Her zaman aynı şey oluyordu. Tam savaşın ortasında kimsesiz çocuklar gibi şaşkınlıkla insanların öfkesini izlerken, bir yerlerden sesini duyuyordum. İnsanlar nefretle, içlerindeki kinle birbirlerine ağız dolusu küfürler savuruyordu. Şaşırıyordum...

Ve sonra yüzünü görüyordum. Çok cesurdun, savaşmaktan asla korkmaz, istediğin ne varsa bu hayattan almış biriydin. Bir saniyeliğine olsa bana düşman gibi bakıp, gardını almıştın. Evet benimle savaşacaktın. Benim elimdeki tek silahım kalbimdi. Sana bir tek onunla saldırabilirdim.

Benimle ölesiye savaşmak istiyordun. Elindeki silahın umurumda bile değildi ; çünkü bakışların benim için en etkili öldürme biçimiydi. Her hamlende sanki güneş gibi yanan vücudun, gözlerinle beni yenmemek için direniyordu fakat ellerin kendinden kontrolsüzdü. Üzülmüyordum, ben buraya savaşmak için gelmemiştim ve sende gerekeni yapıyordun. Kendi açından oldukça haklıydın bile. Bense sana esir düşerek haksızlığımı ilan etmiştim çoktan!

Her bir yanını düşmanların kuşatmıştı, beni bırakıp onlarla savaşmaya başladın. Teke tek kalana kadar savaştın, sonra silahlarını kaybettin. O an o kadar çaresiz ve acınası bir haldeydin ki...

Düşmanın elindeki silahıyla kalbini tıpkı bir marangoz edasıyla oyuverdi. Sanki oyulan yerde ben vardım ve birden kanamaya başladım. Düşmanlar beni görmüyordu bile. Sonra elimdeki en değerli silahımı çıkararak sana verdim. O silah bir anda nasıl da şifaya dönüştü. Gözlerin açıldı. Eskisinden daha da berrak bakıyordun bana. Kalbim vücudunda atıyordu. Kalp atışlarını bile sevdim o an. Tümüyle seni sevdim. İyi ki atıyordu o kalp.

Merhaba sen. Sonra dünyama geldin. Akabinde güneşi izledik.. Sahi biz izlemeseydik o eşsiz turuncuyu, farkımız kalır mıydı diğer kuklalardan? Ruhlarımızı, rüzgara teslim etmeseydik, açılır mıydı kalplerimize kapılar? Dört mevsim, her an her saniye... Çiçekler açar mıydı yüzümüzde?

Ben ki, güneşin batışını görebildiği için şükreden, Ay'ın ruhunu benimsemiş, yeşile maviye aşık olduğu kadar aşık, doğaya tapan, dört mevsimden şikayetsiz, hepsini kendi içinde evrelere bölmüş, kalbini sadece sevdiği için feda eden biriyim. Olabildiğince doğallık, olabildiğince huzurdan yanayım. Sığ sularda inci taneleri arayıp bulan, kış'ın her daim kovaladığı berrak bir ruhum.

Ve ben rüzgara karşıyım. Karşı olmalıydım. Ve birlikte karşı olmalıydık! Rüzgarın dağıtıp yok eden yönünü görmektense, biraz da huzurlu ve iç açıcı yanını görmeyi seçmeliydik. Biz gerçektik! Rüzgara direnmeyenler ise sahteydiler, kuklaydılar. Onlar en ufak sarsıntı da paramparça olabilecek yapıdaydılar. Biz bir savaşçıydık! Nasıl olsa savaşacak ve elbet bir gün yine o kuklaları kendi rüzgarımızla yenecektik!

Sonra? Sonrası ne mi oldu? Uzaklara gittik. Tek kalple, iki bedenle ve eşsiz ruhumuzla.

Elimizde kahvemiz, burnumuzda soğuk havanın keskin kokusu, gözlerimizde kuzeyin mucizevi ışıkları. Ve tek bir kalp.

Artık savaşmıyorduk, çünkü en büyük barış bizdik...