Herkes gibi benim de zaman zaman, kafamın içinde ihtiyacım olan ve çiziktirmeye çalıştığım bazı portreler vardır.

Yaşamın belirsiz çizgileri arasında yakalamaya çalıştığım bu ufak kırıntılar gittikçe minik yığınlara dönüştüğünde, içimdeki açlığı sanki biraz daha fark ediyordum. Eskizdeki ifadeler belirginleşirken, bir diğerine yenisi ekleniyordu. Gönlümdeki o minik tepeler yükseldiğinde bendeki bu uğraşılar tutkuya dönüşüyordu sanki. Başladım çiziktirip resmetmeye. Tesadüflerin de denk geldiği bu merakım, heyecan, sabır bazen de hüzün, fakat hepsinden önemlisi gönlümdeki kırık dökük bir şeylerle buluşuyordu sanki.

Özellikle uğraştığım bu portrenin bir tanesini, özlemle paylaşmak istedim bu satırlarımda. Canımın bir hayli sıkkınca olduğu bir dönemde keşfettiğim bu portreyle farkında olmaksızın, zamanın kısa ve kesik rötuşları içerisinde bütünleştiğimizi fark ettim. Hani insan her gün aynaya bakmayı alışkanlık haline getirip kendine gülümsediği anlar vardır ya..! Moraliniz bozuk olduğu zamanlarda ise değil aynaya bakmayı, onun orada olduğunu göremezsiniz bile. Halbuki başınızı kaldırıp biraz gözlerinizi açsanız karşınızda içinizi aydınlatan ne ışıklar keşfedebilirsiniz.

Zamanın gelgitlerle çalkalanan belirsizliklerinden çekip çıkardığım çizgiler, gittikçe belirginleşerek kendi yüreğindeki çehreye ulaşıp, şekil alıyorlardı sanki. Çok sevdiğim giderek bağlandığım bu portrenin adı Elif Ana'ydı!

Gün aşırı rastlaştığımız otobüsün kalabalık siluetleri arasında, keşfettim Elif Annemi. Önceleri yaşı, daha sonraları ise güler yüzü ve tatlı dili ile konuşturup bütünleşmeye çalıştım O'nunla... Ve ona her bakışımda yüz hatlarının ne kadar asık ve hüzünlü olsa da, nereden geldiğini anlayamadığım pozitif darbelerle, her şeyi bir anda yumuşatıp, tüm olumsuzlukları yok ediyordu..! Sanırım kendisi Erzincanlıydı ve yıllardır İstanbul'da oturuyordu. Kendine özgü eğitimi, kendi yöresine ait lehçesi ve gönlünden akan şivesiyle konuşuyordu etrafındakilerle... Onunla tanışmamız, otobüste birkaç klasik karşılaşma sonucu olmuştu. Keskin yüz hatları vardı. Esprili ve her an yumuşamaya hazır pırıl pırıl kıvılcım saçan gözleri ve bir de dobra dobra yüreğiyle konuşan tatlı bir dili vardı!

Benimle konuşurken, arada bir gündelik yaşantısıyla ilgili ayrıntılara girdiğinde, dilinin ucuna gelen kelimeler yüreğindeki heyecana karışır, yükselen sesiyle muhabbetin dozunu biraz daha arttırır gibiydi. İşte o anda etrafımızdaki siluetler biraz daha canlanıp ön plana çıkarken, ilginç polemiklerin de yaşandığı olurdu otobüste. Bazen bu şekilde tanıştığım yol arkadaşlarımla telefonlaşıp adresleşirdik de. Hemen her görüştüğümüz Elif Ana'yla yaklaşık bir yıllık yol arkadaşlığımıza rağmen bunu çok sonraları akıl edebilmiştik nedense. Bazen onu görmediğim zamanlar haftaları bile aşardı. Ancak bu zaman zarfında onunla biraz daha bütünleşip, biraz daha özdeşleşir gibiydik. Gözlerinin içi pırıl pırıl ve ana sıcaklığının verdiği bir sevgiyle gülerdi hep. Zaten portrelerin en can alıcı noktası onlar değil midir..? Herkesin ihtiyacı olan enerjiyle öylesine doluydu ki onlar... Bu yüzden Elif Ana'nın yüreği sanki hep orada atıyordu. Derler ya, gözler ruhun aynasıdır!

Çevrenizde, yollarınızın kesiştiği insanların gözlerine hiç dikkat ettiniz mi bilmem. Ne kadar sert mizaçlı olursa olsun, gözlerdeki o ayrıntı, onları sanki bu sert mizaçlarından ayırır gibidir. Ve bu yüzden, yüreğine dokunduğunuz ufak rötuşlarla pozitif kutuplara doğru öylesine sürüklenebilirsiniz ki..!

İnsanların en yakınlarından bile kopuk yaşadığı, değil konuşmayı, birbirlerine bakmaya bile tenezzül etmedikleri metalik bir dünyada, böylesi değerlerin farkına varabilmek ne büyük bir şans olmalı bizler için. Tabii ki, bizler de tıpkı Elif Ana gibilerine dokunarak onlar gibi bakabildiğimiz sürece... Aradan uzun yıllar geçti ve ben O'nu, Elif Anne'mi çok ama çok özlüyorum!

Nice güzel portrelerde buluşmak dileğimle..!