Köklerim olmalı en derinini bilen öyle büyük sofralarımız olmalı ki; gelmen lazım denip sorgusuzca gelinen, hayali olan buydu. Olmadı! Ne kökler kaldı, ne büyük sofraları kuracak hayaller. Ne yapacağını nerden tekrar başlayacağını bilmeden öylece kaldı. Sonra avazı çıktığı kadar bağırdı, ben alacaklıyım bu dünyadan, bu yaşıma geldim yaşayamadım ki, Benim de azıcık mutlu olmaya hakkım var dedi. Çok beklentim yok. Ne kadar zamanım varsa, olan kadar mutlu olayım ne olur diye yalvarırcasına gökyüzüne baktı. Beynine ne olur biraz sus, kalbine de biraz doğruya gitsen mi diye sitem etti, biter mi acaba diyerek... Sonra bilinçaltını sende bi dur ne olur alttan alttan gelme diye azarladıktan sonra, kendini masanın öbür ucuna oturtup bi dur ne olur konuşalım dedi.
 

Kolay mı insanın kendini karşısına alıp öyle konuşması. Kolay olmadı. Anlaşamadılar, önce kavga ettiler, hakaret ettiler ellerinden gelse saç saça gireceklerdi ama ortak yönleri vardı, ikisi de hayattan alacaklıydı. Bi ara eeee ne yapacağız o zaman dediler. Biri karşısındakine ah ben senin yaşında olacaktım da derken diğeri bu kadar olmuş işte zamanı değerlendirseydin dedi ve herkes kendi kabuğuna büzüştü uzun bir sessizlik, yine aynı soru eee ne yapacağız o zaman dediler. Başka çözülecek bir sürü konu vardı ama ikisinin de dermanı yoktu. Ortak soruda buluşuyorlardı. Herkes kendine göre haklı, herkes kendine göre doğruydu. Biri masaya üstünlük taslarcasına masaya yumruğunu vurdu, bu hayattan intikamını al, herkesi boşver, kendin ol, kimseye aldırmadan bencil ol dedi. Diğeri olur mu öyle şey, karma denen şey var, döner durur seni bulur dedi. Masada bizim bu hayattan alacağımız var dışında ortak ne bir cümle, ne bir bakış vardı. Uzlaşma için araya sokulacak bir efsunlu bir arkadaş da yoktu. Hatırı sayılır biri olsa da, insanın kendiyle verdiği savaşta kim araya girerdi ki. Bu inatçı iki keçi birbiriyle anlaşmaya, birbirini anlamaya, bir birine yaren olmaya mecburdu. Hayat devam ediyor hiç bir şey durmuyor, su misali akıp gidiyordu.