Tolstoy’un bisikletini bulup sürmeyi öğrenmek gerekiyordu; ama ortada bir bisiklet yoktu. Yeni bir bisiklet nerden bulunurdu ki, bu yaşta, bu kafada hele ki bu hayatta. Bir tanesi eskiden sevmiyor olsa da yıldızları artık sevdiğinden gökyüzüne baktı. Bir yıldız öyle güzel göz kırpıyordu ki… Yıldızda pır pır eden kalbi aklına geldi, heyecanları, yeni başlangıçları, öğrenmeye açlığını hatırlayarak gülümsedi. Bir diğeri yanında duran ağaca baktı. Yorgunluğu geldi aklına, kökleri, herkese kol kanat gerdiği bazen sararıp solduğu bazen çiçekler açtığı, iç çekti. Sonra birbirlerine bakıp, o yıldız da, o ağaçta, hepsi burda. Hepsi içimizde, bir yere giden bir şey yok dediler. Birbirlerine bakıp kaldılar. Burdasın ve milyarca insan içinde bir tanesin, eşin benzerin yok ve ne kadar zaman kaldı belirsiz derken, diğeri bize bomboş bir kağıt lazım, bir de yazan tükenmez bir kalem dedi. Ortam birden şenlendi. Masaya neler neler gelmedi ki. Tükenmez kalem, bomboş ve bembeyaz kağıtlar. Eskiye dair mektuplar, fotoğraflar. Biter mi? Gece uzun olacak belli, üzüm suları ve içilecek tütünler, bu sohbete bir demet nergiz bile eşlik etti...
 

Bu iki deli kolay olmasa da, yaralarına berelerine aldırmadan, ilk kez biraz tedirgin ama akıp giden zamana meydan okurcasına, uzlaşmaya, yeniden başlamaya çalışıyordu. Artık hamilelik süreci bitmiş doğum başlamıştı. Tabi kolay olmayacaktı, yeniden başlamak; alışkanlıklardan vazgeçmek. Bu yeni doğumun heyecanını birbirlerine belli etmemeye çalışıyorlardı. Ama ikisi de kararlıydı. Artık dönmeyen çarkın dişleri dönecek, bu masada hesap neyse ödenecek, veresiye defteri kapanacaktı. Zaten masada tükenmez kalem ve bomboş kağıt duruyordu. Hesap kitap yapılıp aktifi pasifi tutturup o geç kalınan yeni hayata geçmek gerekiyordu.
 

Gecenin sonunda masada yeni doğan biri oturacaktı bu bile heyecanlarına heyecan kattı. Hadi bakalım başlıyoruz dedi içindeki kelebekleri daha fazla tutamayan, diğeri de şaşkın bakarak, hadi başlayalım dedi. Ferman yazarcasına tükenmez kalem ve bomboş kağıt alındı. Vazgeçmelerle başlamalı, iki tarafta vazgeçmeli ki bu çocuk doğmalı dedi, daha heyecanlı olan, senin suçun olmayan o omuzlarına ağır gelen taşınılmaz yükleri bırakmalı. Çünkü ben artık yürüyemiyorum dedi. Hemen uzlaştılar. Diğeri sırası gelmiş gibi, ayağında pranga benzeri duran kilitleri açar gibi özgürlüğün tadına varmalı, dedi. Bunda da hemen uzlaştılar. Ama yetmedi açıklama devam etti. Konunun önemini anlatırcasına anlaşılmak istedi. Bir ferman yazılıyordu sonuçta, yanlış bir şey olmasın. Sen kimsenin yaptığından sorumlu değilsin, anla artık, sen sadece kendinden sorumlusun hata da, yap ama öğren. Yazar dememiş mi, kötü resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım, kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım diye, yaşa kötü de olsa yaşa, ama çabuk öğren ki, o kötüye de devam etme. Bazen de feyz al yaşanmışlıklardan sonuçta her tecrübeyi yaşayamaya vaktin olmayacak, Dediğime de kızma; sen akıllı birisin, başkasıyla ilgili konu gelince önüne Sherlock Holmes gibisin de, terzi söküğünü dikemez misali bi kendine hiç hayrın yok. Artık kendinin terzisi ol. Bundan sonra önce kendine dermanın olsun dedi ve sanki kendinin bunda hiç payı yokmuş gibi, ama payı olduğunu bildiğinden dizini dövdü.