0

Bir devlet büyüğümüz, 'Laiklik kaldırılmalıdır.' demiş. Bu söylemi, 'düşünce özgürlüğüdür' diyerek geçiştirmek yanlış ve tehlikelidir. Peki nedir laiklik ve neden gereklidir? Laiklik kaldırılırsa neler olur? Bu soruların yanıtları, aşağıdaki satırlarda bulunmaktadır.

Laiklik ,'Grekçe laikos sözcüğünden gelir, rahip olmayan, halktan yana olan anlamındadır. Avrupa'da kilisenin ibadetten başlayarak kişinin güncel yaşayışında düşünceden sanata ve eğitime kadar her alanı kapsayan yönlendiriciliğine ve baskısına karşı çıkan davranışlar, laik diye nitelendirilmiştir. ( Prof. Dr. Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi III-2, s. 40).' Kısaca laiklik, dinsel kuralların, kurumların ve kişilerin toplum ve devlet yaşamına yön vermesini engelleyen bir sistemdir.

'Laiklik, ulusların çağdaş uygarlık düzeyine ulaşabilmesinin etkeni olmuştur. Dünya tarihi, din kavgalarının kanlı sayfalarıyla doludur. Tarih boyunca, dinin iktidar kavgalarına ve kişisel çıkarlara alet edildiği yerlerde ve dönemlerde dinlerin ve ulusların bundan zarar gördüğü inkar edilemez. Tapınılan duruma gelmiş hükümdarlar, kutsal kayzerler, Allah'ın yeryüzündeki gölgesi olan halifelerin dönemi çok uzun sürmüştür. Laiklik, Allah'ın sahte vekillerine, din ve mezhep kavgalarına son verme, dini, vicdanı özgürlüğe kavuşturmak için insanlığın bulduğu bir çare, insancıl ve uygar bir düşüncedir ve asla dinsizlik değildir. Laiklik iledir ki Batı'da kendi alanında kalan din huzura ve din adamı da daha çok bir saygıya kavuşmuştur(Hüsamettin Ünsal, Laiklik ve Atatürk'ün Laiklik Politikası; Atatürk Düşüncesinde Din ve Laiklik-ADDL, s. 371).'

Laikliğin dinsizlik olduğunu ileri sürenler, kendi tarihleri hakkında bilgisiz kalmış kimselerdir. Çünkü adı laiklik olmasa da, tarihte ilk kez din ve devlet işlerini ayırarak uygulayan Selçuklu Devleti'dir:

'Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, 1055 yılında Bağdat'a bir sefer düzenledi. Bağdat'ta kendisi büyük bir törenle karşılandı. Tuğrul Bey, güvenliği sağladıktan sonra da Saray'a yerleşti, devlet işlerini ele aldı. Halife'ye dini otoritesi ötesinde bir egemenlik hakkı tanımadı; din ve dünya kuvvetleri tümüyle ayrıldı (Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, s. 132-134; Yılmaz Öztuna Türkiye Tarihi 2, s. 34-35; M. Çağatay Uluçay, İlk Müslüman Türk Devletleri, s. 45-48).'

Atatürk, 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılması konusu görüşülürken 'Selçuklu Sultanının din ve devlet işlerini ayırdığını, Sultan ile Halife'nin yan yana oturduğunu anlatmış, şimdi biz de atalarımızın yaptığı gibi aynısını yapacağız demiştir (Atatürk'ün Bütün Eserleri 14, s. 83-84). Görüldüğü gibi Atatürk laiklik uygulamasını Batı'dan değil, kendi tarihimizden, Selçuklulardan almıştır.

23 Nisan 1920'de Ankara'da toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi 'Egemenlik, kayıtsız koşulsuz ulusundur.' ilkesini benimsemiştir. Böylece Anadolu'da ulusal egemenliğe dayalı yeni bir Türk devleti kurulmuştur. Yeni Türk devletinin dayandığı 'Egemenlik, kayıtsız koşulsuz ulusundur.' ilkesi, özünde laiktir. Çünkü devletin ve toplumun yaşamıyla ilgili her türlü düzenlemeler ve yasalar, ulusun temsilcileri tarafından ve ulus adına yapılacaktır. Devletin ve toplumun yaşamına dinsel kurallar, kurumlar ve din adamları yön veremeyecektir. Yeni kurulan devlet, cumhuriyetin tüm niteliklerini taşımaktadır. Kurtuluş Savaşı kazanılıp Lozan'da imzalanan barış antlaşmasından sonra 29 Ekim 1923'te cumhuriyet ilan edilmiştir. Atatürk'ün cumhuriyet ve demokrasi anlayışı, birbirinden ayrı kavramlar değildir. Atatürk, bunu şöyle açıklar: ' Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet biçimi demektir (Prof. Dr. U. Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, s. 186). Demokrasi ilkesinin en çağdaş ve mantıklı uygulamasını sağlayan hükûmet biçimi cumhuriyettir (Prof. Dr. A. Afet inan, MB ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazıları, s. 44; 494-495).'

Çağdaş cumhuriyetin ve demokrasinin olmazsa olmazı laikliktir. Laiklik İslam'ın gerçek anlamda yücelmesini sağlar. Şu sözler Atatürk'ündür: 'İslam dinini, yüzyıllardan beri alışageldiği biçimde siyaset aracı durumundan kurtarmanın ve yüceltmenin gerekli olduğu gerçeğini görüyoruz. Kutsal ve Tanrısal inançlarımızı, vicdani değerlerimizi, karanlık ve kararsız olan her türlü siyasal çıkar ve tutkulara görüntü sahnesi olan siyasal işlerden, siyasetin tüm kısımlarından bir an önce ve kesin biçimde kurtarmak; ulusun dünyevi ve uhrevi mutluluğunun buyurduğu bir zorunluluktur. Ancak bu yolla İslam dininin yüksekliği belirir ( ASD I, s. 348).'