AFETİN ESNAFLARI-2

Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin kadim kentinin tarihi M.Ö. 40.000 yıllarına kadar uzanmaktadır. Bir kültür mirası olan Adıyaman, binlerce yıldır korkunç savaşlara ev sahipliği ve şahitlik etmiştir. Ama muhtemeldir ki, tüm bu savaşlarda Adıyaman, 6 Şubat 2023 tarihindeki depremde sarsıldığı kadar sarsılmamıştır.

Fehmi Çalmuk, Adıyamanlı esnafla sorunlarını konuştu.

Tarihi boyunca tarıma dayalı bir yerleşim merkezi olan Adıyaman, 1960'dan buyana da sanayi kenti olma çabası içindedir ve hayli yol almıştır.

Deprem öncesi resmi kayıtlara göre, Adıyaman ve ilçelerinde Sanayi Sicil Belgesi almış 558 tesis bulunuyordu. Bu tesislerin tamamı fiili olarak üretim yapıyordu. Sanayi yatırımları içerisinde tekstil sektörüne yapılan yatırımlar ağırlıktaydı... Peki yüzyılın depreminden sonra kentte durum ne?

Hürses Gazetesi olarak bu sorunun yanıtını bulabilmek amacıyla yollara düştük ve Adıyaman esnafının nabzını tuttuk.

'BİZ YARALANDIK'

Adıyaman'da ve İsviçre'de de Fırıncı Sabri Öztürk duygu ve düşüncelerini Adıyaman Saz Evi'nde gönül diliyle anlattı...

'Evet, öncelikle Adıyaman'a hoş geldiniz. Adıyaman'ın buna ihtiyacı var, böyle dokunmalara bizim ihtiyacımız var. Biz yaralandık, paralandık, Adıyaman, acı yaman oldu. Erhan ustam burada yılların sazcısı, Adıyaman Saz Evi'ndeyiz şu an, her şey spontan gelişti, buradan geçerken buraya uğradık ama gönlü büyük bir insanmış, bizi kabul etti. Teşekkür ederiz Erhan ustacım. Sende herkes gibi direniyorsun, şu an Adıyaman direniyor, yaşamaya direniyor ama basına ihtiyaç var. bunu da sizlerden hissediyoruz, hissettiriyorsunuz.

Sana yakın … havası hoş, suyu serin, çok dertlerin vardır senin, garibansın Adıyaman.

Eski saray musallası, ortasında var galası, fakirin yok çay parası, garibansın Adıyaman.

Göğsünde şam bayat eli, şirin olur besni dili, gölbaşının mavi gölü, turistliksin Adıyaman. (turistlik kalmadı da, Gölbaşı'da yıkıldı)

Evet, bende herkes gibi depremi atlattım. Bir anımı anlatayım, arabanın bir ihtiyaç olduğunu hep söyleriz ya, deprem günü ne kadar ihtiyaç olduğunu herkes gördü. Hanıma dedim şu anahtarı al, kurtulmuşuz, git arabaya bin, bir geldim ki araba yok. Bina devrilmiş, 3 gün arabasızdık, yani bilenler bilir. Öyle de bir anım oldu..

Adıyaman vatanımdır,

Hem anamdır, hem babamdır,

Orda doğdum, burada sevdim,

Adıyaman vatanımdır.

Aman aman, aman aman,

Sana kurban Adıyaman.

Aman aman, aman aman,

Sana hayran Adıyaman.

Adıyaman bir cennettir,

Her tarafı gül demettir.

Yeşillenmiş bahçeleri, gölgelenmiş kayaları.

Aman aman, aman aman,

Sana kurban Adıyaman.

Acıyaman, evet, Adıyaman'ı unutmayalım. Adıyaman'ın Gölbaşı, Harmanlı, hepsi dokunma bekliyor. Şu an gerçekten dokunulmaya ihtiyacımız var...'

'BİZ DEPREM DİYEMİYORUZ, KIYAMET DİYORUZ'

Adıyaman Madeni Eşya Sanatçıları Odası Başkanı Mahmut Yücel de afetin acılarını tüm boyutları ile yaşamış bir isim...

Hürses: Kendinizi tanıtır mısınız?

Mahmut Yücel: Adım Mahmut Yücel. Adıyaman Madeni Eşya Sanatçıları Odası yönetim kurulu başkanıyım. 20 yıldır oda başkanlığı yapıyorum aynı zamanda esnaf ve sanatkarım. Burası kendi işletmem. Biz Adıyaman'da, yaklaşık 1380 üyeli bir odayız. Otomotiv sektöründe, metal sektöründe, kuyumculuk, oto galeri sektöründe karma bir odayız biz. Odamızda çalışan 2 personelimiz var. Oda başkanı olduğum günden beri esnaflarımızla iç içeyiz. Zaten oda başkanlığı yapan arkadaşların kendisinin de o sektörde bulunması gerekiyor.

