Herkesin kendine özel ne dertleri, inceden kanayan ne sızıları var. Senin, benim, onun ve daha nicelerinki gibi kim bilir?
Şu hayatın, inişli çıkışlı yollarında ilerleyip duruyoruz işte. Kah koşarak, kah yorulup tökezleyerek. Tek amaç; o ince çizginin ucundaki noktayı eninde sonunda tamamlayabilmek. Etrafımda, dünyamızda, yığınlarca insan seli önümüzden akıp gidiyor. Ellerimi uzatıp bu insan yığınına dokunmak, tutunabilmek istiyorum bazen. Her birinin, senin, benim, onun dert ve duygularına, ortak olabilmeyi, yürekten ve tüm gönlümle istiyorum. Bunun adı, kendi artı ve eksilerimi başkalarının öyküleriyle dengelemek oluyor galiba!
Teknolojik olarak baş döndürücü bir şekilde büyüyen bir dünyanın, tam aksine, insan olarak maalesef geriliyor ve mekanikleşiyoruz galiba. Bu anlamda, bir taraftan teknolojinin nimetlerinden faydalanarak tembelliğe alışırken, diğer yandan insan olmanın değerlerini de hızlı bir şekilde yitiriyoruz... Bu yüzden toplum olarak; gerek kültürel gerek sosyal anlamda, hızlı bir şekilde yitirmekte olduğumuz bu değerlerle birlikte bizler de tükenip eriyoruz ne yazık ki. Dolayısıyla her geçen gün, daha yalnız ve mutsuz bireyler olarak toplumu oluşturuyoruz.
İster, yalnız, ister mutsuz olun. Mekanik bir dünyanın tam göbeğinde denkleyemediğiniz denklemlerinizle baş başa kalın! Belki bir türkü- bir şarkı sizi bambaşka hasletlere doğru sürükleyiverir, ne dersiniz?
Önceleri, en hüzünlüsünden bir şarkı ya da bir türkü tutturur, saatlerce ağlar, kirli olan ne varsa gönlümden akanlarla yıkayıp arındırmaya - arınmaya çalışırdım. Tabii ki bu ara da yolu bir iyice şaşırır kaybederdim. Baktım ki olmuyor, sıvarım kolları. Her ne kadar bitkin de olsam başlarım temizliğe. Onu oraya, şunu şuraya derken, gözlerimdekini yüreğime, yüreğimdekileri de yerinden oynatıp kaldırdığım her bir eşyayla bir yerlere tıkıştırırken, saklayıp yok etmeye çalıştım. O kadar tantananın içerisinde bir de başlardım ki dikiş dikmeye ki, sormayın gitsin. Sanki kırılanları onarıp eskiyenleri, yepyeni ve pırıl pırıl tamir edermişçesine!
İşte böyle çok eski tamir ve onarım yıllarımdı! O fi tarihlerinde, birkaç eş dostlarım da vardı tutunmaya çalıştığım. Sonraları kurduğum denklemlerin dengi bozulunca, sonuç bir avuç hayal kırıklığı oldu benim için hep!
Bu yüzden ki, uzun bir süre birçok insan gibi ben de yalnızlığı seçtim nedense. Ne bir eş, ne de bir dosta ihtiyacım vardı artık. Tek dost olarak kitapları seçmiş, ve içindeki dünyalara sığınmıştım sanki. Sonraları da kendi kendimle konuşmaya başladım… derken, duygularım gözlerime, gözlerim yüreğime aktı durdu hep. Harfler, heceleri, heceler sözcükleri kovalayıp dururken, uzun bir sessizlik dönemi işte. O yıllar: yıllar ki, zor-acımasız ve bitmek tükenmek bilmeyen upuzun..!
Daha sonra hayatın değişik yollarında, geriye dönmekten hep korktum. İleriye attığım her adımı koyacak yer bulmakta bir hayli zorlanırken, kah tökezledim, kah yoruldum. Fakat hep ayakta durmaya çalıştım. İşte bu yüzdendir, önümden akan yüzlerce insan seli. Kim ne derse desin, onlarca - yüzlerce dertleriyle beni hep cezbetmeye başladı. Her birinin kendince hikayelerinden başka kimsecikleri de yokken! Ve her ne kadar saklamaya çalışıp ve kabul etmeseler de benden bir parça gibiydiler artık. Her biri geçmişimden ve yaşamakta olduğum şu andan öylesine izler taşıyordu ki. Her bir damla hüzünleri, beni yılların gerisine, ya da bulunduğum ana mıhlayıveriyor. Onları görmezlikten gelmek, sadece kendime ihanet olmaz mıydı ki? Bu yüzden, her birine gönlümden ince bir yol açtım. Her ne kadar görmeseler, görmezlikten gelseler de… dedim ya bu da benim denklemim işte. Belki de hiçbir zaman çözemeyeceğim!
Etrafımdaki insanlar, tüm bu duygularımı dezavantaj olarak değerlendirirken beni zayıf bir insan olarak nitelendiriyorlar belki. Fakat bilmiyorlar ki ben de bu duygularıma tutunarak bu şekilde mutlu, ya da mutsuz olmaya çalışıyorum. Kendi artı ve eksilerimi başkalarınınkilerine denkleyerek ayakta durmaya çalışıyorum kim bilir? Sadece, kendi gönlümce bir kapı araladım ve içeriye girmek hiç de kolay olmadı ve uzuuunca yıllarımı aldı. Şimdi ise önümde uzun ince bir yol uzanıyor. Bilemiyorum ki bu yol, beni nereye kadar götürür. Sadece gücümün yettiği kadar ilerlemeye çalışıyorum. Fakat bu yolculuk bazen öyle zor ve yorucu oluyor ki!
Geçenlerde canım, yine hüzünlü bir şarkı çekti. Fakat radyoda ise bir türkü Selda'dan... ve de, en şugarından: 'burası Adıyaman, of anam of...' Oturup yine saatlerce doyasıya ağlamak, ağlamak istedim. Fakat bu defa da kalbim, 'ben yoruldum, benden bu kadar artık...' der gibiydi. En iyisi galiba, 'gönül'e sığınmak öyle değil mi? Küsse de kaçsa da, öyle zenginliklerle dolu ki. Üstelik yorulmak nedir bilmiyor da..!
Dedim ya, bu da benim denklemim… zaman zaman, ölçüyü kaçırıp 'pi sayısı'nı tutturamasam bile!