaplar olduğu ve Ülkemizin brüt dış borç stokunun döviz dağılımında doların yüzde 59'luk bir paya sahip olduğu dikkate alındığında; dolarla olan yakın ilişkimizin uzun yıllar daha süreceği anlaşılmaktadır.
Özellikle 'son dönemlerde siyasi iktidar tarafından gündeme getirilen faizlerin düşürülmesi gerektiğine ilişkin söylemlerin eyleme dönüşmesi, enflasyonun düşme eğilimine girmemesi, dış borçlarımızın çevrilebilmesi için gerekli döviz ihtiyacı, ihracat ve turizm gelirlerimizin azalması, FED'in faizleri yükseltme düşüncesinin uygulamaya geçmesi gibi' önemli değişkenlerin sonuçları dikkate alındığında; mevcut döviz kurlarının aynı seviyelerde kalması ihtimali azalacak ve bu kapsamda dolar da artış eğilimine girebilecektir.
Geçmişteki likidite bolluğunun olduğu küresel konjonktürün Ülkemize olan olumlu yansıması sonucunda Ülkemizde oluşan sürecin (ucuz döviz, yüksek faiz) bittiğinin kabul edildiğini kanıtlayan resmi söylemlerin arttığını ve bundan sonra düşük faiz ama kontrolden çıkmamış bir döviz kurunun tercih edileceğine ilişkin sinyalleri görmekteyiz. Ancak, mevcut ekonomik performansla ve faiz konusundaki ısrarlı tavırla, bu düşünceyi öngörülen ölçüde gerçekleştirmenin hiç de kolay olmayacağı anlaşılmaktadır. Döviz kurlarını sadece para ve kur politikalarıyla istenilen düzeyde kontrol altında tutmanın kolay olmadığı da; gerek uluslararası gerekse Ülkemizdeki deneyimlerden görülmüştür. Kaldı ki ulusal rezervlerimizin miktarı da bu kapsamdaki müdahaleler için yeterli değildir.
Öte yandan, parasal daralmanın etkisini göstereceği önümüzdeki dönemde siyasi, ekonomik vb. riskleri değerlendirecek küresel sermayenin; Ülkemizi tercih etmesini sağlayacak kriterlerin azlığı da dövizle ilgili temkinli bir yaklaşım göstermemizi gerektirmektedir. Ayrıca, bazen gündemde yer alan 'döviz kurlarının suni ve spekülatif artırıldığı iddialarının' resmi söylem olarak dile getirilmesi halinde; sistemin kendini savunamadığı, gerekli reflekslerin gösterilemediği anlamına gelir ve güven zafiyetine neden olur. Dolayısıyla, temeli sağlam ve kuvvetli ekonomilerde geçici kur artışları yaşansa da, bir süre sonra kur olması gereken dengeye kavuşur.
Sonuç olarak, yukarıda yaptığımız değerlendirmeleri dikkate aldığımızda 'ABD Dolarının' bir dünya gerçeği olarak; uluslararası ödeme aracı ve rezerv para niteliğini uzun yıllar daha koruyacağını söyleyebiliriz. Bunu ekonomisi güçlü olan diğer gelişmiş ülkelerde biliyor ve kabul ediyor. Biz de ekonomimizi bu gerçekler ışığında dizayn etmeli, dövizle olan kronik sorunumuzun en sağlıklı ve sürdürülebilir çözümünün; ekonomimizi üreten, büyüyen ve güven veren bir yapıya dönüştürmek olduğunu unutmamalıyız.