0
Çevreyi göremeyen, geleceği de göremez.
Çevre, yaşadığımız ortamdır, çevre evimizdir, sokağımızdır. Çevre köyümüz, mahallemiz, kasabamız, kentimizdir. Çevre yurdumuzdur. Çevre, yurdumuzun dağları, ovaları, gölleri, denizleri, akarsuları ve ormanlarıdır. Çevre topraktır, sudur, havadır. Buralarda yaşayan canlılardır. Kısaca çevre dünyamızdır. Bunlar arasında bir etkileşim, bir denge vardır. Çevreyi oluşturan ögelerden biri bozulur, kirlenir, hastalanırsa diğer ögeler de zincirleme etkilenir.
Atatürk, tüm çağdaş konularda olduğu gibi çevre konusunda da öncü ve örnek olmuş, bizzat çevre konusu ile yakından ilgilenmiştir. Söz gelimi, 1935'te şu sözleriyle çevre konusuna parmak basmıştır: 'Dünyamız, topraktan, sudan, havadan oluşmuştur. Bunlardan birinin bozukluğu, yaşamı olanaksız kılar (ASD II, s. 321).' Atatürk, çevre duyarlılığına öncelikle evlerimizden, yakın çevremizden başlanması, sağlıklı yaşam koşullarına kavuşturulması gerektiğine inanmakta ve şöyle demektedir: 'Türk'e ev bark olan her yer, sağlığın, temizliğin, güzelliğin, modern kültürün örneği olacaktır (ASD I, s.402)'
'Mustafa Kemal (Atatürk), bir yolculuk sırasında Timur'dan söz eder. Çorak yollan giderken, Timur zamanında Orta Anadolu'nun ormanlarla kaplı olduğunu hatırlar; devlet koruyucu bir orman politikasına sahip olmadığı için zaman içinde ormanlar, talan edilmiş ve bölge çoraklaşmıştı. Mustafa Kemal (Atatürk), Anadolu'nun bu bölgesini yeniden ağaçlandırmayı düşledi (Vamık D. Volkan, Ölümsüz Atatürk, s. 337).' Atatürk, bu düşü gerçekleştirmek için ormancılığa önem verilmesini, hem halktan hem de hükûmetten istedi: 'Ormanlar, ülkenin çok önemli zenginlik kaynağıdır. Tarımla uğraştığımız kadar ormanlarımıza da önem vermeliyiz (ABE 14, s.233).'
Atatürk, ormanlara ve ormancılığa önem verilmesini istemekle kalmadı, Ankara'nın çevresini yeşillendirmek için çaba harcadı. Buraları çoraktı. Çünkü: 'Ankara ve çevresinde su sıkıntısı vardı. Ovadan akan dereler, ilk ve sonbaharda taşarak sıtma mikroplarının yerleşip yayıldığı bataklıklar oluşturuyordu. Kentin herhangi bir yerinden bakıldığında bir iki bodur ağaç görülebilirdi. Boz düzlük, boz kayalar ve toz, tek düze bir manzara sergilerdi. Atatürk, çıplak arazide ormanlar yetiştirecek, göller, bahçeler meydana getirecekti. Su sıkıntısı nedeniyle çevrede büyümemiş gibi hasta ağaçlar ve taç yaprakları açılmakta gecikmiş çiçekler görülüyordu. Bölgeye en uygun bitkiler seçildi. 1936'da Çubuk Barajı tamamlandı ve bol su gelince yeni binalar, bir yeşillik seli içinde kaldı ( J.B Vıllalta, Atatürk, s. 697-701).
Yine Atatürk'ün öncülüğünde ve onun çabalarıyla çorak bir arazide şimdi Atatürk Orman Çiftliği adıyla anılan orman çiftliğini kurdu. Çiftlik, 1925'te açılmıştır. Prof. Dr. A. Afetinan, Orman Çiftliği ile ilgili bir anısını şöyle anlatıyor:
'1937 Yılının bahar mevsimi idi. Orman Çiftliğine Akköprü tarafından gidiyorduk. Çiftliğin o parçası meyve bahçesi haline konulmuş, fidanlar sıra sıra dikilmişti. Şimdi gölgeliği ve bol yeşilliği ile çok güzel olan bu yol boyu, o zamanlar henüz pek güzel olmayan bir yerdi. Atatürk, bu eski çıplak topraklar üzerinde meyve bahçesi durumuna gelmiş olan bu yerlere neşe ile bakıyordu. Şimdi uzun kavak ağaçlarının bulunduğu yol kenarlarında ameleler çalışıyor ve fidanlar dikiyorlardı. Atatürk, birden şoföre 'dur!' diye bağırdı. Yere indi, oradakilere:
'Burada bir iğde ağacı vardı, o nerede?' diye sordu.