EŞİMİ ABİMİ, ABİMİN ÇOCUKLARINI ABİMİN TORUNLARINI KAYBETTİM

Hürses: Deprem anında neler yaşadınız?

Mahmut Yücel: Biliyorsunuz Adıyaman olarak 6 Şubat depremini yaşadık, çok kaybımız oldu, esnafımızda yaklaşık 30'a yakın ailece kapısını kapadı. Yani bizim tabirimizle geride kimseyi bırakmadan, anahtarlarını da mezarlarına bırakmak şartıyla çünkü hepsi dostlarımdı, arkadaşlarımdı. Kendi eşimi de kaybettim, kendim de 7 saate yakın enkazın altında kaldım. Ben çıktıktan sonra bir alt katta benim kendi evlatlarım, torunum vardı onları yaralı çıkardık. Çok şükür şimdi iyiler. Abimi, abimin çocuklarını, torunlarını kaybettik. Buna rağmen biz o felaketi, biz Adıyaman'da ona deprem diyemiyorum, kıyamet diyoruz çünkü o gece kıyamet koptu. İlk haftayı atlattıktan sonra zaten ben kendi eşimi 4. gün enkazdan çıkardım, 9. gün abimi, çocuklarını çıkardık. Ondan sonra enkaz altında kalan arkadaşlarımızı, esnaf için ne yapabiliriz mücadele ettik. İsterse siyasi ortam kızsın, 3 gün Adıyaman sahipsizdi. -9'larda gece sabahlara kadar insanlar dışarıda kaldı. Bir pet şişe suyu dahi bulamadık, sular, elektrik hep kesikti.

ESNAF AİLELERİNİ SANAYİDEKİ DÜKKANLARINA YERLEŞTİRDİ

Hürses: Bu sırada esnafın durumu ne idi? Yardımlar yeterli miydi?

Mahmut Yücel: Biz esnaf arkadaşlarımızla hemen diyaloğa geçtik. Valilikten beni aradılar, Esnaf Odalar Birliği Başkanı Ziya Duranay kardeşimiz sağ olsun ilk günden bugüne kadar sürekli esnaf için ne yapabiliriz, aynı zamanda ben esnaf odalar birliği yönetim kurulu üyesiyim, koşturduk. Bakanlar geldi gitti, bürokratlar, bakan yardımcıları geldi gitti, hepsi ile görüştük. Esnafımıza çağrı yaptık, Adıyaman'ın kalkınması için, esnafın hareketlenmesi için, işlerine dönmesi için, kendi telefonumuzla esnafın hepsine mesaj atıp, sağ olan, sağlığı yerinde olan arkadaşlarımız burayı terk etmeyelim, iş yerlerimizi açalım diye. Zaten Adıyaman'da ilk hareketi, ilk iş yerlerini açan bizim sektör oldu. Otomotiv metal sektörü oldu. Burada evleri yıkılan çok esnaf arkadaşımız iş yerlerini açtı, sağ olan ailelerini getirip burada iş yerlerine yerleştirdi. Günlerce, aylarca burada kaldılar. Bizim burada çalışan lokanta, fırın, restoranlarımızı devreye soktuk. Bu arkadaşlarımız bir an önce gelsinler gerekirse biz de yardımcı olalım diye devreye soktuk. Adıyaman bu sefer sanayiye akın etmeye başladı çünkü burada bir hareketlilik meydana geldi, lokanta açtık, fırınları açtık. Aynı zamanda bizim Adıyaman lokantacılar ve tatlıcılar odası başkanımızla, vali beyle ortaklaşa bir toplantı düzenlendi. Dedi ki, sanayide yaşayan aileler, esnafımız burada çoluk çocuğuyla yaşıyorlar, yemek bulamıyorlar, yaklaşık 1 ay 40 gün Kızılay ve AFAD'ın gönderdiği gıdalarla yemek yapılıp buradaki esnaf ailelerine dağıtıldı, yönetim kurulundaki arkadaşlarımızla beraber buna öncülük yaptık. Sanayi camiasının yani sektörün dışarı gitmemesi için ciddi mücadele verdik ama giden arkadaşlarımız da oldu, çünkü her şeyini kaybetti, evini, çocuklarını, ailesini kaybetti ve ben burada yaşayamam diyen arkadaşlarımız da oldu. Giden bir kısmı geri döndürdük tekrar iş yerlerinde çalışsınlar diye. Ciddi can kaybımız var, ciddi maddi kaybımız var.

