'Henüz on dört – on beş yaşında… yeni düşmüş şu evin yamacına… ellerinin acısı nasıl da karışırken yüreğinin sancısına… bi de ağıt kopmuş gönlünden, iki dudağın arasına.!'
'Üzülme küçüğüm… sen üzülme..! daha karacağın ne hikayeler… söylenesi ne türkülerin var sana adanmış...! hayat sana muzur… katedilesi yolların ise uzuuun mu uzun… karabasanlara karışan çığlıkların sessiz..! kulaklar ise sapasağır...!
Bir gün, mayana çalınan o çocuksu hüzünler, boğazına düğümlenen öykülerle nasır tutacak yüreğinin zaman tünelinde...! işte o an, büyüdüğünde, kendi masalının kahramanı sen olacaksın… koccamaaaaan ve o çocuksu yüreğinle küçüğüm… sakın üzülme… üzülme..!'
- Çelimsiz elleriyle sıkıca kavramaya çalıştığı tahta kaşık avuçlarını öylesi acıtıyordu ki… alnında biriken su taneciklerine, gözlerindeki dolu taneleri eşlik etmeye hazırlanıyordu..! ya yüreğine oturmuş olan şu taş gibi yumru..? ona ne demeliydi..? en çok da canını o yakıyordu… çünkü onu zaptetmesi diğerlerine göre çok daha zordu… birazdan boğazına doğru yürümeye çalışan bir sancıyla, diğer yandaşlarını da harekete geçirebilirdi... ya sonra..? … sonrası şimşekler, gök gürültüsü ardından, büyük bir fırtına...ramak kalmıştı kiii..! kabaca bir ses, 'hadi ama… amma yavaşsın… çabuk olsana..! daha bir sürü iş var..!'
- Birden tüm bu kalkışmaları, yüreğinin tersi ile iteleyerek, son bi gayretle başladı elindeki işe koyulmaya… önünde yanmakta olan kuzine… üstünde geniş bir tava içinde, içinde ağır usul kavrulmakta olan un yığını... ve yanıbaşında bir sandalye tepesinde ise kendisi...! eee, hadi bakalım hayırlısıydı...!
- Bi rüya mıydı bu gördüğü… yoksa bi karabasan mı şu an yaşadıkları..?
Yarın bayramdı… bu gün de arefe..! bilmediği, görmediği ve daha önce hiç mi hiç yaşamadığı çok yabancı bir yerdi bu ev… etrafındaki insanlar, neden kendisine suçlu gibi davranarak, fazlalıkmış gibi bakıyorlardı ki..? alışık değildi tüm bunlara ve o gözlerdeki düşmanca bakışlara..!
- Eski neşe dolu bayramlarını düşündü bir an karmakarışık… bir taraftan, önündeki kızgın ateşin üzerinde acemice karmaya çalıştığı un yığını ile birlikte…! içi üşüdü bir an, alnında biriken yağmur tanelerine rağmen… 'Kibritçi Kız' hikayesi gelmişti aklına nedense..! 'soğuk bir kış gününde elinde satmaya çalıştığı kibrit taneleriyle ısınmaya çalışan… o alevde beliren iyi kalpli ve Annesine dönüşen perinin onu alarak kendi düşler ülkesine götürmesiyle son bulan masalı..! tam tersi miydi ki kendi hikayesi, yoksa tıpatıp aynısı mıydı 'Kibritçı Kız'la...? bilemedi doğrusu… O'nun öyküsünün buzdan kendisininkinin de Ateşten olan… ' O masalda olmayı düşledi bi an… belki tanıdık iyi kalpli bir peri çıkardı önündeki kuzinenin çıtırdayan alevlerinden… kimbilir, belki de götürürdü kendisini, bildik düşlerındeki aşina öykülere...!
Ne işi vardı ki işi, şu yabancı, daha once bilmediği bir evde… daha dün tanıdığı, yabancı yüzler… yabancı ve sebepsiz düşmanca bakışlar… yabancı eşya ve yabancı odalarda..!
- Bir an, başka arefe ve bi başka bayram sabahlarını düşündü isteksizce… çünkü düşündükçe elinin acısı bi başka türlü yakıyordu yüreğini..!
- …'Bir gün önceden özenle hazırlanan bayramlıkları, rugan pabuçları, başucunda hazır giyinmeyi bekleyen… Anne ve babanın sevecen güleryüzleri eşliğinde oturdukları… cıvıl cıvıl nefis ziyafetimsi bir sofra… bayram harçlıkları, akide şeker ve çikolataları… kapı kapı dolaşılan konu komşu, akraba ve ziyaretleri... dönme dolaplar… pamuk şekerine karışan pembe hayalleri..! ve o hayallerin kahramanları ! neredeydiler..? hangi 'Kibritçi Kızlar'ın öyküsüne karışıvermiştiler..!?
- …işte yine, yarın bi bayramdı… ne sırtına giyeceği doğru dürüst bir elbisesi, ne ayağına giyeceği bir pabucu… ne üzerine titreyen Annesi- ne onu koruyup kollayan bir babası vardı artık… ne de sevecen bakışlar arasında oturacağı bir 'bayram sofrası, kendisini bekliyordu… iğreti, ürkek ve korkakça oturacağı yabancı bir sofradan başka… ve yapayalnızca..! önüne geçemediği ve yüreğinin başı çektiği tüm kalkışmalar başlamıştı artık..! alnındaki ecel terleri, gözlerindeki dolu tanelerine çoktan karışırken…tüm acısına rağmen son bi gayretle, o iki minik avucundaki tahta kaşığa bir iyice yapıştı… ve başladı önündeki un yığıncığına hayatını karmaya..!
l
- 'Ağlama küçüğüm… ağlama… önünde kimbilir, daha ne masal… daha ne hikaye ve romanlar var karacağın..! yolun öylesi uzun, öylesi çetin ki..! unut artık geçmişteki o güzel sofraları… baksana onların yerini, 'kurtlar sofrası' çoktan almış seni bekliyor… bu minik kalkışmaların senin hayatını altüst etmesine izin verme... verme sakın… O 'Minik Kibritçi Kızları'ın anısına...! verme..!'
- Bayramlar bizim, milli - manevi, gelenek ve kültürel bütünlüğünü oluşturan en önemli etken değerlerimizdir… Herkesin geçmişte mutlaka, bu günlere serpiştirilmiş, acı tatlı birer nostaljisi vardır..! İşte bu öyküde olduğu gibi, içimizi acıtsa da zaman zaman - iyi veya kötü, bu anıları hüzünle yadetme gereği duyabiliriz..! büyüklerimiz, küçüklerimiz, komşularımız, arkadaşlarımız,, doğup büyüdüğümüz yerler, yitirdiğimiz o çocuksu özlemlerle birlikte..! Ne kadar yakalamaya çalışsak ta başaramadığımız..! sizce de öyle değil mi..?
Bir bayramı daha geride bırakırken, içimi acıtan çok tanıdık bir öykü gelmişti de aklıma..! İstedim ki, gönlü yeten herkes nasibini alsın…'Nice küçük kızlarla, Minik- yalnız yüreklerin anısına..!'