Dünyanın en seçkin mesleğidir yazarlık.
Her zaman gıpta ile bakılmıştır.
Sanatın, sanatçının tam tanımına uyar.
Çoğu zaman yanlışlıkla ve bilinmeden şarkıcılara, sadece şarkı söyleyenlere sanatçı dendiği olur.
Sanatçı üretebilen, ürettiğini servis yapabilendir.
Oysa şarkı söylemek ise sadece icra etmektir.
Eğitimini aldıktan sonra genelde herkes şarkı, türkü okuyabilir.
Oysa yazarlık böyle değildir.
En çok ölümsüzleşen, en çok saygı gören işidir yazabilmek…
Yazar, ölümünden sonra yaşayabilendir.
Bir nevi ölümsüzdür, öldükten sonra da yol göstermeye devam eder.
Ve insanlık tarihi yazı ile yazarlarıyla gelişmiştir.
Yazı eskimez, zamanı geçmez, herhangi bir eşya gibi atılıp çöp olmaz.
Bütün kutsal kitaplarda yazı kutsaldır.
Yazıya, yazarına, okumaya, eğitimine önem vermeyen birey ya da devlet gelişemez…
Yazı, gelişmenin, değişmenin ilk adımıdır…
İnsanlar yazı yazmanın kolay olduğunu düşünürler. Hatta ilk gençlik dönemlerinde şiir yazdıklarını ve isteselerdi bu işi daha da ileriye götürebileceklerini söyledikleri çok olur. Bir yerlerden akıllarında kalan dizeleri yazıp kendi şiirleri olduğunu söylerler ve buna kendileri bile inanırlar. Daha da ileri gidip, yazabilmek için bir manzaranın karşısında olmayı, doğanın içinde bulunmayı, yazlıkta yalnız kalmayı, hafta sonu tatillerinde farklı yerlerde bulunabilmeyi yazı yazmaya vesile olduğunu söylerler. Yazmak için gerekli malzemelerin buralardan toplandığını, yazarların bunlara zaman buldukları için ilham aldıklarını söyleyip eğer kendisinin de bu imkanı olmuş olsa bir sürü kitaplar yazabileceğini söylerler.
Oysa yanlıştır.
Böyle bir şey asla olmamıştır.
Hiçbir doğa, hiçbir manzara, hiçbir yazlık ev ya da hafta sonu insanı yazı yazdıramaz.
Aşkta yazı yazdıramaz!
Mutlulukta yazdıramaz, mutsuzlukta, hüzünlerde, acılar da, ayrılıklar da...
Hatta dünya güzeli bir kadın da olsa, şair olmayan birisine şiir yazdıramaz…
Yazmak, bir doğum sürecine benzer…
Acı çekmek, bir yükü taşımak gibidir.
İçinde sürekli bir doluluk halinin var olmasıdır.
Var olandan daha farklı bir şeyi söyleyebilmektir.
Ve en çokta mutsuz olmakla ilgilidir, denirse abartı sayılmaz.
Ve bilinmelidir ki mutluluğun anlatacak bir şeyi çoğu zaman olmaz.
Yazarın iç dünyası acıyla, gözyaşıyla, hasretle doludur.
Bir şeyleri daha iyi yapmak gayretiyle gelişir ve olgunlaşır.
Mutlu, mutsuz olmak ve üretebilmek ayrı bir şeydir.
Kendi düşüncenden, kendi duygularından oluşan düşünce eylemini boş bir kağıda dökmek her baba yiğidin harcı değildir.
Mutlulukta böyledir.
Ne az parası olanlar mutludur, ne de çok çok parası olanlar gibi…
Duran bir tekerleğin parmaklarının arasında düzenli bir aralık varken, hızla dönen tekerleğin parmakları görünmez olur ya, yazabilmek, hızlı dönen tekerleği algılayabilmekle aynı anlama gelir.
Son söz olarak;
Yazar için yazmak, hayatin kendisi gibidir. Aşka benzer, tesadüf misalidir. Karşılaşırsınız yakalarsınız, yaşarsınız ve zamanı geldiğinde biter… Ne zaman ne ile mücadele vermek gerektiğini bilmektir bazen hayatin güzelliği.
Sanat ruhu taşıyanlar; duygusal, alıngan, kırılgan insanlardır diye söylenir.
Doğrudur.
En çok kırılgan, en çok alıngan ve yalnız insanlar olmuş olsalar da, en güçlü insanlardır aynı zamanda...
İnsanlar sadece yaşadıklarını anlatabilir ya da yazabilirler…
Yazarlar ise yaşamadıklarını da…
Yazarlar, diğerlerinin bilmediklerini, bildikleri için yazabilirler.
Bilmek ise, bilmeyenlerden bir adım önde olmak anlamına gelir…
Ve bir adımlık fark ise yazarı yalnızlığa sürükleyebilir…