Kimse iğde ağacını bilmiyordu. Çünkü orada çalışanlar, yenilerini düzenlemekle uğraşıyorlardı. Atatürk'ün biraz önceki neşesi kalmamıştı. Çünkü çiftliğin ilk çorak günlerinin bir yeşillik anısı yerinden çıkarılmıştı. Yol boyunca yürüyerek iğde ağacını aradık. O:
'İğde eski ve çelimsiz bir ağaçtı. Fakat yaşayan ve baharda güzel kokularını etrafa saçan bir varlıktı', diyordu. Çiftlik merkezine geldik. Büyük hamamın yapısı bitmişti. Onu gezerken iğde ağacını, yerinden kimin çıkartmış olduğunu da soruşturmak için ilgililere sorular sordu. Kimse bu küçücük ağacın akıbeti hakkında bir haber veremedi. Atatürk, bu önemsiz gibi görünen işten, üzüntü duymuştu. Uyarılarda bulundu, Emirler verdi. Ağaçlar korunacak ve bakılacaktı. Çünkü o yeşilliğin hasretini İstiklal Harbi boyunca çok çekmişti. Çankaya'yı oturmak için seçmesine neden, birkaç büyük karakavak ağacının bulunmasıydı. Onların rüzgarlı günlerdeki hışırtısından daima zevk duyardı (Kemal Arıburnu, Atatürk, Anekdotlar, Anılar, s. 33).' Üzülerek belirtelim ki bugün Atatürk Orman Çiftliği betonlaşmaya açılmış durumdadır. Atatürk, 1928'de İstanbul Büyük Dere'de Türkiye'nin ilk meyve fidanlığını, 1936'da ise Bahçıvan Okulu'nu kurduruyor. Bu fidanlıkta kayın, bodur atkestanesi gibi yalnızca bu fidanlıkta yetiştirilen özel türler ile on beş tür armut ve diğer meyveler, çiçekler yetiştiriliyordu.
Atatürk, ağaçların değil, bir dalının bile kesilmesine razı olamazdı. Örnek olarak Yalova'da çiftlik olarak kullanılan yerde bir köşk yaptırdı (1929). Bunun bitişiğinde bir çınar ağacı vardı. Çınar büyüyünce dalları, köşkün duvarına dayandı. Köşke zarar vermesini önlemek için kesilmesi gündeme geldi. Bunun üzerine Atatürk 'Ağaç kesilmeyecek, bina kaydırılacak.' buyruğunu verdi. İstanbul Belediyesi Fen İşleri Yollar-Köprüler Şubesi'nden Başmühendis Ali Galip Alnar ve ekibi, çalışarak binayı tramvay rayları üzerine oturttu ve 4,80 m. Kaydırdı (8 Ağustos 1930). Böylece çınar kesilmekten kurtuldu.
El alemin dağını taşını ormanlarla kapladığı, ağacın bir dalına zarar gelmemesi için dağlarını delerek yol yaptığı; bizde ise, sözde yol açmak için ya da rant sağlamak amacıyla bir avuç kalmış ormanlarımızın yok edildiği; el alemin yedi yüz sekiz yüz yıllık anıt ağaçlarını koruduğu, bizim asırlık ağaçlarımızın kesilip talan edildiği; ulus bahçelerinin otoparka ya da yapılaşmaya dönüştürülmeye çalışıldığı günümüzde, Atatürk'ün bu çevre duyarlığından alınması gereken pek çok dersler, ibretler vardır.
Atatürk, 'diktiği fidan ve ağaçlarla yeşillenmeye başlayan bahçelerde gezinmekten hoşlanırdı (Lord Kınross, Atatürk, s.449). Başını dinlemek için sık sık kurmuş olduğu örnek çiftliğe gidiyordu. Çocukluğundan beri, içinde doğaya karşı bir sevgi gelişmişti. Yaratıcı kafasıyla çölü yeşertmekten, çiçeklendiğini görmekten zevk alırdı. Bir çam ağacı görse neredeyse tapınacağı gelirdi (Kınros, age. s.594).'
'Atatürk, içten bir doğa aşığıydı. Ormanlık yerlerden çok hoşlanırdı" (Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, s.72). Atatürk, nerede bir söğüt görse pikniğe giderdi. Söğütözü, pek sevdiği köşelerden biri olmuştur. Bir gün, Kurmay Başkanı İsmet Bey (İnönü) ile Diyarbakır çöllerinde atla gidiyorlarmış. Mustafa Kemal (Atatürk) demiş ki:
'Çabuk bana bir din bul.'
'Ağaç dini. Bir din ki ibadeti ağaç dikmek olsa (F.R. Atay, Çankaya, s. 526).' Çünkü Atatürk'e göre 'Yurt denilen şey, kupkuru dağlardan, taşlardan, ekilecek sahalardan, çıplak ovalardan ve yurt; şehirler ve köylerden ibaret olsaydı, onun zindandan hiçbir farkı olmazdı. Bu yurt evlat ve torunlarımız için cennet yapılmaya layık, çok layık bir yurttur ( ASD II, s. 112).'
Karşılaşacağımız her tür sorunda olduğu gibi çevre sorunlarının çözümünde de başvurulacak formül Atatürk'tür, Atatürk'ün gerçekleştirdiği devrimler, getirdiği yenilikler, koyduğu ilkeler, gösterdiği çağdaş uygarlık hedefi ve bıraktığı manevi mirası olan akıl ve bilimdir. Başka yerlerden çözüm aramak gereksizdir, yersizdir.