Ülkemizin içinde bulunduğu iktisadi durumu yorumlamak için; ekonomimizi etkileyen dış siyasi gelişmeleri ve küresel ekonomik konjonktürü elbette dikkate almak zorundayız. Ancak, bu unsurun dışa açık ekonomisi olan her ülkenin karşılaşabileceği olağan bir tablo olduğu bilinmekte ve ülkeler diğer ülkelerle kuracakları siyasi ve ekonomik ilişkileri bu gerçeği ve ülkelerinin menfaatini gözeterek sağlıklı götürmeye gayret etmekte, öngörü yeteneklerini devreye sokarak dış faktörleri olumlu kılmaya çalışmakta ve içerdeki ekonomik çabaların olumlu etkilenmesini sağlayacak dış misyona ve vizyona önem vermektedirler.
Kronik ekonomik sorunlarımız olarak; dış borç, cari açık, bütçe açığı, işsizlik, istikrarsız büyüme, enflasyon, yüksek faiz ve döviz kurlarındaki oynaklık gibi belli başlı göstergeler devamlı olarak gündeme gelmekte ve bu sayılan göstergelerin ekonominin sonuçları olduğu bilinmektedir. Asıl olan, bu sonuçları; günü birlik politikalarla, alışılagelmiş paket ve tedbir açılımları ve palyatif tedbirlerle çözme gibi temeli olmayan çabalara girmek yerine, sorunların kaynağına odaklanmak, rasyonel tedbirler ile çözümleri her türlü siyasi endişeden arınarak bir süreç dahilinde uygulamak ve Ülkenin ve toplumun geniş kesimlerinin ihtiyaçlarını dikkate almaktır.
Özellikle dış konjonktürün de zemin yaratmasının ardından yakın geçmişte borçlanmaya ağırlık verilmesi, tüketimin teşvik edilmesi ve her alanda üretimden uzaklaşılması sonucunda oluşan üretim açığı ile bazı ürünlerdeki fiyat artışı sorunlarını sadece ithalata dayalı bir modelle çözme çabaları; ekonomimizi mevcut konumuna getirmiştir.
Ülkemizin ekonomik sorunlarının temelinde birbiriyle ilişkili üç faktör vardır. Bunlar; üretimden kaçınma, girdi maliyetlerinin yüksekliği ve yüksek teknolojili üretim yapamayışımızdır. Özellikle tarım ve hayvancılık başta olmak üzere her alanda üretimden kopuşumuzun çeşitli nedenleri vardır. Küresel öneriler ve psikolojik algı yönlendirmeleri ile tarımın küçümsetilmesi ve bu alanı olumsuz etkileyen çeşitli düzenlemeler ile uygulanan yanlış teşvik politikaları üretimi artırmak yerine bilakis tarım ve hayvancılığımızı bugünkü konumuna getirmiştir. Özellikle tarımda girdi maliyetlerindeki yüksek artışlar, çeşitli nedenlerle ekili tarım alanlarının azalması, bazı yasal düzenlemelerin çiftçiler ve üreticiler üzerinde yarattığı bürokratik sorunlar ve engeller, tarım ve hayvancılıktaki üretimin koordineli bir şekilde götürülememesi, tarım ve hayvancılık ürünleri ithalatının yaratacağı tahribatın öngörülememesi gibi bazı önemli nedenler bugünkü olumsuz tablonun doğmasına yol açmıştır. Dolayısıyla, çiftçiden bir sihirbazlık beklemek mümkün değildir. Ayrıca, bazı tarım ürünlerindeki fiyat artışlarını tek başına aracılara bağlama kolaycılığına girişmenin sorunun çözümüne katkı sağlamak yerine sorunu ötelemekten başka bir sonucu yoktur. Elbette gıdadaki bu üretim-tüketim sürecinde başta aracılar olmak üzere depolama ve lojistik gibi diğer faktörlerin de iyileştirilmesi önemlidir.
Öte yandan, ithalat tüm ülkelerin çeşitli nedenlerle ve ihtiyaçlarla yöneldiği bir seçenektir. Ancak, bu seçeneğin çok dikkatli kullanılması ve milli ekonominin, üreticinin ve tüketicinin korunması hususunda duyarlı olunmalıdır. Ülkede üretilemeyen ürünleri ithal etmenin bir eleştirisi olamaz, ancak yurt içinde üretilen her ürünün ithal edilebilme kolaylığı sağlanması düşüncesinin sorgulanması ve ülke ekonomisine vereceği çeşitli olumsuzlukların öngörülmesi gerekmektedir (Son zamanlarda bu konuda kamusal duyarlılığın ve tedbirlerin arttığı gözlenmektedir). İthalatın; yurt içindeki spekülatif fiyat artışlarını önleme düşüncesi doğru olmakla birlikte; yurt içi fiyatları artırma olasılığı da dikkate alınmalıdır.
Girdi maliyetlerinin artmasındaki en önemli nedenleri ise şöyle sıralamak mümkündür: Döviz kurlarındaki artışlar, yüksek faizler, enerji maliyetleri, vergi ve prim gibi kamusal yükümlülükler, kamu zamları, özelleştirmeler sonucunda bazı alanlardaki üretim azalmaları ve fiyat artışları vb.
İhracatımız içindeki ithal girdilerin payının yüksekliği, montaj sanayiye dayalı üretim modelimiz ve yüksek teknolojili ürünlerin imalat sanayi ürünleri ihracatımızın içindeki payının yüzde 3,4 civarında olması ve bu bağlamda; yüksek teknoloji üretmedeki performansımızın düşüklüğü, üniversitelerimizin sanayi üretimine ilişkin teknoloji üretme refleksinin ve işbirliğinin öngörülen seviyelerde olmaması, bireysel üstün yeteneklerin teknoloji üretme alanında değerlendirilmesine yönelik kurumsal organizasyonlarda gereken hız ile koordinenin gösterilememesi ve beyin göçünün önlenememesi gibi bazı gerçekler; üretim alanındaki diğer önemli zafiyet noktalarımızı oluşturmaktadır.
Sonuç itibariyle; ekonominin entegre bir sistem olduğu ve her adımın diğer alanları olumlu veya olumsuz etkileme gücü bulunduğu, ekonomi bürokrasisinde liyakatın, deneyimin ve kolektif karar almanın önemli olduğu, ekonomi için gerekli yapısal değişikliklerin siyasi kaygılarla ertelenemeyeceği ve tek başına para politikası tedbirleriyle ekonominin sorunlarının çözülemeyeceği gerçekleri dikkate alınarak; her alanda girdi maliyetlerinin azaltılmasına, üretimin önündeki tüm sorunların çözümlenmesine, yüksek teknolojinin yaratılmasına ve bu kapsamda üretilen ürünlerle dış piyasalarda rekabete girebilen bir teknoloji seviyesine ulaşılmasına ivedilikle odaklanılması gerekmektedir.
Ülkemizin bu sorunların hepsini çözebilecek her türlü potansiyele sahip olduğuna hiç şüphe yoktur.