KREDİLERİ ERTELEMEYİN, SİLİN DEDİK

Şimdi buradaki madeni sanatkara bağlı olan, diğer kurumlara bağlı olan esnaf ve sanatkarlarımızın adına TESKOM Genel Başkanı Abdulkadir Akgül Adıyaman'a geldi. Organize sanayide, odalar birliği başkanımızla, kooperatif yöneticilerimizle bir toplantı yaptık. Dedik ki başkanım bu esnaf arkadaşlarımızın borçlarını ne yapacağız? Sonuçta her şeyi gitmiş esnafın, erteleyeceğiz dedi. Ertelemeyle olmaz dedik basa basa söyledik. Türkiye'nin hepsi yıkılmamış, her yerde deprem oluşmamış, şurada ağır hasar gören 4 ilimiz var. Diğer illerde çok şükür ciddi bir şey yok yani bugün Diyarbakır'da, Urfa'da, Adana'da oldu ama çok ciddi bir şey yok yani esnafın etkileneceği bir durum meydana gelmedi. Türkiye'de 5 ilimize verdiğiniz kredilere birer puan ekleyin, buradaki esnafın borcunu silin. TESKOM kendi bütçesiyle de bu 5 ilin borçlarını silebilecek güçte aslında. Yapılmadı, ertelemeye gidildi. Esnaf kazanmıyor, sen ne kadar erteleyeceksin? Şimdi benim sektörüm kazanıyor ama çarşı merkezdeki benim diğer sektörüm kazanmıyor çünkü işyeri yok. Adıyaman'ı gezmişsinizdir, hayalet şehir değil mi? binlerce konteyner kentler kurulmuş, bakıyorum eski Afrika'da teneke evler dediğimiz, biz de şimdi teneke evlerin bir üst modelinde yaşıyoruz, sacın içinde yaşıyoruz. Bunun kışı var, bebeği olan var, çocukları olan var yani bu insanlar ne kadar orada yaşayabilir.

BİZ ESNAF OLARAK DEVLETİMİZİN YANINDAYIZ, VERGİMİZİ DÜZENLİ OLARAK VERİYORUZ

Biz esnaf olarak devletimizin yanındayız, devletimize sürekli destek te olduk, bize düşen her şeyi yaptık. Ama geçen esnaf arkadaşlarla bir araya geldik, ben sürekli de gezerim, ziyaret ederim. Diyorlar ki başkanım, devletten ekonomik destekte çok istemiyoruz, arsamız var, evimizi yapalım, bize resmi olarak yardımcı olsun evimize yerinde dönüşüm yapalım. Buna bile daha izin çıkmadı. 6 ay, 7. aya gireceğiz, buna dahi izin çıkmadı. Devlet ne kadar ev yapabilir, yüzbinlerce aile şu an konteynırda, kendi köyüne taşınmış, ilden çıkmış gitmiş. Biz devletimize destek olmak istiyoruz, devletin de evrak üzerinde buradaki vatandaşa yardımcı olması lazım ki biz ayağa kalkalım. Yoksa bu enkaz şehir 15 yılda sürer, 20 yılda sürer kalkamayız. Şu dağ kısmında yapılan 3-5 bin konutla, diğer tarafta yapılan 3- 5 bin konutla sen insanları yerleştiremezsin çünkü yetmez. Binaları çıkıyorsun tamam da bunun alt yapısı, elektriğini, suyunu kayalıktan geçmen yıllarını alacak. Biz esnaf olarak devletimizin yanındayız, vergimizi düzenli olarak veriyoruz, buna rağmen de vergimizi veriyoruz.

ELEKTRİK SAYAÇLARIMI OKUMUYORLAR

Biz şu anda Adıyaman'da elektrik dağıtım şirketinin, bir sıkıntımız var burada 180 tane esnafımızın elektrik fişleri okunmuyor, neden, işyeriniz ağır hasarlı, yok kardeşim ağır hasar yok. Gelmiş bakmışlar buradaki işyerleri kapalı, ağır hasar yazmış gitmişler. Şimdi benim işyerime orta hasar var diyor, sıvalarda patlak var, başka bir şey yok, kolonlarımda bir şey yok. Benim elektrik fişimi okumuyorsunuz, yarın öbür gün bana 50 bin lira elektrik faturası göndereceksiniz. Bunu biz valiliğe de söyledik, Çevre şehirciliği de bildirdik, bir an önce esnafın elektrik sayacını okumasını bekliyoruz, parasını ödemek istiyor yani, sizden af ta istemiyor, sizden bağışta istemiyor elektrik konusunda. Gelsinler sayaçlarımızı okusunlar, elektrik ücretlerimizi ödeyelim.

