'Bir gece ansızın gelebilirim' diye başlayan şarkının sözleri gibi 'bir gece ansızın gelebilir' denilebilen bir darbe sözüyle karşı karşıyayız. İhtimal mi ? Her zaman bir ihtimal daha vardır. Yüksek düzeydeki devlet büyüklerinin korumasından sorumlu polislerin, Kontratak Timleri ve ajanların yüz suikast ihtimaline karşı hazırlık yaptığını ancak suikastçının her zaman 101'inci ihtimaline göre suikast yaptığı bilinir. Türkiye için perdenin açıldığı 27 Mayıs darbesinden bu yana darbe ansızın gelebilir. Artık kimse tepine tepine bir darbenin gelmesini beklemesin.
Kimse de kendi siyasi hesabını Türk Silahlı Kuvvetleri'ne gördürmeye, senetini ciro etmeye de kalkışmasın. Ancak gel gör ki halen kripto FETÖcülerin sayısının 20 bin olaylarında olduğunu iddia edenler var. Askeri kışladan çıkartan, demokrasiden saptıran, halk değimiyle yoldan çıkaran elbet elbette ki siyasi parmak vardır. Lanet olsun ki halen FETÖ'nün siyasi ayağını ortaya çıkartmış değiliz. Sanki 27 Mayıs 1960 darbesinin siyasi ayağını ortaya çıkartmışız gibi… Sanki 12 Mart'taki siyasi ayağı, 12 Eylül'deki siyasi paydaşları, 28 Şubat'taki 'Bu işi silahsız kuvvetler halletsin' diyen siyasi planlayıcıları ortaya çıkarılmış gibi… Bu söylediklerimin en güzel açıklamasını Büyük Doğu'nun Atlıları kitabımızda şu şekilde yapmıştık:
'Milli Şef, 27 Mayıs Darbesi'nin baş aktörlüğünden öte bizzat organizatörüydü. MBK Üyesi Muzaffer Özdağ'ın İnönü ile görüşmesini anlatan Akis Dergisi'nde yer alan görüşmenin özeti, dediğimizi doğrular niteliktedir:
'1960 yazının son aylarında, o zaman çalımından geçilmeyen M.B.K. üyesi genç Muzaffer Özdağ bir gün, İsmet Paşa'nın Ayten Sokaktaki evine gizli bir ziyarette bulunduğunda 'Paşam, biz ihtilali size karşı da yapardık.' deyince İsmet Paşa bu gerçeği bildiğinden dolayıdır ki onun yanağını okşamış ve şöyle demiştir:
'- Sen zor yapardın! Ben, bir ihtilal ortamı yaratır mıydım ki?'
İnönü'nün değimiyle 'Siyasi ortamı yaratmak' bazen kendi içinden, yanı başından, sureti haktan görünenlerden gelmez mi? Görünen o ki gelir. Bal gibi gelir. Bir gece ansızın değil bağıra bağıra, göstere göstere gelir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın AK Parti'ye geri dönüşünün 3'üncü yıldönümünde 2 Mayıs 2020 tarihinde bir video yayınladı. Şöyle diyordu Cumhurbaşkanı Erdoğan:
'Gece gündüz gittiğimiz bu yolun, uzun ince bir yol olduğunu, Allah'ın izni, milletimizin desteği ile daha çok katedeceğimiz yol olduğunu bildik ve bununla devam ettik. Rabb'im ömür ve imkan verdikçe, milletimize hizmet yolunda hep birlikte çalışmayı sürdüreceğiz. Çünkü bu kutlu bir yoldur. Çünkü bu hayırlı bir yoldur. Çünkü bu kendimizle birlikte çocuklarımızın, torunlarımızın geleceğini de şekillendirecek bir yoldur. Onun için kim dönerse dönsün biz dönmeyiz bu yoldan.
İster 3 Kasım 2002'de olduğu gibi Meclis'e sokmasınlar. İster 2008'de olduğu gibi partimizi kapatmaya çalışsınlar. İster 2013'te olduğu gibi sokakların altını üstüne getirsinler. İster 15 Temmuz'da olduğu gibi darbe yapıp canımıza kastetsinler. Ne yaparlarsa yapsınlar, biz bu yoldan dönmeyeceğiz. Allah'a can borcumuzdan, milletimize hizmet borcumuzdan başka kimseye eyvallahımız yoktur, olmayacaktır. Yarın milletimizin karşısında boynumuz bükük mahcup durmaktansa bugün içerideki ve dışarıdaki alçakların karşısına dimdik dikilir, kaderimiz neyse ona rıza gösteririz.'
Erdoğan'ın bu sözlerinin tekrar servis edilmesinin altında dış güçlerin, FETÖ'nün paramiliter güçlerinin yanında etrafından kuzu postunda gezen kurtlara, lafı eveleyip gevelemeden söylemek gerekirse AK Parti içinde köşe başlarını tutmuşlara yönelik olduğu açıktır. Bugün bütün gençliğin cebinde taşıması gereken Gazi Mustafa Kemal'in Gençliğe Hitabesi'nde ne deniyordu?:
'Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler.'
