[email protected]
- Nerde hata yaptık, nasıl yaptık ve bundan sonra ne yapmalıyız? Çok mu geç kaldık?
+ Senelerdir söylüyoruz size, kömür santrali reklamı yapmayın televizyonunuzda diye...
Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Merkezi Müdürü Prof. Dr. Levent Kurnaz, yıllardır aynı sorulara cevap vermenin ve değişen bir şeyin olmadığını görmenin de etkisiyle, Türkiye'nin kuraklık probleminin iyice ayyuka çıkmaya başladığı bugünlerde yukarıdaki serzenişini dile getirdi.
Her geçen yıl, bir öncekine göre daha kurak geçiyor. Japonya Meteoroloji Ajansı, 2020 yılını küresel olarak kaydedilen en sıcak yıl olarak açıkladı. İklim değişikliği ve iklim krizi, insanlığı en az Kovid-19 kadar (belki de ondan daha fazla) etkiliyor, etkileyecek.
Son on yıldaki eriyen buzul miktarı, artan sıcaklıklar ve yağmayan yağmurlara bakıldığında; yarının bugünden daha iyi olacağını gösteren herhangi bir emare yok.
Susuzluk ve kuraklığın, insanların birinci elden yaşadığı ve etkilerini hissettiği noktaya ulaşması fazla zaman almayacaktır. Bu senaryo gerçekleştiğinde devlet erkanları ve şirketlerin, biz kafası pek çalışmayan tebaaların kulaklarını çekmesi muhtemeldir. Aman dişlerinizi fırçalarken musluğu kapatmayı unutmayın, bitiverir yoksa su.
+ Efendim, yanlış kentleşmenin, su havzalarına yapılaşmanın, şirketlerce bilinçli su kirletiminin, hatalı tarımsal sulamanın, planlanmadan dikilen gökdelenlerin, yanlış ve amaç dışı tarım arazisi kullanımının, fütursuz madencilik ve enerji yapılaşmalarının da bir etkisi olabilir mi acaba?
- Yok canım. Sen sifonu çok çekme, hep sizin bu müsrifliğiniz bitiriyor suyu.
Yanlış anlaşılmasın, insanların gereksiz su tüketiminin bireysel olarak minimize edilmesini ve bu noktadan oluşacak kolektif bilincin faydalı ve gerekli olduğunu düşünüyorum. Ancak belirtilmelidir ki, bugünkü iklim değişikliği krizi ve susuzluk faktörlerini oluşturan itici güç devletler, bu gücü besleyen de devletlerle dirsek temasında olan şirketlerdir. Dolayısıyla, devlet ve şirketlerin bu krizlerin oluşumundaki sorumlulukları üstlenmeden sıradan vatandaşların omuzlarına bindirmesi riyakarlıktır. Daha önemlisi, çözüm için yapıcı değildir.
Günümüzde, bizden önce yaşayan insanlara oranla onlarca kat fazla enerji tüketiyoruz. Bu enerji talebinin karşılanması için dev santrallere her sene bir yenisi daha ekleniyor. Ancak problem şu ki, insanlık olarak aynı oranda tüketmeye devam edersek içerisinde yaşayabileceğimiz bir dünya kalmayacak. Elon Musk ve diğerlerinin dünya dışında koloni kurma hedefleri dünyadaki yaşamın kurtarılamayacak noktaya ulaştığı sebebiyle olabilir mi?
Meselenin hayatiliğini kavramış özellikle Avrupa ülkeleri, 21. yüzyılın başından beri çeşitli reform ve yasaklarla ilerleme katetmeye çalışıyor. 2050 yılına dek fosil yakıtlı araçların satışını engellemek ve karbon salınımının azaltılması için yasalar çıkarmak bilhassa Kuzey Avrupa ülkelerinin üzerinde uzlaştığı reformlar.
Uluslararası arenada dünyadaki çoğu ülkenin imzaladığı çeşitli anlaşmalar masada olsa da yeterli konsensusa (oydaşlık) henüz ulaşılabilmiş değil. Zira bu anlaşmalar masanın üzerinde kalıyor gibi gözüküyor.
Bunun yanında, bilerek tükettiğimiz su, farkında olmadan tükettiklerimizin yanında devede kulak. Örneğin, satın aldığınız 1 kg dana etinin önünüze gelebilmesi için yaklaşık 15 ton su kullanılıyor. 1 kg tavuk için bu sayı 4 buçuk tona yakın. 1 kg muz için harcanan su miktarı 790 litre kadarken 1 kg çikolata için sayı 17 tona dek yükseliyor. Sabah içilen lezzetli bir kahvenin tohumdan bardağınıza gelene kadarki süreçte 140 litre suya mal olduğu biliniyor. (1)
Bu noktada dünyadaki tatlı suların %70'inin tarım için harcandığını ve bu suyun %60'ının israf edildiği, doğru şekilde kullanılmadığını belirtmekte fayda var. (2)
2008'deki Mortgage krizini daha önceden tahmin ederek yüz milyonlarca dolar kazanan yatırımcı Michael Burry'nin, bugünlerde yatırım yaptığı tek şeyin su olması yakın gelecekte olabilecekler hakkında ipucu verebilir.
Bilim insanlarının, üniversite araştırmalarının, STK'ların ve bağımsız kuruluşların araştırmaları incelendiğinde, herhangi bir önlem alınmadığı takdirde gelecekteki dünyayı bugün yaşadığımız gibi yaşamanın herhangi bir yolu gözükmüyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrası daha önce benzeri görülmemiş şekilde artan insan nüfusu, insanlığın ihtiyaçlarının karşılanması için dünya kaynaklarının hoyratça kullanılmasına neden oldu. Petrol, doğal gaz sahaları, kömür santralleri, HES projeleri ve nicesi hali hazırda sallanmakta olan ekolojik dengenin sandalyesine tekmeler savurmayı hala sürdürüyor.
Benjamin Franklin, suyun kıymetinin kuyu kuruduğunda anlaşılacağını söyler. İnsanların oluşturduğu devlet ve şirketlerin yarattığı sistemler, köklü değişimler geçirmediği müddetçe yangına benzin dökmeye devam edeceklerdir. Bu noktada bireylerin kişisel olarak yapabilecekleri oldukça sınırlıdır. Zira insan tek başına bir santral ya da gökdelen dikemez. Meşhur hikayedeki yangına ağzıyla su taşıyan karınca misali...
Sistemlerin kar odaklı ve yapıları gereği bencil hareket eden anlayışları ancak halkların tepkileri ve eylemleri onları tehdit ettiğinde değişebilir. Nitekim başımıza gelen problemleri çözmeye çalışırken, başımıza o problemi ören sistemin kendisiyle hareket edemeyiz. Onu değiştirme mecburiyetindeyiz.
Biz neo- liberal sistemin torunları olabiliriz. Ancak insanlığın devamı için başka bir sistemin şekillendirdiği dünyanın anne-babaları olmak zorundayız.
---------------------
1- Institute of Mechanical Engineers 'Global Food Report: Waste not, Want not' January, 2013
2- Lester Brown 'The real threat to our future is peak water' The Guardian July 6, 2013