ARAYANLARA 'ELBİSE VE SU GETİRİN' DEDİM

Depremde bizler ciddi acılar yaşadık, Allah kimseye yaşatmasın, o enkazın altında kalan insanları ben kendi kulaklarımla duydum, ben enkazın altından çıktıktan sonra biliyorsunuz yatan insan ne giyinir, bir tshirt vardı bir eşofman vardı üstümde, çıktım ben 2 gün onunla beraberdim. Bende de hasar vardı ama ayaktaydım, beyaz bir tshirt vardı, çocuklarımı, sevdiklerimi, esnafı işte enkazın altında kalanlara yardım etmek için o kanlı elbiselerimle 2 gün kaldım. Giyinebileceğimiz hiçbir şey yoktu, ayağımızda ayakkabı yoktu, kimsede yoktu, -9 derecede ayağında ayakkabı yok, üzerinde elbise yok. Dışarıdan arkadaşlarımız, dostlarımız, Allah razı olsun 3. gün yetiştiler bize. Arıyorlardı, başkanım ne lazım, kardeşim bize su bir de üst baş, birer elbise getirin çünkü burada dayanacak gücümüz de kalmadı. Onu yaşadık ve ben kendi ailemi çıkarttıktan sonra eşimi çıkaramadık, koşuyorum, abimgil 4 km. benden öte bir sitede oturuyorlar. Koşuyorum ve yol boyunca enkazın altındaki insanların seslerini duyuyorum. Çocuk sesleri, kadın sesleri, erkek sesi yani o acıyı rabbim kimseye yaşatmasın bir daha. Biz bir an önce önlem almalıyız, ev yaparken konut yaparken en iyisini yapmalıyız, devlette bunu kontrol etmeli. Bizlerin sizler gibi yani gelen arkadaşlardan tek isteğim, memlekete sahip çıkalım, burayı yok saymayalım. Adıyaman belki dışarıda ilk anlarda Adıyaman'da bir şey yok denildi ama en büyük can kaybını Adıyaman verdi. Çünkü Hatay'da, Malatya'da 2. depremde yıkıldı, insanlar dışarıdaydı. En büyük yıkım bizde 1. depremde yani 4:17'de olan depremde biz onu yaşadık.