Bütün meseleye buradan bakalım…Bir süredir Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun'a yönelik sürek avına baktığımızda Başkan'ın adamları arasında bir mücadelenin dışarıya, ana muhalefete servis edildiği anlaşılmaktadır. Atanmış bir bürokratın hizmetinde bulunduğu Cumhurbaşkanı adına siyasiler ile siyasi partiler ile yaptığı/giriştiği polemik alışagelmedik bir olay değilmiş gibi gelebilir. Eğer bürokrat zaviyesinden bakarsanız muhalefet cephesinin günlük top atışında bulunduğu bir çok bakanın aynı konumda olduğu görülmektedir.
Bu tartışmalar yaşanırken yukarıda bahsettiğim konuyu daha da belirginleştiren bir söz var. Ben buraya takıldım işte.
Fatmanur Altun, yaşanan olaylarla ilgili olarak Habertürk yazarı Nagehan Alçı'ya yaptığı açıklamada şunları söylüyor:
'Mütevazı bir hayat yaşadık hep. Ama bu olanlardan sonra artık tanınmadan yaşamak çok zorlaştı. Çocukları korumak çok zor, her türlü haberi görüyorlar. Sosyal medyayı takip ediyorlar. Yazılanlardan çok etkileniyorlar. Aşırı tedirgin bir ruh halinde yaşıyorlar. Onlara mı üzüleyim, evimizin etrafında dedektiflik yapanların ne yapıp ettiğine mi bakayım bilemedim. En çok mahremiyetin böylesine hiçe sayılması, temel kırmızı çizgilerin bu kadar kaybolması çok acı. Öyle üzgünüm ki… Ben ve dört çocuğum bunca yıldır sakince, kendi halimizde yaşamaya çalışan insanlardık. Bu süreçte boy boy fotoğraflarım çıkıyor, evin adresi ortaya döküldü, her gün türlü iftiralar atılıyor. Benim anonim olma hakkımı elimden aldılar Nagehan Hanım, bir polis korumayı dahi almak istemeyen bir insandım'.
Burada altını çizeceğimiz bir sözü kullanıyor Fatmanur Altun:
- Benim anonim olma hakkımı elimden aldılar.
Bu sözün bana çağrıştığını hatırlamaya çalıştım. 'Anonim Olma Hakkı' ne demekti? www.sabah.com.tr'ye göre 'Anonim, sıfat olarak adı sanı bilinmeyen anlamına gelir' deniyor.
Yani Altun ailesinin mahremiyetinin deşifre edilmesi gibi tetikçilik bir yana Fatmanur-Fahrettin Altun'un 'adı sanı bilinmeyen' bir şekilde olma hakları ne yazık ki aldıkları görevler itibariyle mümkün değil. Olayın Fahrettin Altun'un şahsıyla değil bulunduğu konum nedeniyle gerçekleştiği hedefin Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik yalnızlaştırma, etrafını boşaltma operasyonu olduğu açıktır. Altun dışardan bombardımana tabi tutuluyor ama bulunduğu koordinatlar da, bilgiler, belgeler de hep içeriden geliyor. Yanı başlarındaki yakın ve açık kumpasçılardan. Farkında olsalar keşke ?
Anonim olma hakkı sözünün bana neyi hatırlattığını arşivime girince hemen buldum.
- İnsanların günah işleme özgürlüğüne müdahale edildi.
Bu sözü dönemin AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk 17-25 Aralık sonrası söylüyordu.
Son dönemde siyasi operasyonların merkezi durumuna gelen Habertürk iki olayda da kişilerin açıklama yaptığı medya gurubu. Metin Külünk, Habertürk'te Balçiçek İlter'in yayınladığı programda yolsuzluk iddialarıyla ilgili sorulara cevap verirken 17 Aralık operasyonunun bir darbe girişimi olduğunu iddia etmiş ve şöyle demişti:
'Bu noktada kaçırdığımız çok önemli bir ayrıntı var. Allah, insana günah işleme özgürlüğü vermiştir. Günahsızlık talep etme hakkı vermemiştir. Af dileme hakkıyla günah işleme özgürlüğü vermiştir. Hz. Peygamber günahları açan değil örtücü olan bir rahmet geleneğinin mimarıdır. 17 Aralık'ın felsefi boyutu konuşulmadı. 17 Aralık'la insanların günah işleme özgürlüğüne müdahale edildi. Günahları ortaya saçarak Allah'ın hududuna müdahale ediliyor.'
Anonim olma hakkı, günah işleme özgürlüğü gibi iki farklı kişi tarafından iki farklı yorumla ifade edilen bu sözler 'bir gece ansızın gelebilirim' diye beklenen darbenin tahkimatının ne kadar yakından, içeriden yapıldığının açık bir şekildeki göstermiyor mu?