Katma Değer Vergisi; Harcama üzerinden alınan bir vergi olup üretilen mal veya hizmetin her aşamasında yaratılan değerin vergilendirildiği, özü itibariyle nihai tüketicinin katlanmak zorunda kaldığı bir tüketim vergisidir.

TBMM 25.10.1984 tarihinde kabul edilen ve 02.11.1984 tarihli 18563 sayılı resmi gazetede yayınlanarak Türk vergi sistemine 1 Ocak 1985 yılında dahil olan Katma Değer Vergisi Kanunun gerekçesinde 'Bu vergi sisteminin ekonomik olaylara karşı tarafsız ve vergi yükü açısından nötr olan özelliği nedeniyle halen yürürlükte bulunan muamele vergilerinin ekonomi üzerindeki olumsuz etkileri giderecektir. Uluslar arası ekonomik ilişkilerimiz ve özellikle ihracatımızın gelişmesi açısından da yarar sağlayacaktır.' şeklinde ifade edilmiştir.

Bu nedenle kanunun 'Vergi İndirimi başlıklı 29 maddesi' ve 'İstisna Edilmiş İşlemlerde İndirim başlıklı ve 32 maddesinde' mükelleflerin indirim yolu ile gideremedikleri vergiyi talep etme hakları düzenlenmiştir.

Geçtiğimiz yıl yürürlüğe giren 7104 sayılı KDV değişiklik yapan kanun deşiklik gerekçesinde ise;

Katma değer vergisi, nihai tüketiciyi vergilemeyi amaçlayan yayılı bir işlem vergisidir. Bununla birlikte, birbirini takip eden tüm üretim ve dağıtım safhalarında tahsil edilen vergiden önceki safhalarda ödenen vergi indirildiği için, diğer işlem vergilerinden ayrışmaktadır. Normal şartlarda hesaplanan katma değer vergisi, karlı işletmeler için ödenen katma değer vergisinden fazla olup, hesaplanan katma değer vergisinden ödenen katma değer vergisi indirildikten sonra kalan pozitif fark, satıcının Hazine adına tahsil ettiği ve Hazineye ödemesi gereken borç mahiyetindedir. Görüldüğü üzere katma değer vergisi sisteminde, alıcı, satıcı ve Hazine arasında kuvvetli bir ilişki vardır. Bu ilişki çerçevesinde katma değer vergisine tabi her işlemde, alıcı satıcıya katma değer vergisi dahil ödeme yapmakta, satıcı da tahsil ettiği katma değer vergisinden, ödediği katma değer vergisini düştükten sonra kalan tutarı Hazineye ödemektedir. Ancak, yatırım yapan, üretim süreci uzun veya stok devir hızı düşük olan ya da maliyetinin altında satış yapan işletmelerin hesaplanan katma değer vergisi, ödedikleri katma değer vergisinden az olmakta ve bu işletmeler tarafından ödenen katma değer vergisinin indirim mekanizması yoluyla telafi edilebilmesi uzun süreler alabilmektedir. Bu gibi durumlarda katma değer vergisi, işletmeler üzerinde finansman yükü oluşturmaktadır

Yatırım, üretim ve ihracatın teşvik edilmesine yönelik gerçekleştirilen yapısal reformların devamı mahiyetinde olan Katma Değer Vergisi Kanununda değişiklik yapan bu düzenlemeyle katma değer vergisinin işletmeler üzerinde finansman yükü oluşturmayan bir yapıya dönüştürülmesi, küçük işletmelerin uyum yükümlülüklerinin kolaylaştırılması, işlem maliyetlerinin azaltılması, uygulama kolaylığının sağlanması, kayıtlı ekonomiye geçişin özendirilmesi amaçlanmakta ve böylece ülkemizin ekonomik kalkınmasına katkı sağlanması hedeflenmektedir. Tasarıyla;

Mükelleflerin alışları nedeniyle ödediği katma değer vergisinin, hesaplanan katma değer vergisi ile telafi edilememesi nedeniyle oluşan ve sonraki döneme sürekli devreden katma değer vergisinin, belli bir süreden fazla devretmesi durumunda, mükellefe iade edilmesi öngörülmektedir.

– 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun uygulanmaya başlandığı 1/1/1985 tarihinden bugüne kadar, indirim yoluyla telafi edilemeyen ve sonraki döneme devreden katma değer vergilerinin, idareye tanınan yetki çerçevesinde ve yıllara yayılı bir şekilde, bütçe imkanları da göz önünde bulundurularak, iade edilebilmesi öngörülmektedir.

