Yıllar önceydi,

Yıl, Ocak 1996

İkinci kitabım çıkmıştı,

O dönem kitabı çıkan yazarın kitabını yayıncı dergilere, gazetelere bir şekilde ulaştırırdı.

Genelde yeni çıkan kitaplara gazete ve dergi yazarları yazılar yazarlardı.

Haftalık dergilere göz atarken, bir de ne göreyim!

Dönemin önde gelen edebiyat ustasından yine dönemin en önemli dergilerinden birinde, kitabım için bir yazı yazılmış.

Yazılmışta, övgü değil, sert ve olumsuz bir hava verilerek yazılmış.

Yazan, edebiyatın usta isimlerinden ve tanışmıyorum da.

Neyse, bir ara adresini buldum.

Gittim dükkânına!

Ortada çilingir masası dediklerimizden, bir kaç kişi sohbetteler, keyifler yerinde…

Hemen çöktüm masaya, “bana da bir kadeh verin”, dedim!

Verdiler hemen.

“Benim kitabıma eleştiri yazan hanginiz?”

“Benim” dedi babacan tavırla ve kendinden emin bir şekilde köşede oturan.

Birkaç adet kitabı, köşe yazısı, şiiri vardı. Elbette benden daha iyi bilirdi.

“Ustam teşekkür ederim” dedim. “Sen ne dersen öyledir.”

Ve ekledim: “Boşalan bardaklar doldurulsun.”

Şımarık bir tavır alıp, kitabımın iyi olduğuna dair boş boş çene mi yapacaktım, asla yapmam zaten!

Sanırım beklemedikleri bir tepki oldu ki, o an başlayan dostluğumuz ustanın vefatına kadar devam etmişti.

Gerçek Sanat adlı edebiyat dergisinin sahibi ve yönetmeniydi.

Birçok sayısında ya bir öyküme, ya da bir şiirime yer vermişti.

Ve ben bunu saygı göstermekle kazanmıştım.

Ve bu yüzden kim olursa olsun, saygısız insanları asla sevmem, sevmeyeceğim de…

*

Bunları nereden hatırladım!

Yaklaşık on gün önce birisi beni aradı.

Gazetede çıkan bir köşe yazımı okuduğunu ve içi yanlışlıkla dolu olduğunu söyleyip konuşmak istediğini söyledi.

O konuştu, ben dinledim.

Yazımı açmış okuyordu: “Buranın yüklemi yanlış yerde, öznesi belli değil, bu kelime buraya gitmemiş” gibi sözleri birbiri ardına sıraladı.

Ve merak edip sordum haliyle;

- Siz öğretmen misiniz hocam?

- Hayır, değilim.

- Yazar, şair misiniz yoksa?

- Hayır.

- Bu durumda kitabınız, yazınız filan da yok.

- Yok, ne olmuş yani! Eleştiriye niye kapalısınız.

Teşekkür edip konuşmayı sonlandırmıştım.

Bir yazar olarak çoğu kez kelimelerle oynar, yerlerini değiştirir, farklı bir tarzda, daha doğrusu bana ait bir yazım tekniğim olduğu için söylediklerine pek itibar vermedim. Yanlış dediği yerlerde vurgu, anlam eksikliği filan da değildi, klavye hatasıydı. 

*

Hiçbir yazısı olmayan, bir kitabı bulunmayan, radyolarda program yapmamış olan, TV’lerde canlı yayınlarda şiir okumamış olan birisi yirmi beş kitabı ve yüzlerce köşe yazısı olan birini çok rahatça eleştirebiliyordu.

Yani beni eleştirebiliyordu.

Bense teşekkür ediyordum çünkü ne yapabilirdim ki?

*

Sonuç olarak:

Birisi birini eleştiriyorsa genelde kendisinde olmayan, olmasını istediği halde yapamadığı, yapmak içinde kendinde yeterli bilgi, güç, deneyim olmadığı için yapamamış olup da, yapanları eleştiriyor. Bilimsel olarak bu sonuç doğru çıkıyor.

Ve düşünelim: Biz kimi eleştirdik bu güne kadar…

Bizi kimler eleştirdi de, biz kendilerine kızdık.

Oysa çıkarmamız gereken ders neydi?

Yaşadığımız yaşımız kadar bu yaşamdan neleri doğru öğrenebildik?

Bilgi sahibi olmadan hangi sözlere kandık?
 

Notlar: 1.

Psikanalizin kurucusu Freud tarafından ileri sürülen yansıtma eylemi; kişinin kendisiyle ilgili olumsuz duygularını başkasına aktarmasını anlatan savunma mekanizmasıdır. İçinde olan süreçlerin sanki dışarıdan gelen bir etki ışığında gerçekleştiğini sanmayla ilişkilendirilmektedir.

Bu tür insanlar içsel huzursuzluklarını bastırmak için farkında olmadan kullanırlar. Öte yandan Freud’dan çok önce, bu şekilde anılmamış olsa bile, Giambattista Vico gibi düşünürler ve Ludwig Feuerbach gibi filozoflar tarafından tanımlanmış ve Feuerbach tarafından dinin ve din mantığının eleştirisinde kullanılmıştır. 500'lü yıllarda yazılmış olan Babil Talmudu'nda da şöyle geçmektedir:

“Kendinde olan lekeyi komşunda arayarak onu tahrik etme.”]

[Aşk Yazarı Mustafa Çifci®- 2024]