AHİLİK KÜLTÜRÜNÜ YOK EDİYORUZ. MESLEKİ EĞİTİME ÇEKİ DÜZEN VERMEMİZ LAZIM

Biz bu Ahilik kültürümüzü de yavaş yavaş yok ediyoruz. Eğitimimizden kaynaklı, siz şimdi basın mensubu olarak eğitim camiasını da geziyorsunuz, görüyorsunuz, güzel bir eğitim almayan çırak buraya geldiği zaman da onu devam ettirmek istiyor, bizim eğitim sistemimizin geriye dönmesi gerekiyor. Eskiden eğitimde bir disiplin vardı yani bir öğretmene saygı vardı. Ben 58 yaşındayım, öğretmenimi gördüğüm an, yaşayan bir öğretmenim var benim ortaokul 1'den bir hocam var, gördüğüm zaman esas duruşta dururum. Bu meslekte beni yetiştiren ustamın yanında asla böyle oturmam, ayakta dururum, bana çay ikram eder, çay söyler, çay içerken bizim buranın tabiriyle, eskiden yeni gelinler çay içerken kayınpederinin yanında döner içerdi, annem dahi öyleydi. Bizlerin ya da babamın yanında dahi öyleydi, su içerken yüzünü döndürerek içerdi yani utanırdı. Biz de o kültürü aldık, şu anda benim ustam, beni yetiştirip bu meslek sahibi eden ustamın yanında ben çayı rahat içmiyorum. Yani o edebi koruyorum, o da Ahilikten gelen, şu andaki gençlikte öyle bir şey kalmadı. Bizim tek amacımız burada ki yoksa bende çeker giderdim, burada bir nesle sahip çıkmamız, yani o çocuklarımız, okumayan çocuklarımız, okusa dahi o çocuklarımızı alıp bir meslek sahibi edelim. İleride devletine, milletine, topluma faydalı insan olmasını istiyoruz. Biz burada bu çocukları başıboş bıraktığımız zaman yarın öbür gün madde bağımlısı olur. Ben bundan 10-15 yıl önce oda başkanlığı yaparken emniyet müdürü çağırdı, ya madde bağımlısı çoğalıyor ne yapalım başkanım dedi. Dedim sayın müdürüm kaç tane varsa bana ver. 10 tane var dedi. Şu anda o madde bağımlısı, hani diyorlar ya zincirle bağlasan tutamayacağın insanlar şu anda meslek sahibi, evlenmiş çoluk çocuğuna ekmek götürüyor. Beni her gördükleri yerde de başkanım elini öpelim, bizi kurtardın diyorlar. Bizim amacımız, bizim ülkemiz için iyi bir gençlik yetiştirmemiz lazım. Okumayabilir çocuk, herkes okuyacak diye bir şey yok, meslek sahibi olsun. Ben çocuklarımın hepsini okuttum, mesleği de öğrettim, şu anda farklı yerlerdeler. Ben kendi çocuklarımı da başka çocukları da yetiştirdim. Abimin çocukları üniversite tatilinde gelir yanımda çalışırlardı. Bugün deseler biz mesleğimiz yerine bunu yapacağız, bu işi yaparlar. Ailesine faydalı, devletine faydalı yani bizim acil ihtiyacımız var, biz gençliğimize faydalı olalım. Bu çocuk beni ilgilendirmez demeyeceğiz yani bu gençlerimizi alıp yetiştireceğiz. Şimdi saniyeye bakıyorum, biz eleman alırken sorardık, önce 1 hafta 10 gün bakardık, olur mu olmaz mı, olmazsa hangi mesleği istiyor. Şimdi anne baba korkutuyor diyor ki bak okumazsan seni sanayiye göndereceğim, böyle bir mantık olmaz, sanayiyi o çocuğa öcü gibi gösterirsen biz burada Ahiliği de yürütemeyiz, sanatkar da yetiştiremeyiz. Hatırlar mısınız bilmiyorum, Avrupa'da kalifiye eleman kalmadı, biliyorsunuz Afrika'dan, Türkiye'den her yerden kalifiye eleman gitmeye başladı. Ama Avrupa şimdi bizden daha iyi oldu niye biliyor musun, devasa eğitim kompleksleri kuruldu, atölyeler kuruldu her meslek grubunda. O çocuğa maaş verdi hem o çocuğa meslek öğretti, 3 yıl sonra o çocuğa iş verdi. Bunu yapan da belediyeler, biliyorsunuz orada belediyeler eğitim konusunda daha etkin. Benim gittiğim çok ilke var, gittiğim her ülkede bu sistemi kurmuşlar. Biz burada meslek öğrenmeye yollarken çocuğumuzu korkutuyoruz. Ya oku ya oraya, aslında burası bir sanattır. Burası bir eğitim merkezidir aslında, burada biz ahlakı veriyoruz, edebi veriyoruz, saygıyı kazandırıyoruz. Buraya gelen bir çocuk yani bizim elemanlarımızdan mesela babası benim gücüm yetmiyor diyor, feryat ediyor, bir ay sonra geliyor çocuğunu tanıyamıyor, siz ne yaptınız buna diyor. O çocuğa bağırmakla çağırmakla değil konuşarak, eğitim vererek, buraya gelen insanları görüyor zaten çocuk. Benim ona gösterdiğim saygıyı görerek, benden yaşça küçük bir müşteri gelmiş, olsun kalkarım ona saygı gösteririm. Onu gördüğü için, babamın yaşındaki insan ona saygı gösteriyorsa benim de ona göstermem lazım diyor. Biz burada aynı zamanda ahlakı eğitim de veriyoruz, sadece meslek eğitimi vermiyoruz çocuklarımıza.

KIZILAY, AFAD HA BİRE YARDIM DAĞITIYOR, DAĞITMAYIN KARDEŞİM, İNSANLARI ÇALIŞTIRIN, İNSANLARA İŞ VERİN, YÖNLENDİRİN

İleride çocuklarınız olursa demeyin yani, okumayabilir çocuk, iyi bir meslek eğitimi alsın, güzel bir sanat kazansın. Benim iki kızım bir oğlum var, çocuklarımı ben buranın parasıyla okuttum, evlendirdim, ev aldım, buradaki mesleğimle yaptım hepsini, ben başka bir iş yapmadım, fabrika kurmadım yani. Onun için biz çocuklarımıza sahip çıkacağız, Ahilik kültürümüzü devam ettireceğiz, devam ettirmemiz de lazım, devam ettirmediğimiz zaman da kaybederiz. Ülke olarak kaybederiz. Size teşekkür ediyorum, buraya kadar geldiniz, zahmet ettiniz. Gerçekten sağ olun, dertlerimizi dinlediniz. Bunları farklı yerlere ulaştırın, Adıyaman'a sahip çıksınlar, Adıyaman'ın ciddi ihtiyacı var her yönden yani biz kimseden gıda, yemek istemiyoruz, kimseden battaniye istemiyoruz. Bize iş versinler, ticaretimizi geliştirelim, esnafa destek olsunlar. Bir de yanlış bir şey var, Kızılay, AFAD ha bire yardım dağıtıyor, dağıtmayın kardeşim, insanları çalıştırın, insanlara iş verin, yönlendirin. Hazır vermeyin yani, balığı tut getir, yedir, adam bekleyecek ki balık gelsin ama biz öyle yapmayacağız. Biz çalışacağız, devletimize biz destek olacağız bundan sonra, devletin yükü de ağır. Teşekkür ederim.