3065 sayılı KDV kanunun gerekçesi ile 7104 sayılı Kanunun gerekçesinde KDV'nın temel esası nihai tüketiciyi vergilendirmeyi amaçlayan bir vergi olduğu. Mükelleflerin alışları nedeniyle ödediği katma değer vergisinin, hesaplanan katma değer vergisi ile telafi edilememesi nedeniyle oluşan ve sonraki döneme sürekli devreden katma değer vergisinin, belli şartların sağlanması halinde mükellefe iade edilmesi de öngörülmektedir. Bu nedenle KDV de uygulanan istisna ve muafiyetler nedeniyle mükellef üzerinde kalan ve indirim yolu ile giderilemeyen verginin iade edilmesine ilişkin düzenleme yapılmıştır. KDV taleplerinin iadesine ilişkin işlemlerde vergi idaresi tarafından kalan ve indirim yolu ile giderilemeyen KDV'nın iade edilmesine ilişkin sınırlayıcı süre uygulanmakta bu süre son değişikliklerle her geçen gün daha da kısıtlanmaktadır.

KDV taleplerine ilişkin sürelerle ilgili düzenlemelere baktığımızda ise 3065 sayılı kanunun 11,13,14,15 ve 17/4-s maddelerine ilişkin taleplerde işlemin gerçekleştiği yılı izleyen ikinci yılın sonu. İndirimli orana tabi işlemlerde ise yılı içinde mahsuben iade edilemeyen vergi izleyen yıl içinde talep edilmesi. Geçici 37. madde ile imalat sanayine yönelik yatırım teşvik belgesi kapsamında asgari 50 milyon TL tutarında sabit yatırım öngörülen yatırımlara indirim yoluyla telafi edilemeyen katma değer vergisi altı aylık dönemleri izleyen bir yıl içerisinde 50 milyon TL'sı tutarına kadar sabit yatırım öngörülen yatırımlara yılı sonuna kadar indirim yoluyla telafi edilemeyen katma değer vergisi izleyen yıl içerisinde.

Kısmı tevkifat uygulanan işlemlerde ise izleyen ikinci yılın sonu gibi süre sınırı koyan düzenlemeler yer alırken bu işlemlerin dışında kalan KDV iade taleplerine ilişkin başvuru süresi ile ilgili bir hüküm olmadığı gibi bu konuda bir düzenlemede bulunmamaktadır.

Bu şekilde KDV iadesi taleplerine süre konulması kanunun koyucunun uygulamış olduğu istisna ve muafiyetler nedeniyle mükellef üzerinde kalan ve indirim yolu ile giderilemeyen verginin iade edilmesine bir sınırlama getirmesi ve iade taleplerinin reddedilmesi kişilik ve mülkiyet haklarının ihlalidir. Bu uygulama yasanın konuluş maksadına ve gerekçesine aykırıdır. Çünkü KDV iadesi talebinde bulunulması ihtiyarı/isteğe bağlı olup mükellefin tercihine bırakılmıştır. Mükellefin bu tercihini her an değiştirme hakkı vardır.

Beyana dayalı vergi sistemimizde bu hususu 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 'düzeltmede zaman aşımı' başlıklı 126. maddesinde düzenlenmiştir. Mükellefler beş (5) yıllık tarh, zaman aşımı süresi içinde, vergi beyannamelerini düzeltebilirler. Bu süre aynı zamanda beş yıllık tarh zaman aşımı süresidir. Buna göre mükellefler iadesi gereken vergileri varsa düzeltme zaman aşımı süresi içinde talep etmesi mümkündür. Bu süre içinde verilen düzeltme beyannamelerini vergi dairesinin reddetme hakkı yoktur.

Uluslararası hukuk kuralları 'Mülkiyet ve Tasarruf Hakkı'nın korunmasına önem vermektedir. Buna göre 'Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.' Şeklinde ortaya konulan görüş ve 3065 Sayılı KDV kanunu hükümlerine göre yasal olarak iade hakkı elde edilen KDV tutarının iadesi konusunda yasada ve tebliğlerde açıkça yer alan 'KDV iadesinin talep edilmesi ihtiyaridir' hükmü kapsamında daha önce verilen KDV beyannamelerinde talep edilmeyen KDV iade alacağının VUK'nun ilgili hükümleri içinde verilen düzeltme beyannamesi ile talep edilmesinin red edilmesi yasada yer alan ihtiyarilik hükmünü yok sayılmasının yanı sıra anayasal güvence altına alınan 'Mülkiyet ve Tasarruf Hakkı' nın korunmasının ihlaline yönelik bir davranıştır.

Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin 2015/15100 sayılı karar gerekçesi dikkate alındığında meşru amaç, kanunilik, ölçülülük ve ilkelerin olaya uygulanması yönünden idarenin 'Vergi Usul Kanununun hata ve düzeltme hükümleri arasındaki ilişki ile düzeltme taleplerinin ret yetkisini kullanması tartışılmalıdır' Uygulamaya ilişkin düzenlemelerde vergi kanunlarını lafzı ve ruhu ile birlikte konuluş maksatları ve vergiyi doğuran olay ve olayın iktisadi ve ticari özelliğini, kanunun yapısındaki yeri ve diğer maddelerle olan bağlantısı göz önünde bulundurulmadan yasaya ilişkin farklı hüküm tesis etmek hukuka ve kanuna uygun değildir.

Devletin ekonomik veya siyasi olarak belirli dönemlerde uygulamaya koyduğu indirimli oranlı KDV, istisna ve muafiyetlerden kaynaklı KDV işlemleri alımında yüklenilen KDV'sı indirim yolu ile giderilemediği durumlarda vergi mükellefleri üzerinde devreden KDV olarak kalmaktadır. Bu da özü itibariyle nihai tüketicinin katlanmak zorunda kaldığı bir tüketim vergisi olan KDV'sı tekniğine aykırı bir durumdur. Devreden KDV'nin işletme üzerinde uzun süre kalması işletmeler için önemli bir maliyet unsurudur bu durum işletmeler de ciddi finans sorun oluşmaktadır.

Mali idarenin KDV uygulamalarında KDV iadesi talebinde süre sınırlaması kazanılmış bir hakkın kaybedilmesi şeklinde uygulanmaktadır Bu hukuki bir sürecin başlangıcı ve bitişi şeklinde değerlendirilmekte ve mükelleflerin başta VUK olmak üzere KDV diğer vergi kanunlarında yer alan zaman aşımı süresinin ihlali anlamına gelmektedir. Bizim görüşümüz indirim hakkı devam ettiği süre içinde KDV iadesi talep hakkı da devam etmelidir.

Yukarıda özetle belirttiğim gibi devletin vergi alacağında zamanaşımı beş yıl iken mükellefin vergi alacağına ise bu süre bir ve iki yıl gibi süre sınırlamaları konulmuştur. Başta KDV iade talepleri olmak üzere vergi alacağını mükellef hakları açısından değerlendirdiğimizde; Devletin mükellefinden olan vergi alacağı ile devletin mükelleflere olan vergi borcu için hak düşürücü süre ya da zamanaşımı açısından eşitlik olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu nedenle KDV iadesi taleplerindeki sürelerin genel hukuk içinde yer alan hak düşürücü sürelere uygunluğunun yeniden değerlendirilmesi zorunluluk hale gelmiştir.

Geçtiğimiz yıl içinde dönemin Maliye Bakanı Naci AĞBAL tarafından gündeme getirilen iş dünyasında heyecan yaratan devreden KDV'nin mükelleflere iadesi konusunun gerçekleşmemesi aksine KDV iadesi taleplerine ilişkin sınırlayıcı süre getirilmesi ve bununda hak düşürücü süre olarak uygulanması anlaşılır ve kabul edilebilir bir düzenleme değildir.

Bu konuda en önemli sorunumuz ise başta iş dünyası olmak üzere konusunda uzman olan kişilerin bu sınırlamaya karşı durmaları gerekirken aksine yapılan bu uygulamaları koşulsuz kabullenip peşinden koştuklarını görmek bizleri üzmektedir.

--------------

Bilgi notu: Yürürlükte bulunan 3065 sayı kanunun uygulanmasına yönelik olarak kanun metninde fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye;

Cumhurbaşkanı/ Cumhurbaşkanınca

Maliye Bakanlığı/ Maliye Bakanlığınca

Maliye ve Gümrük Bakanlığı yetkilidir

Gibi tanımlamalar yer almaktadır bu da uygulamaya ilişkin karar tebliğ vb. gibi yayınlara ulaşılmasında kafa karışıklığına yol açmaktadır.

Kaynak: www.alomaliye.com