Ona göre yaşı yirmi idi, ruhu altmışı devirmiş, biyolojik ise kırklarda, hiç aldırmadan çiseleyen yağmurda kimseye aldırmadan ağır ağır yürüdü. Kafasında o kadar düşünecek şey vardı ki; etrafı görecek durumda değildi. Soğuktan kafasına sardığı atkı düştükçe onu toparlıyor, ara ara dökülen gözyaşlarını onunla siliyordu. Adımlarını o kadar fütursuzca atıyordu ki, bir an evvel ait olduğu yalnızlığa ulaşmak istiyordu. Her şey o kadar araftaydı ki, nereye dönse elinde kalıyordu. Geçmiş hatalarla, gelecek belirsiz, şimdi ise yoktu.
En kötüsü de bu ya … şimdi ben ne yapacağım diye, ellerini kafasının arasına alıp cevap bulamamaktı. Cevap bulmaya çalıştıkça çevresine şaşkın şaşkın bakıp, ben bu dünyaya ait değilim deyip, daha da bir girdaba düşüyordu. Ait olmadığı yerde, ait olmadığı insanlarla yaşamaya çalışıyordu. Bazen gökyüzüne bakıp lütfen ben buraya ait değilim; ait olduğum yere alın beni diye dua ediyordu. Ya ait olmadığı yerde ait olmadığı insanlarla yaşamayı öğrenecek, ya da ait olduğu yeri düşünerek çok zor olsa da yeni bir başlangıç yapacaktı. Gözünün feri gitmiş nereden başlayacağını bilemeden boş gözlerle etrafa bakınırken, hep dik durmaya çalışıyordu.
Çevresindekiler iyi misin dediğinde? İyiyim bu ara çok yoğunum diye geçiştirdiğini sanıyordu. İyiyim demek adetten olmuş misali. Herkesten gözünü kaçırıyor, gözünün içine baksalar, gerçekten iyi misin? dense salya sümük ağlayacağını bildiğinden, iyiyim yorgunum biraz deyip konuyu değiştiriyordu.
Eee ne yapacaktı; yeni yol çizmeye gücü yok, eskide kalmaya dermanı yok, arafta kalmıştı işte. Düşününce daha zor günlerim oldu diyordu ama bardak o kadar zor günlerle dolmuştu ki bir damlaya yer yoktu. O damla bardağa düşmesin diye çabalıyordu. Ümidi vardı ama yeniye tahammülü yoktu. Yine mi, yine bir başlangıç; Yine mi ya yine mi yeni insanlar.