MUSTAFA UYAN: 'BİZ AHİLİĞİN TERBİYESİNİ KURALINI BİLİRİZ'

Sıcak Demirci ustası Mustafa Uyan da deprem sonrası yaşadıklarını Hürses'a anlattı.

Hürses: Sizi tanıyabilir miyiz?

Mustafa Uyan: Adım Mustafa Uyan, yaptığım meslek ocaklık, sıcak demircilik. Mesleklerin içinde en zor olanı, bunu her adam yapamaz. Onun için burada yaptığımız malzemeler, köylüye hizmet için yapılır. Mesela demirleri şekillendirme çok zor bir şey. 1970 senesinden bu yana amcamın yanına geldim çalıştım. Demircilikte, çıraklık dönemi, kalfalık dönemi, ustalık dönemi o günden bugüne kadar getirdik. Tabi bunun içerisinde zorlu günlerimiz de oldu, iyi günlerimiz de oldu.

Hürses: Kaç kuşaktır bu işi yapıyorsunuz?

Mustafa Uyan: 1970'den bu yana 3-4 kuşak eder. Çünkü ustalarımız vardı. Bizim ustalarımız Hıristiyanlardı burada. Benim amcam onlarla beraber çalışıyordu bende geldim, burada ben 15 sene onlarla beraber çalıştım. Tabi bu adamlar zaman içerisinde İstanbul'a gittiler, Almanya'ya gittiler, kimisi burada kaldı. Yaşlandık, bugün ben bu mesleği daha ne kadar yapabilirim ki, ben de yaşlandım. 3-4 kuşaktan bugüne kadar getirdik, birçok eleman yetiştirdik.

Hürses: Eleman bulmakta zorluk çekiyor musunuz?

Mustafa Uyan: Çok zor, mesleğe rağbet yok. Bu meslek zorluğundan dolayı can çekişmekte, son kuşak biziz, ben bunu size ifade edeyim. Benden sonra yok ki. Türkiye'nin her tarafında bütün demircilere sorun, hepsi aynı şeyi söyler. Çırak yok, bu yaştan sonra 65-66 yaşlarındayım, bilemedin 70 yaşına kadar yap, ondan sonra gücümüzün çok dışına çıkar. Kolay bir meslek değil, bir çeliği şekillendirmek için milyonlarca çekiç vuruyorsun, yapmak çok zor.

Hürses: Bu depremden sonra siz ve esnaflar olarak neler yaptınız, zorlandınız mı?

Mustafa Uyan: Depremde yaşadıklarımızı anlatmak bile zor. O kadar çok şey gördük ki. Çok içler acısı durumlar yaşadık, hala o depremin stresini hepimiz yaşıyoruz. Deprem olduğu zaman çıktık, binaların altında kurtarın diyenler, eli dışarıda adamın çırpınıyor, çıkarmak zorundasın, çırpınıyorsun onu çıkaramıyorsun. Sen ona mı ağlayasın, kendi haline mi ağlayasın, kendi çocuklarına mı bakasın. Ha elinde hiçbir şey yok, geldik buraya, benim gücüm yetmedi, ben bir betonu kaldıramam ki, adamlar var, bağırıyor, sesleniyor ama yardım yok, gelen yok erken daha. Yani devlet elinden geleni yaptı, yapmadı desek yalan, yaptı ama tam zamanında kavuşmadı. Çevre illerden geldiler, çok adam kurtardılar. E biz ne yapalım, mesela ben burada şu gördüğünüz, bakın bu depremden gelme buraya, verdik, arabanın içinde kalmış bu. Bunlarla demirleri kırıyorlardı, betonları kaldırıyorlardı. Mesela balyoz, balyoz verdik, yardım ettik esnaf olarak, hep birbirimize yardımcı olduk. Yani diyelim ki biz bunları yapmasak belki de daha çok can kaybımız olacaktı. Ama Allah razı olsun, bütün çevre illerden hala daha yardım geliyor, hala yapanlar var. Mağduriyet var mı, var, herkes mağdur. Mesela akşam yardım eden kişiydin, sabahleyin yardım edilen kişi oldun.

Hürses: Peki, bu deprem üretimde sizin için sıkıntı yaşattı mı?

Mustafa Uyan: Tabii ki, şimdi biz bir kere 4 ay burada herkes kendi canının derdine düşmüş. Buraya gelip de bir şey alayım ya da yapayım, ya da satayım öyle bir şey yok. Zaten yapamazsın, adamın elinde bir kazması var, getiriyor, nasıl para alasın zaten mağdur olmuş, ekmek parası bulamaz, ben de onun gibiyim. 4 ay burada hangi esnaf deseki para kazandım, yalan söyler. Ben para kazandım mı, yok. Zaten memlekette adam kalmadı, hepsi kaçtı gitti. Enkazdan cenazelerini çıkaranlar, kurtarılanlar, adam evinin eşyasını alıyor ya da giyeceklerini alıyor, adam çekip gidiyor. Öyle yapan da çok oldu ama burada gitmeyip de kalanlar da oldu. Fedakar kişiler burada kaldılar, öyle insanlar var yani. Ha arabası olmuş, imkanı olmuş, parası olmuş ona bir şey diyemem. Ama burada birçok insan fedakarlık etti.

Hürses: Bu depremde Ahilik geleneğinin etkilerini gördünüz mü, dayanışmanın, Ahiliğin, törenin?

Mustafa Uyan: Tabii ki, Ahilik demek zaten esnafların birleşerek, bir Ahi olarak yetişen, bir terbiye içerisinde yetişen Ahi, biz onun terbiyesini de biliriz, kuralını da biliriz. Onun için esnaflarınızın içerisinde Ahilik gereği demin dedim, kazma, balta yardımları verildi. Öyle değil mi, bunu gerektirmiyor mu? Mesela adam Ahiliğe uymamış olsa, bu malzemeyi satar, parasını alır. Ama Ahilik gereği almaz çünkü o terbiyenin içinde yetişmiş bir insan.

Hürses: Siz burada neler yapıyorsunuz, neler üretiyorsunuz?

Mustafa Uyan: Biz burada bir zamanlar 5 kişi çalışırdık. İnsan gücüyle şu balyozlarla, 3 kişi, 4 kişi çalışırdık, kazma yapardık, balta yapardık, nacak, satır yapardık. Hepsi el emeği, makine ile işi yok, fabrikadan çıkma falan değil, bunlar hep dövme. Bahçede çalışırlar, deminde söyledim, köylüye bir hizmet. Diyeceksiniz ki eskisi gibi para kazanıyor musun, hayır, o geçti ama işte yapacak bir şey yok. Buraya gelip iyi kötü yapıyorum, köylü de faydalanıyor, sende iyi kötü geçimini sağlıyorsun.

Hürses: Buradan gençlere söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Mustafa Uyan: Ben birçok kanalda konuştum, bunları defalarca gündeme getirdim gençlere. Gençler, ne kadar okul okursan oku, ne kadar bilgili olursan ol, Ahiliğin verdiği terbiyeyi sen oralarda alamazsın. Bunu yaşaman için, çocuk yaştasın yine oku, gel bir ustanın yanında çalış, 5 yaş, 10-15-20 yaş, elinde bir altın bileziğin olsun. Mesleği öğren yine yapma, git öğretmen ol, git doktor ol ama ne olursan ol bu hayatın zorluklarını burada yaşayacaksın. Bir ustanın elinin altında çalışmanın ne olduğunu bileceksin ki ileride herhangi bir makamda, bir yöneticinin mutlaka elinin altında kalacaksın, bir büyük her zaman vardır. Ha sen burada bugün bir ustanın yanında çalışırsan, buranın terbiyesini alırsan, o gün için sana hiç zor gelmez çünkü sen bunları yaşamışsın. Mesela doktor olmuşsun ama başında başhekim var. Burada diyelim ki çocuksun, kalfan var, ustan var, onun üstü var. Burada tek kişi değil ki, burada mesela en ufak bir şey de 'oğlum gel, bak bunu yaptın, bunu yapma' der. O çocuk, o eğitimi çocuk yaştan alır. Yine oku, okumayın demiyoruz ki ama bu mesleği de yaşatmak için bir çaba gösterin ya, ne var ki. Yani bu meslek niye ölsün, bu meslek gibi burada semercilik var, tek kaldı. Nalbantlık tek kaldı. Hangi birini söyleyeyim, eskiden boyacılık vardı, elbiselere böyle bez vardı, kalıp basarlardı. O bezler, o çarşaflar çok mükemmeldi, şimdiki gibi o fabrikadan çıkanlar gibi değil yani. E niye onlar öldü, yazık, niye yaşatmadılar, hani zamanında olmuş olsaydı, yaşatsalardı daha iyi olmayacak mıydı? Mesela ….. vardı, bu memlekette çoktu, benim babam bana derdi ki, seni okutacağım subay olacaksın. Ya evet baba ama benim kafam ona çalışmıyor, okula, ama bak geldim hemen öğrendim. Bazı insanların kafası çalışır okumayı sever, bazı insan da sanatı sever, kafası sanata yatar. Sen kitabı ne kadar okursan oku kafana bir şey girmez. Ama sanata baktın mı, gördün mü hemen yaparsın çünkü senin kapasiten ona uyuyor yani. Yani olay bu, gençler bu mesleklerin hiçbirini boş bırakmasınlar. Az da olsa yapsınlar. Hiçbir şey yoksa ustadan bir şeyler öğrensinler. Bu gençler bunları yaşatsınlar, yazık bu meslekler ölmesin. Şimdi bazı pırıl pırıl gençler var, bir de bazı gençler var terbiyeden eser almamış, kalmamış da. Ya bu okul okumamış, okul okumuş hocayı hesaba almamış, zanaata gelmiş ustayı hesaba almamış, olur mu böyle bir şey? Bir insan bir ustanın yanına gittiği zaman onun terbiyesine uymak zorunda, bir insan okuduğu zaman okulun terbiyesine uymak orunda. Gençler kendi kendinizi bilin, nasıl bir konumda olduğunuzu öğrenin, kendinize çekidüzen verin. Bir insan büyüğüne, küçüğüne saygılı olsun, küçükleri sevsin. Biz zamanında öyleydik. Biz okula gittiğimizde öğretmen gittiğinde vallahi ben onun önünden geçmezdim. Öğretmenimdi, utanıyordum yani. Şimdi öyle değil.

Hürses: Peki bu mesleğinizin sırları nedir, bizimle paylaşabilir misiniz?

Mustafa Uyan: Mesleğin sırrı çok zor olması, sırları ne olabilir ki, gelmişte geçmişte hep zorlukları yaşadık, iyisiyle kötüsüyle bugüne kadar geldik.

Hürses: Deprem anında ya da sonrasında yaşadığınız bir olay, sizi etkileyen bir olay var mı?

Mustafa Uyan: Şimdi depremden çıktığımız zaman, zaten sabah 4:16-17 sularındaydı, yağmur kar karışık, öyle bir hava soğuk, binalar yıkılmış, insanlar alttan bağıranlar, bizi kurtarın diyenler. Mesela ailesi kalmış dövünüp, ağlayanlar, çırpınanlar. Bunun karşısında bir insan olarak dayanamazsın ki, adamın gözleri doluyor ağlıyor ya, onların feryadını görüyorsun. Allaha çok şükür benim yakınlarımda değil ama amcamın çocukları, halamın, dayımın çocukları, hepsi genç, 4 tane 5 tane çocuklarıyla beraber, pırlanta gibi çocuklar, hep gittiler. Hadi git de üzülme. Demin de ifade ettim, bugün hala ben kendimde değilim, adamın kendine gelmesi çok zor inanın. Akşam konteyner de oturuyorduk, etrafımızda komşularımız var, laf lafa gel konuştuk, ben hala kendimde değilim dedim. Bazen bazı şeyleri unutuyorum, en basiti burada anlatmam olur mu olmaz mı bilmiyorum da, geçenlerde benim bacanağın babası rahmetlik oldu. Ben, çocuklar kalktık, cenazeye, taziyeye gittik, hanımı unuttuk götürmedik, o da onun eniştesi ama unuttuk. Eve geldim, hanım dedi 'siz 2 gündür cenazeye gidiyorsunuz ben aklınıza gelmiyor muyum, beni götürmüyorsunuz?' 'Vallahi çok özür dilerim, ben bu depremin etkisinden ne yaptığımı bilmiyorum' dedim. O kadar ki bak geçen gün oturuyoruz yine bir salladı, iyi de salladı zaten ta Pötürge'den başlamış buraya kadar, orada da yine bir stres yaşadık. İstesen de istemesen de yaşıyorsun, artık korkutmuş seni. Allah yardım etsin, çok insanlarımız öldü, Çok malını mülkünü bırakıp gidenler oldu. Hırsızlar doldu buralara, gündüz gözüyle evlerin içine giriyor. Arkadaşın evini gündüz gelip arabaya yükleyip gitmişler. Bunlar senin memleketinden mi diyeceksin, hayır dışarıdan gelenler, gelmişler almış gitmişler. Oğlanı yeni evlendirmiştim, kapısı kitli ama ev harap, gelmiş kapıyı zorlamışlar, kıramamışlar yani, kırsalar alıp götürecekler...